İSTANBUL - Kürt sorununun çözümsüzlüğüne karşı “Elimi taşın altına koyuyorum” diyerek Yeşil Sol Parti’den Milletvekili adayı olan Hasan Cemal, “Erdoğan’dan kurtulmadan bu çözüm yolu açılmaz” dedi.
Türkiye’nin zincirlerini kırmasında rol üstlenmek için siyasete atılan Hasan Cemal, 54 yılını verdiği gazetelik mesleğinde kaleme aldığı “Hayata yeni bir başlangıç” başlıklı son yazısında, “Elimi bizzat taşın altına sokmak için 54 yıllık gazetecilik hayatımı kapatıyorum” dedi.
1944 İstanbul doğumlu olan Hasan Cemal, 1965’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olmasının ardından 1969 yılında gazetecilik hayatına adım attı.
Birçok gazetede muhabirlik, temsilci ve genel yayın yönetmenliği görevlerinde bulunan Cemal, 1989 Nokta Dergisi’nin Doruktakiler ve Gazeteciler Cemiyeti Fıkra Ödülü'nü, 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak yılın gazetecisi seçildi. 2013 yılında yazdığı yazılarından dolayı Milliyet gazetesindeki işine son verildi. 2013’ten beri T24’te gazetecilik hayatını sürdüren Cemal, bir gazeteci olarak tozunu yuttuğu İstanbul’da milletvekili adayı oldu.
Bekaa Vadisi’nden Kandil’e, Federe Kürdistan Bölgesi’nden Kuzey ve Doğu Suriye’ye Kürt sorununun peşinden koşan Cemal, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (Yeşil Sol Parti) adaylık teklifini de Kürt sorununun çözümü için elinin taşını altına koyacağını belirterek kabul etti. Kürt sorununu kendine dert edinen Hasan Cemal, sorunun çözümü ve çözümsüzlüğü üzerine değerlendirmelerde bulundu, diyalog ve müzakereye işaret etti.
“Kürt sorunu çözüm rayına oturmadan Türkiye’de ne demokrasi olur ne özgürlük olur ne hukuk olur ne adalet olur” diyen Cemal, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gitmeden çözüm yolunun açılamayacağını söyledi.
Gazetecilik hayatınızı kapattınız, siyasete atıldınız. 54 yıllık gazeteci Hasan Cemal’i siyasete atılma kararına götüren etkenler neler oldu?
54 yıllık geçmişi bırakmadım tabi. Bu 54 yıllık geçmişte yaşadıklarım beni sonunda bu yaşta siyasete itti. Siyasette bir takım şeyleri yapabileceğimi düşündüm, daha önce görüyordum, konuşuyordum, hissediyordum, yazıyordum. Şimdi bütün bunları acaba bu sorunları çözebilir miyim, bu acılara son verebilir miyim diye, böyle bir süreçte katkım olur mu diye siyasete girdim. Beni siyasete bu dönemde sokan geçmişte Kürtlerin yaşamış oldukları acılardır. Ben Kürt sorununu, Kürt meselesini Kürtlerin arasında dolaşarak, Irak ve Suriye Kürdistan’ında, sonra Türkiye Kürdistan’ında Kürtlerle tanışarak, onların acılarını hissederek, onların acılarına dokunarak Kürt meselesi nedir öğrendim. Şimdi de bu öğrendiğim Kürt meselesinin çözümü için de birçok şey yazdım. Bugün de siyaset sahnesinde ne yapabilirim diye girdim. Bir de girerken de Kürtlerin yaşadıkları acıların ürünü olan siyasi parti bana teklif yaptı ve kabul ettim. Çünkü o Kürtlerin yaşadıkları acıların ürünü olan bir siyasi hareket. Onun için tercihim HDP oldu.
Kürt sorunu yüz yıllık bir sorun, bugüne neden çözümsüzlükle geldi?
