İSTANBUL - Hasta tutsakların durumunda yürütülen sürece rağmen bir değişme olmadığına işaret eden ÖHD üyesi Beritan Kalbişen, "Kalıcı, anlamlı şekilde barışın tesisi yapılmak isteniyorsa bunun yolu hapishanelerden geçiyor" dedi.
İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) 28 Nisan tarihli raporuna göre, cezaevlerinde 161'i kadın, bin 251'i erkek olmak üzere en az bin 412 hasta bulunuyor. Rapora göre, bu hasta tutsaklardan 230 yaşamını tek başına idame ettiremiyor, 105'i başkasının desteğine ihtiyaç duyuyor, 188'inin ise sürekli kontrol altında tutulması geriyor. Yine rapora göre, hasta olduğunu belirten 517 tutsağın durumlarını kontrol edecek bilgilerin bulunmaması raporda değerlendirmeye alınmadı. Tahliyeleri sürekli gündemde olan ancak tahliyeleri için Adli Tıp Kurumu (ATK) raporu zorunluluğu ve savcılıklara geniş yetkiler tanınması nedeniyle tahliyeler neredeyse imkânsız hala getirilmiş durumda.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı'yla başlayan Barış ve Demokratik Toplum Süreci'nde "iyi niyet adımı" olarak hasta tutsakların tahliyesi için oluşan beklenti ise yerine getirilmiş değil.
Hasta tutsakların durumu değerlendiren Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi Beritan Kalbişen, Ceza Kanunu ile İnfaz Kanunu'nun ikili bir şekilde işletildiğini ifade ederek, tutuklular için infaz ertelemesinin savcılıkların, hakimlerin eliyle ve destekleyici raporlarla daha kolay işletilebilirken hükümlü statüsünde olanlar için bunun özel düzenlemeye tabi tutulduğunu ifade etti. "Mahpuslar için ise yani hakkında kesinleşmiş ceza olan kişilerin infazlarının geriye bırakılmasıyla ilgili ise özel düzenlemeler var" diyen Beritan Kalbişen, "Hasta mahpusun cezasının sınırı, cezasının niteliği, 'terör' suçlusu olmasına göre, ağırlaştırılmış müebbet cezasını almış ise farklı kanun maddeleri görüyoruz" ifadesini kullandı.
'POLİSİN İNİSİYATİFİNE BIRAKILIYOR'
Beritan Kalbişen, hasta tutsakların talepte bulunması, eğitim ve araştırma hastaneleri, tam teşekküllü devlet hastanelerinin sağlık heyetleri tarafından hastalık tespitinin ve cezaevinde kalıp kalamayacağının tespitinin yapılmasının ardından bu raporun Adli Tıp Kurumu'nun (ATK) gönderilmesiyle sürecin işlediğini ifade etti. Berititan Kalbişen, ATK'nin kişinin cezaevinde kalıp kalamayacağına dair raporunun ardından savcılığın devreye gireceğini ifade etti. Savcılığın kişinin "toplum güvenliği için tehdit oluşturup oluşturmadığı" dair kararının ardından kişinin durumunun netleşeceğini ifade eden Beritan Kalbişen, savcılık "toplum güvenliği için tehdit oluşturuyor" yönünde karar kurması durumunda hasta tutsağın infaz ertelemesinin gerçekleştirilemeyeceğini ifade etti. . Beritan Kalbişen, "Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda 'toplum güvenliği bakımından tehdit unsuru' gibi muğlak bir kavramın aslında savcılıkların, kolluk kuvvetlerinin inisiyatiflerine bırakılan bir kelime. Mevcut yasanın da arka plandaki niyetini sorguladığımızda bu yeterli değil" diye konuştu.
