İSTANBUL – Suriye iç savaşı ile başlayıp, Türkiye'nin saldırılarıyla devam eden göç sorununa dikkati çeken Göç İzleme Derneği üyesi İlyas Erdem, göç etmek zorunda bırakılanların uluslararası hukuktan doğan haklarının göz ardı edildiğini söyledi.
Var oluşundan itibaren daimi olarak hareket halinde olan insanların daha iyi koşullarda yaşam sürdürebilmek ya da doğal bir içgüdü ile sadece hayatta kalmak adına bulundukları yerlerden başka yerlere gitmelerine tekabül eden göç ve göçmenlik olgusu, günümüz dünyasının en önemli sorunu. Özellikle 18’inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren ulus devletlerin ortaya çıkıp, sınırların çizilmeye başlamasıyla göç ve göçmenlik siyasal bir nitelik hali kazandı.
Göç üzerine araştırmaların yine yanı dönemde başlanması bu siyasallığının temel göstergelerinden biri.
Dünya genelinde doğal afetler, din, yoksulluk, savaşlar, çatışmalar vb. nedenlerle her yıl milyonlarca insan göç etmen zorunda kalıyor. Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün (UNCHR) 2017 yılı raporuna göre, dünya genelinde göç etmek zorunda kalan kişi sayısı 68.5 milyon.
Türkiye’de de, diğer ulus devlet inşa süreçlerinde olduğu cumhuriyetin kuruluş yıllardan itibaren bugün “azınlık” durumuna düşürülen halklara ve farklı dinsel inançta olanlara yönelik göçertme politikaları izlendi. Yine Kürt sorununa etrafında 90’lı yıllarda yaşanan çatışmalı süreçle birlikte Kürtler yaşadıkları ülkenin doğusundaki topraklardan batı metropollerine sürgüne tabi tutuldu. Benzer bir süreç, geride bıraktığımız son birkaç yılda başvurulan aynı politikalar nedeniyle yeniden tekrarlandı.
Bugün dünya politikasını belirleyen bir hale dönüşen ise 2011’de başlayan Suriye iç savaşı ile birlikte yaşanan göçler. İç savaş sonrası Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sayısı, 21 Kasım 2019 tarihi itibarıyla 3 milyon 687 bin 244 kişi.
Türkiye’nin 9 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik başlatmış olduğu ve halen devam eden operasyonla birlikte hem sınırın öte tarafından hem de bu tarafından göçler yaşandı.
Göç İzleme Derneği üyeleri Yeter Tan ve İlyas Erdem, son yıllarda yaşanan bu gelişmeler üzerinden göç olgusunun insan hayatı üzerindeki etkilerini Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.
90'LI YILLAR
Türkiye’de ülke içerisinde zorla yerinden edilmeye yol açan sebeplerin irdelenmesi gerektiği üzerinde duran İlyas Erdem, özellikle 90’lı yıllarda Kürdistan’da yaşanan göçlerin Kürtlerin kendi kültürlerini yaşatmak istemeleri, kendi kendilerini yönetme istemlerinden kaynaklandığını dile getirdi. Erdem, bu taleplerin şiddetle karşılanması dolayısıyla Kürtlerin dünyaya dağıldığını belirtti.
‘TÜRKİYE GERÇEKLİĞİ İLE YÜZLEŞEMEDİ’
Uluslararası müdahalelerle Suriye’de başlayan iç savaştan kaynaklı göç etmek zorunda bırakılan ve Türkiye’ye gelenlerin uluslararası hukuktan doğan haklarının göz ardı edildiğini söyleyen Erdem, “Suriye’deki durum bunu gösteriyor. Türkiye’ye herhangi bir saldırı olmadığı halde, oradaki Kürt varlığını yok etmeye kalktı. Türkiye, Suriye Kürtlerinin hak sahibi olup, Türkiye’deki Kürtlere örnek olmasını engellemek istiyor. Türkiye hükümeti kendi gerçekliği ile yüzleşmiş değil. Kürdistan’ı insansızlaştırma politikası hala devam ediyor. Suriye’de 60’lı yıllarda Kürtlere karşı bir ‘Arap kemeri’ oluşturulmuştu. Şimdi de Kürtlerin anayurdu olan topraklarında yaşayamayacağı kararını, bir kişi verebiliyor. Bu saldırılar ‘Kürt oluşumunu, Kürtleri kendi sınırlarımızda istemiyoruz’ demektir. Orada yaşamak isteyip istemediğine orada yaşayan halk karar verir” diye konuştu.