Erdoğan, masaya tekmesini attı. Hepsi gitti ve Kürtler nezdinde Erdoğan inandırıcılığını ve güvenirliğini kaybetti. Kürt sorununu yeniden savaş yoluna soktu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren bir devlet şekli var, üniter devlet, uluslaşma… Bu süreçte Kürt kimliği, Kürt dili inkar edildi, yok sayıldı. Bu Kürt sorununun temelini oluşturdu. Fakat zaman içinde bu çözümsüzlük bir yerde Türkiye’de dağın da yolunu açtı. Yaşanmaya başlayan acılar yeniden bu sorunu düşündürmeye başladı insanları, iktidarları, siyasetçileri. Evelce yazılamayanlar yazılmaya başladı. Bir zamanlar Kürt kelimesini telaffuz edemezdik, Kürt sorunu diyemezdik, bunların hepsi yasak konusuydu. Fakat sonuç olarak bunlar aşılmaya başlandı. Ve nihayet Kürt sorununun çözümü dediğimiz olgu sahneye çıktı. En çok da Erdoğan’ın 2000’li yılların başından itibaren çok sahneye çıktı. Erdoğan’ın Kürt sorununu askerin gölgesinden kurtarmaya başlaması, “Kürt sorunu vardır, devletin de hataları vardır” diyerek 2005’teki Diyarbakır konuşması var, bu çok önemli.
Oslo’ya görüşmelere Kandil’in karşısında, PKK’nin temsilcileri karşısında kendi siyasi temsilcisini de göndermesi Türkiye’de bir başbakanın yaptığı ilk siyasi tavırdır. Hakan Fidan, bugünkü MİT Müsteşarını göndermişti. Bunların hepsi olumlu gelişmelerdi. Sonra işte siyasi süreç başladı. Sonra sonunu getirmedi Erdoğan, masaya tekmesini attı. Hepsi gitti ve Kürtler nezdinde Erdoğan inandırıcılığını ve güvenirliğini kaybetti. Kürt sorununu yeniden savaş yoluna soktu.
Bugün gelinen noktadan bakınca, o dönemleri samimi buluyor musunuz?
O dönem samimi miydi? Hayır samimi değildir, gizli gündemi vardır, takiye yapıyordur, diyemiyorum. O zamanki siyasi konjonktür onu öyle düşünmeye sevk etti. Ama donanımlı değildi bu konuda. Kürt sorunu nedir bilmiyordu. Kürt sorununu yüreğinde hissetmiyordu, Kürt sorunu nasıl çözülür bu konuda bir şey bilmiyordu. Kürt sorununun çözümünü sadece bir affa ve dağdan inmeye bağlamıştı. Bu da hiçbir şekilde yeterli değildi. İnkar siyaseti bir yerde Erdoğan’la da devam etti.
Siz bu memlekette sorunu kendine dert eden isimlerden birisiniz, Beka’ya, Kandil’e gittiniz, muhataplarıyla birebir görüştünüz. 2013 ile 2015 yılları arasında tarihi bir döneme tanıklık ettik, neden çözülmedi?
O sorunu tamamen kendi siyasi çıkarları açısından bir araç haline getirdi. Bu sorunu çözer gibi yapıp, oy alacağını düşündü. Oysa oy kaybetmeye başladığını görünce de vazgeçti. Her şeyi oy hesabına bağladı. Yaz bir kenara, Erdoğan’dan kurtulmadan bu çözüm yolu açılmaz. İki; seçim kazanma için Erdoğan, “Gelin bugün yeniden çözüm sürecine başlıyoruz” dese de hiçbir şekilde inandırıcı olamaz.
Çözüm için ne yapılmalı?
Şunu bir kenara özellikle yazın, Kürt sorununun çözümü bir uzlaşma sayesinde olabilir. Kürt sorununun çözümü diyalogların örülmesiyle, uzlaşmayla, yumuşamayla çözülür. Başka çaresi yoktur. Herkese kendi taleplerini dayatarak Kürt sorununu çözemezsiniz. Bir defa Kürt sorunun çözümü için bir masa lazım. Bu masanın etrafında konunun bir numaralı muhatabı ya da sorumlusu, liderleri oturur. Kürt liderler dahil, siyasi liderler oturur o masada konuşur. Bir de yol haritası olur önlerinde. Uzmanlar da hazırladıkları yol haritasını verirler, ondan sonra da yol haritasına bakarak, en kolayından en zoruna doğru zamana yayarak bu çözüm faaliyetine başlanır. Bu ancak uzlaşma ruhu yakalanarak olur. Kavgayla, dövüşle olmaz. Bugüne kadar kavgayla dövüşle bu iş olmadı. Tam tersine iş gitti çıkmaza saplandı.