ATK'nin bağımsız olmadığını dile getiren Beritan Kalbişen, "ATK'nin kararlarını tarafsız, bağımsız ve bilimsel olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla böyle bir mekanizmayı siyasi irade yönetiyordur. Çünkü Adalet Bakanlığına bağlı bir kurumdan bahsediyoruz. Böyle bir durumda toplumsal etki de kararları etkiliyor. Bu yüzden hasta mahpusların ihtiyaçları, stratejik davalanma süreçleri, hapishane ziyaretleri ve raporlamalar ile hem Adalet Bakanlığına durumu iletiliyor hem uluslararası biçimde dikkat çekmeye ve bu konuyu gündem haline getirmeye çalışıyoruz" diye belirtti.
ATK'nin tarafsız olmadığını Kürt siyasetçi Aysel Tuğluk örneği üzerinden anlatan Beritan Kalbişen, AİHM'in ihlal kararına rağmen Aysel Tuğluk'un tahliye edilmediğini hatırlatarak, "ATK, Aysel Tuğluk'un 2, 3 kere 'hayatın hapishanede geçirebilir' diye rapor verdi. Ancak sonra baskı mekanizmaları, devlet yetkililerin de 'cezaevinde kalabilecek durumda değil' dediğinde ATK'nin 'hapishanede kalabilir' raporunun nasıl değiştiğini gördük" dedi.
DEMOKRATİKLEŞMENİN ÖNÜNDEKİ ENGEL
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) hasta tutsak Gülay Çetin hakkında verdiği ihlal kararına işaret eden Beritan Kalbişen, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere uyma yükümlülüğünü hatırlatarak, "Sürekli hasta konumunda olan yüzlerce hasta var bunların tahliye edilmesi gerekir" dedi.
Hasta tutsaklar sorunun sistematik bir sorun olduğunu vurgulayan Beritan Kalbişen, Barış ve Demokratik Toplum Süreci'ne işaret ederek, "Eğer bu süreçte bir güven tesis edilmek isteniyorsa devlet açısından bunun en başlanabilir aşaması hapishanelerdir. Çünkü birçoğumuzun arkadaşı, ailesi, eşi, dostu, tüm Kürtleri düşündüğümüzde hepsinin hapishanelerden yolu geçmiş durumda. Tutsak olsun olmasın, hasta olsun olmasın. Çünkü hasta olmayan birini dahi hasta yapabilen bir sistem ve atmosferden bahsediyoruz. Çünkü ufak hastalığı olan biri bile aslında İstanbul Protokolüne aykırı şekilde, ring araçlarında ters kelepçeli şekilde hastaneye götürülüyor. Bırakın götürmeyi muayeneyi bile ters kelepçeyle yaptıkları için sağlık hakkına ulaşmaktan vazgeçen yüzlerce mahpus ve tutsak var. Hapishanelerdeki sistem Türkiye'nin demokratikleşmesinde çok büyük bir engel. Kalıcı, anlamlı şekilde barışın tesisi yapılmak isteniyorsa bunun yolu hapishanelerden geçiyor" şeklinde konuştu.
'TAHLİYELERİ LÜTUF DEĞİL, HAKTIR'
Hasta mahpusların da serbest bırakılmasının bir lütuf olmadığını bir hak odluğunun altını çizen Beritan Kalbişen, şöyle devam etti: "Hasta mahpuslar bir an evvel serbest bırakılması, toplum güvenliği bakımından tehlikeli olup olmayacağına dair kelimelerin yasadan çıkarılması gerekiyor. Çünkü bunların hepsi ağırlaştırılmış müebbet hükümlüleri açısından farklı muamele gösterilmesi demek oluyor. Türkiye'nin mevcut İnfaz Yasası'nda bir eşitlik olmadığını görüyoruz. Bu yüzden infazda eşitlik diyoruz. Cumhurbaşkanının af yetkisi var, burada geriye bırakılması değil, tamamen cezadan affı da mümkün. Ama cumhurbaşkanı bu yetkisini ne kadar kullanıyor, bu bir soru işareti. Özetle hasta tutsakların bırakılması bir haktır. Bu hak için de mücadele edeceğiz."
MA / Ömer İbrahimoğlu