AMED - Erkek şiddetinin ve katliamların artmasının nedeninin önleyici mekanizmaların işletilmemesi ve cezasızlık politikası olduğunu belirten avukat İrem İlhan, “Kadınların korunması için yasanın değil, zihniyetin ve politikanın değişmesi gerekiyor” dedi.
Kürdistan ve Türkiye’de kadınlar, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nü şiddet ve katliamların günden güne arttığı bir tabloyla karşılıyor. Kadına yönelik şiddet her yıl daha önemli bir sorun haline geliyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, Kasım 2024’ten bugüne 281 kadın katledildi, 295 kadın şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Yine platformun 2025’in ilk 6 ayını kapsayan raporuna göre, 136 kadın katledildi, 145 kadın şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Kadınların yüzde 35’inin evli olduğu erkek tarafından, yine yüzde 65’inin evinde katledildiği dikkat çekti. Erkek şiddetine dair her ay çetele tutan JINNEWS’in verilerine göre, Kasım 2024’ten bu yana kadın katliamlarının 12’si ile şüpheli kadın ölümlerinin 9’u Amed’de gerçekleşti.
Şiddet ve katliamların birçok nedeni bulunurken, faillere en büyük cesareti veren ise önleyici mekanizmaların işletilmemesi oluyor. Amed Barosu Kadın Hakları Merkezi Temsilcisi İrem İlhan, hukuki mekanizma ve düzenlemelerin durumuna dair konuştu.
AMED’DE ARTAN ŞİDDET
Amed’de kadına yönelik artan şiddete dikkat çeken İrem İlhan, bunun bireysel ya da toplumsal bir olgu değil, doğrudan politik bir sonuç olduğunu söyledi. Kadın dayanışma merkezleri, danışma birimleri ve belediyelerin kadın politikalar yapılarının 2016 yılında kayyım atanmaları ile tasfiye edilmesiyle kadınların destek ve dayanışma ağlarının ortadan kalktığını hatırlatan İrem İlhan, bu durumun hem şiddeti önlemeyi hem de krize müdahaleyi sekteye uğratan başlıca nedenler olduğunu dile getirdi. Cezasızlık politikaları, ekonomik yoksullaşma, militarist politika ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleşmesiyle birlikte erkek şiddetinin daha da pervasız hale geldiğine dikkat çeken İrem İlhan, “Dolayısıyla Amed’deki bu artış, devletin yerel yönetimlere müdahalesiyle, feminist politik zeminlerin yok edilmesiyle oluşmuş oldu” diye belirtti.
AİLEYİ MERKEZE ALAN POLİTİKA
Devletin kadını bir birey olarak değil de, ailenin temeli olarak görmesinin politik bir anlayış olduğunu söyleyen İrem İlhan, bu anlayışın ise erkek şiddetini görünmez kıldığını kaydetti. İrem İlhan, “Kadına yönelik şiddeti toplumsal bir eşitsizlik meselesi değil de münferit bir aile içi olayıymış gibi göstererek, hem failin hem de sistemin sorumluluğu gizleniyor. Bu bir toplumsal eşitsizlik meselesidir. ‘Aile dokunulmazdır, özel kapsamdadır’ denilerek aslında kadının kendini savunmasını yok sayıyorlar. Bu da tabii hem failin hem de sorumluların tüm sorumluluğunu gizliyor. Feminist bakış açısıyla da söylersek; kadını değil de aileyi merkeze alan her politika şiddetini yeniden üretimine zemin hazırlar” ifadelerini kullandı.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin doğrudan şiddetin artmasına zemin hazırlayan politik bir mesaj olduğunu sözlerine ekleyen İrem İlhan, “Çünkü bu karar devletin kadını koruma yükümlülüğünden geri adım attığının simgesiydi. Bu da zaten mağdurlara umutsuzluk verirken, faillere cesaret vermiş oldu. Çünkü devlet böylesine etkin, yerinde olan bir sözleşmeden geri çekildi. Tabii ki failler bununla beraber cesaret aldı. Sözleşmeden çekilmek, erkek şiddetine karşı oluşturulmuş en kapsamlı uluslararası çerçevenin ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Feminizm hareketi açısından da bu sözleşmeden çekilme, Anayasa’da düzenlenen eşitlik ilkesinden ve kadınların yaşam hakkını koruma iradesinden vazgeçilmesidir. Bu yüzden bugün fazlaca artan şiddet oranları, bu politik geri çekilmenin büyük bir sonucudur” dedi.
YASALAR UYGULANMIYOR
Kadınlar için etkin yasaların olduğunu fakat uygulanmadığını dile getiren İrem İlhan, “6284 Sayılı Kanun kadınlara başvuru yolları tanıyor. Kadınlar bu kanunla koruma, uzaklaştırma tedbirleri alabiliyor, sığınak talebinde bulunabiliyor. Ama bizim zaten asıl sorunumuz uygulanabilirlik açısından. Mağdur olan kadınlar; kollukta, adliyelerde ikinci mağduriyet yaşıyorlar. Aile arabuluculuğunu eleştiriyoruz. Bunun gelmesinin birçok kötü şeye sebebiyet vereceğini de konuşuyoruz ama zaten örtülü bir şekilde kollukta, adliyelerde aile arabuluculuğu yapılıyor. Nasıl oluyor? Mesela baroya gelen birçok başvurucudan, kendi müvekkillerimizden de duyuyoruz kadınlar karakola gidiyor. Karakol, bu özel bir alanmış gibi müdahalesi mümkün değilmiş gibi yapıyor. ‘Aile içinde olur, halledilir. Zaten çok ceza almaz’ denilerek aydırılıyorlar. Evet etkili bir yasa var. Adından da bahsediyoruz ama şu boyutta eksik diyebiliriz” diye belirtti.