Bir uzlaşma ruhu görebiliyor musunuz?
Şimdi Türkiye’de bir uzlaşma ruhunun uyandığını, kıpırdadığını görüyorum. Bunun en anlamlı göstergesi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde Altılı Masa’nın kurulmasıdır. Altılı Masa’nın kurulması ve demokrasi platformu çevresinde birleşmeleri, uzlaşma ruhunun yakalandığını gösteriyor. Aynı şekilde HDP’nin, Yeşil Sol Parti’nin, Kürtlerin bu Altılı Masa’ya ya da Millet İttifakı’na destek veriyor olmaları da uzlaşma ruhuna onların da katıldığını gösteriyor. Bizim bu olayı götürmemiz lazım. Türkiye’de siyaset, Türkiye’de Meclis çatısı altında siyaset, Türkiye’de siyaset meydanında siyaset, hep düşmanlar arası yapılıyor. Oysa siyaset demokrasilerde rakipler arasında yapılır. Düşmanlara yer yoktur. Bizde böyle olmadı. O zamanda ne oldu, siyaset kutuplaştı, sonunda bunlar geldiler, daha beter oldu. Bizler Türkiye’nin sorunlarını en başta da en yakıcı sorunu olan Kürt meselesini çözüm rayına oturtmak istiyorsak, çözüm demiyorum, çözmek demiyorum, çözüm rayına oturtacaksak önce bu uzlaşma ruhunu yakalayıp, bir masanın etrafında toplanıp, irademizi koyup, kolayından zoruna doğru ve öncelikleri iyi düşünerek kolları sıvamak gerekiyor.
Ülkede ciddi bir demokrasi sorunu da var. Kutuplaşmanın geldiği nokta sizin de malumunuz. Çözümün Türkiye’ye katkısı neler olur?
Kürt sorunu çözüm rayına oturmadan Türkiye’de ne demokrasi olur ne özgürlük olur ne hukuk olur ne adalet olur.
Ne demek, Kürt sorunu çözüm rayına oturmadan Türkiye’de ne demokrasi olur ne özgürlük olur ne hukuk olur ne adalet olur. Tüm sorunların gelip dayandığı konu Kürt sorunudur. Kürt sorunu, bu en yakıcı sorunu çözüme uzlaştırmadan, hiçbir yere gidemez Türkiye. En önemlisi uzlaşma, bunu hiç unutma. Uzlaşma dediğin oturacan, konuşacan, sakin sakin burada anlaşacan, burada anlaşamayacan. Anlaşamadığını biraz ileriye doğru atacan. Bir süre sonra onu alıp getireceksin masaya. Bu iş böyle gider. Dünyada da böyle, Kuzey İrlanda’da İRA sorunu böyle olmuştur.
Son yazınızda “Elimi taşın altına koyuyorum” dediniz. Nasıl bir sürece hazırlanıyorsunuz?
Evet, bunun için koyuyorum. 14 Mayıs gece yarısını bir görelim, ondan sonra daha rahat konuşabileceğiz. Eğer Erdoğan gitmişse, işimiz daha kolaylaşır. Kolaylaşır derken de bu işler bir anda bitecek değil. Yine zor bir süreç olacaktır, zorlukları vardır ama Erdoğan dönemi gibi olmayacaktır.
Seçime dönelim, seçim havası var mı?
Seçim havası var, sokağa git, bir tek konuşulan konu, 14 Mayıs’ta ne olacak. Bu seçim havasının ta kendisi. Her evde, her mahallede, her kahvede, seçim konuşuluyor. Hiç kuşkun olmasın. Meydanlar doluyor, dolmuyor bakma ona. “Bu adam gidecek mi?” en çok konuşulan bu. Başka bir şey konuşulmuyor.