‘AMAÇ KOZMOPOLİT YAPIYI BOZMAK’
Türkiye’nin bölgede Türk, İslam ve Sünni bir yapı yaratmak istediğini vurgulayan Erdem, şunları ekledi: “Devlet ülke yaşayan diğer halklara nasıl yaşam olanağı vermediyse Suriye’nin kuzeyindeki halklara da yaşam olanağı vermek istemiyor. Suriye’de yaşayan halklar yüzyıllardır camilerde, kiliselerde ibadetlerini yapıyorlar. Bu müdahale aynı zamanda bu yapıyı da bozmaya yöneliktir. Türkiye’nin 1915’de Ermeni ve diğer halklara yaptıkları ile yüzleşmek istememesinden ileri gelir. Farklı etnik kimlikleri saygı gösteren bir politikaları yok. Dolayısıyla yapılan son saldırılar oradaki kozmopolit yapıyı, yüzyıllardır birlikte yaşayan insanları birbirinden ayrıştırmaya yöneliktir.”
‘KADINLARDA SUÇLULUK DUYGUSU VAR’
Son süreçte yaşanan göçlerde en temel hakların dahi ihlal edildiğini ifade eden dernek üyelerinden Yeter Tan da, göç eden kişilerin genellikle benzer hak ihlallerine maruz kaldığını vurguladı.
Yaşanan göçlerden en çok kadınların etkilendiğini kaydeden Tan, “Bizler kadınlara ‘tacize uğradınız mı?’ diye sorduğumuzda genel olarak aldığımız yanıt ‘ben yaşamadım ama benim bir yakınım yaşadı’ oluyor. Kadınların kendilerini rahat hissedebileceği, yaşadığı ihlalleri anlatabileceği, bir mekanizmaya ihtiyaç var. Kadınlar özellikle komşuluk ilişkilerinin eskisi gibi olmamasından dolayı birçok sorunla karşılaşıyorlar. Utanma hissi var; özellikle devlet görevleri ile yüz yüze kaldıklarında karşılaştıkları sözlü tacizler ve üstlerinin aranmasından dolayı bir utanma hisleri vardı” diye belirtti.
‘ÇATIŞMALARIN ETKİSİ DEVAM EDİYOR’
Son süreçte göç edenlerin bir gün topraklarına geri döneceğini düşünerek hareket ettiklerini söyleyen Tan, “Özellikle hamile ve belli bir hastalığı olan kadınlar için yaşam koşulları çok kötü. Gittikleri yerlerde ayrımcılıkla çok fazla karşılaşmışlar. Çünkü terörle mücadeleden dolayı göç etmek zorunda kalmışlar. Geldikleri okullarda ırkçı yaklaşımlara maruz kalmışlar. Okulda çocuklarının isimlerinden dolayı dışlandıkları ırkçı ve ayrımcı söylemlerle karşılaşmışlar. Belki çatışmalar eskisi gibi değil ama etkileri halen devam ediyor. Mesela çatışmalardan iki yıl sonra Nusaybin’de iftar yemeği veriliyor. İftar açılmadan önce top atılıyor; çocukların hepsi birden sofradan kaçıp gidiyor. Halen etkisin canlı olduğunu anlayabiliriz” dedi.
‘KADINLARA PSİKO DESTEK SAĞLANMALI’
Göç eden kadınların psikolojik olarak içe kapanık olduklarını ve metropollere uyum sorunu yaşadığını belirten Tan, “Kadınların yaşadıklarından dolayı çocuklarına şiddet uyguladıklarını da gözlemledik. Bölgede bütün kentler bir garnizona dönmüş durumda. Giriş ve çıkışlarda 3, 4 defa arama yapılıyor. Sivil toplum kuruluşlarının bu sorunlar üzerinde durması gerekir. Bölgeye yönelik psiko destek sağlama ile ilgili adımlar atılması gerekiyor. İmkân sağlanırsa dernek olarak, çatışmalı bölgelerde psiko destek sağlayabiliriz. Bölgede özellikle kadınlara çok acil bir şekilde bu destek sağlanmalıdır” diye konuştu.