6284 Sayılı Kanun’da bir belgeye dayanmaksızın, “kadın beyanı esastır” ibaresinin yer aldığını ve koruyucu tedbir kararı alınması için herhangi bir belge, delile ihtiyaç olmadığını söyleyen İrem İlhan, ancak koruyucu tedbir kararı almak için çocuğu zaman mahkemelerin kendilerinden delil istediğini aktardı. İrem İlhan, “Örneğin uzaklaştırma kararı alırken darp raporu sunmamıza gerek olmamasına rağmen, darp raporunu sunuyoruz. Yani bu kanunun bize sunduğu koruyucu tedbirlerin çoğunda ekstradan üzülerek söylüyorum, yasalarda yer almamasına rağmen delil veya belge sunuyoruz ki, o koruyucu tedbir kararı başvurucu mağdur kadın lehine alınabilsin. Bir diğer eksiklikte kollukta uzaklaştırma kararı alınırken, her seferinde bir ay uzatılmasını istiyorlar. Kanunen 6 ay süreli verilebilir. Kadın zaten ilkini alırken bile çokça mağdur. Bir ay sonrasında tekrardan uzatılmasını istiyorlar. Yasanın lafzı iyi, birçok olanak da sağlıyor ancak uygulanmıyor” ifadelerini kullandı.
KÜRDİSTAN’DA DİL SORUNU
Bir diğer mağduriyetin de özellikle Kürdistan kentlerinde anadil boyutuyla yaşandığına dikkat çeken İrem İlhan, Kürt kadınların anadilinde kendini ifade edememesinin problemlere yol açtığını belirtti. İrem İlhan, anadiliyle konuşmasına izin verilmemesinden veya karşı tarafın anlamamasından dolayı derdini anlatamayan kadının, başvuruda bulunamadığını belirtti.
NEDEN CEZASIZLIK
Kadın katliamlarının artmasındaki en öncelikli nedenin cezasızlık politikası olduğunun altını çizen İrem İlhan, faillerin en büyük cesareti cezasızlıktan aldığını vurguladı. İrem İlhan, “Her cezanın bir yaptırımı vardır. Caydırıcı bir yaptırımı olması lazım. Bu yaptırımlarda kanunen düzenlenmiştir. Ama potansiyel fail veya failler o suçu işlediğinde bir yaptırıma maruz kalmadığında zaten caydırıcı bir şey olmuyor. Kaba tabirle ‘Yaptım bir şey olmadı. Şunu da yaparsam bir şey olmaz’ sonucu ortaya çıkıyor. Yine uygulanabilirlik kısmına geldik. Kanunda zaten cezası düzenlenmiş ama o yaptırım uygulanmadığı sürece kanunda düzenlenmesinin bir önemi yok. Fiziki olarak uygulanması gerekiyor. Şüpheli kadın ölümlerinin, kadın cinayetlerinin hepsi politiktir ve temelinde cezasızlık politikası yatıyor. Aslında kadınların korunması için yasanın değil de zihniyetin ve politikanın değişmesi gerekiyor” dedi. İrem İlhan, ayrıca anadil konusunda da bir düzenlemenin getirilmesi, emniyet ve adliyelerde başvuru alan görevlilerin toplumsal cinsiyet eğitimini almalarının yerinde olacağına vurgu yaptı.
ŞİDDETE KARŞI POLİTİK MÜCADELE
Kadına yönelik şiddetle mücadelenin tek yönlü değil, çok yönlü bir politik mücadele olduğunu söyleyen İrem İlhan, devletin koruma yükümlülüğüyle, kadın hareketinin dayanışma gücünün beraber işlenmesi gerektiğini söyledi. Topyekun bir eşitlik politikası kurulmadığı sürece şiddetin sona eremeyeceğine dikkat çeken İrem İlhan, şöyle devam etti: “Belediyelerden adliyelere, kolluklara kadar her alanda toplumsal cinsiyet eşitliği temel ilke haline getirilmeli ve failin değil, kadının yaşamı koruma merkezine alınmalıdır. Aynı zamanda erkek şiddeti ile mücadele erkeklerin dönüşümünü de zorunlu kılar. Bu nedenle eğitim, basındaki medya dili, toplumsal farkındalık kampanyaları da bu mücadelenin bir parçasıdır. Bu topyekun bir mücadele; tüm kurumların, birimlerin elin taşının altına koyması gereken bir mücadele. Şiddeti politik sorun olarak ele alıp, politik çözümler üreterek sonlandırabiliriz.
25 KASIM MESAJI
25 Kasım hesap sorma ve yaşamı yeniden kurma günüdür. Kadınların yok sayılan sesini görünür kılmayı ve şiddete karşı olduğumuzu bir kez daha somut olarak göstermek açısından çok önemli. Her 25 Kasım'da sokaklarda olmak, bize tanınan bir protesto alanı değil, var olduğumuz bir alan. Biz o gün oralarda olarak, ‘Buradayız ve yaşamak istiyoruz’ diyor, irademizi görünür kılıyoruz. 25 Kasım'da alanlarda olarak katledilen kadınlar için adalet, yaşayan kadınlar için özgürlük ve geleceğimiz için de eşitlik istiyoruz. Bu 25 Kasım'da da alanlarda olmak, bir kez daha yaşama hakkımızı savunmak demektir. Tüm kadınlara çağırımız 25 Kasım’da alanlarda olalım.”
MA / Rukiye Payiz Adıgüzel