14 Mayıs için nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?
Ben 14 Mayıs’ta çok büyük bir ihtimal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı olacağını, Meclis’te de Millet İttifakı artı Emek ve Özgürlük İttifakı’nın çoğunluğu sağlayacağını görüyorum. Rahat 360’ın üzerine çıkabilir. Ama burada bir kritik nokta var. Bugün Tayyip Erdoğan’a çalışan Muharrem İnce’dir. Muharrem İnce’nin yüzde 6’yı bulur, üstüne çıkarsa birinci turda yine geride kalır Tayyip Erdoğan ama ikinci tura kalır. Muharrem İnce yüzde 6’nın altına düşerse ki bu seçim yaklaştıkça yakın bir ihtimal, o zaman birinci turda Kılıçdaroğlu kazanır.
Bütün partiler sahada, seçmenden oy istiyor. Cumhur İttifakı’nın seçim kampanyasını takip ediyor musunuz? Hem bir gazeteci hem bir siyasetçi olarak nasıl görüyorsunuz?
HÜDA PAR zihniyetini Kürtler nereye kadar kabul edebilir. HÜDA PAR ve Hizbullah, faili meçhul cinayetlerde devlet adına çalıştılar ve katillik yaptılar, Kürtleri dan dan enseden vurdular.
Rezillik, ülkeyi bugüne kadar nasıl kutuplaştırdıysak, karşısında olanları nasıl şeytanlaştırdıysa buna devam ediyor. Başka bir siyaset tarzı, üslubu yok ki Erdoğan’ın. Erdoğan sürekli olarak düşmanlar yaratıyor. Bugüne kadar ne sonuç aldıysa, bundan sonra da onu alır. Bunun için onu durdurmak lazım. Türkiye’de bugün çökmüş ve çürümüş bir düzen var. Türkiye bugün yolsuzluğun, rüşvetin bataklığına saplanmış durumda. Türkiye bugün krizler ülkesi. Türkiye’de bugün gençlerin gelecek umudu sönmüş durumda. Türkiye’de bugün kadınlar illallah demiş durumdalar. Türkiye’de bugünkü düzen kadınları karanlığa mahkum etmek, karanlığa boğmak, aynı zamanda erkeğin kölesi haline getirmek bir düzen. Bütün bunlardan Türkiye, bütün insanlarıyla kurtulmak istiyor.
Bunu da zorlaştıran, yanına HÜDA PAR’ı, Hizbullahçıları, Fatih Erbakanları alarak, bunun daha da Türkiye’yi Ortaçağ düzenine çekmek isteyen Erdoğan engeli var. Düşünebiliyor musunuz? Kadınlar yeniden köleleştirilecek, Talibanlaştırılan bir düzenin esiri haline getirilecek. HÜDA PAR’ı, Hizbullah’ı siz Kürtler çok daha iyi biliyorsunuz. Böyle bir şey kabul edilebilir mi? Kabul etmediğimiz için de mücadele ediyoruz. Ben yıllar yılı gazeteciliğimde kalemimle en ağır eleştirileri yazdım Erdoğan’a karşı. Bugün de bunun için siyasete giriyorum.
HÜDA PAR’a değindiniz. Bu Kürtlerde yeni bir muhatap yaratma çabası mı?
Olur mu? Düşünsene HÜDA PAR zihniyetini Kürtler nereye kadar kabul edebilir. Öyle bir güce ulaşabilir mi HÜDA PAR, öyle bir şey mümkün değil. Ama HÜDA PAR ve Hizbullah, o eski zihniyet, Türkiye’de o zaman faili meçhul cinayetlerde devlet adına çalıştılar ve katillik yaptılar, Kürtleri dan dan enseden vurdular. Siz daha iyi biliyorsunuz. Bu acılardan sonra, bu acıların çekilmemesi için uzlaşma ruhunun önemine değiniyorum. Oturacağız Kürt, Türk siyasetçiler, bu sorunu konuşarak, diyalog kurarak hep birlikte çözeceğiz. Bu olmaz mı? Olmuyorsa olmaz, o zaman Kürt sorunu da Türkiye’yi yakmaya devam eder. Biz de eski kısır düşmanlık siyasetiyle sorunlarımızı çözemeyiz. Yoksulluk, işsizlik, fuhuş, rüşvet, bütün bunları içinde debelenip dururuz. Onun için bu uzlaşma hikayesi çok önemli ve Kürt meselesinden başlatabilirsek daha da iyi olur, Erdoğan’ın gitmesi koşuluyla.
MA / Özgür Paksoy