'Kadın örgütlenmesi toplumu değiştirir'

  • kadın
  • 09:05 23 Haziran 2020
  • |
img

VAN - Ağrı ve Van'da yaşanan şüpheli kadın ölümlerine dikkati çeken VAKAD kurucularından Zozan Özgökçe, devletin kadın cinayetlerinde sonuca ulaştırıcı, failleri bulmaya ve cezalandırmaya yönelik ciddi bir çalışma yapmadığını söyledi. 

Koronavirüs (Kovid-19) salgını sürecinde tüm dünyada kadına yönelik psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddette artış yaşandı. İlk virüs vakasının görüldüğü 11 Mart tarihinde Türkiye’de yapılan “Evde kal” çağrıları ile kadınlar kendilerine şiddet uygulayan erkeklerle bir arada yaşamak zorunda kaldı. Bu süreçte daha fazla sorumluluk alan kadınların ev içi şiddet görmesi de kaçınılmaz oldu. Bunun yanı sıra yaşanan şüpheli kadın ölümleri ve kadına yönelik şiddet de ciddi boyutlara ulaştı. Van’da 3 ay içerisinde 5 kadın, Ağrı’da ise 35 gün içinde 6 kadın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Kadınların şiddet gördüklerine dair kolluk kuvvetlerine başvurmaları da bu süreç içerisinde sonuçsuz kaldı.
Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Van Kadın Derneği (VAKAD) kurucularından Zozan Özgökçe, pandemi sürecinde yaşanan kadın cinayetlerini, şüpheli ölümleri ve kadınların ev içinde maruz kaldığı şiddeti değerlendirdi.  
 
'HUKUKSAL OLARAK NE YAPILDI?'
 
Kadın ölümlerinde genelde faillerin eş, ağabey, sevgili, boşanmış olan eş pozisyonunda olduğuna dikkati çeken Özgökçe, devletin özellikle kadın cinayetlerinde sonuca ulaştırıcı, failleri bulmaya ve cezalandırmaya yönelik ciddi bir çalışma yapmadığına vurgu yaptı. Söz konusu durumun yarattığı etkiye ve sonuca işaret eden Özgökçe, "Bu durum diğer erkekleri, yakınındaki kadını öldürmeye cesaretlendiriyor. Ölü bulunma, şüpheli ölümler, ev içinde olan kazaların ölümle sonuçlanması gibi vakalar çoğaldı. Mesela Mayıs ayında 19 vakayı inceledim. Bunların büyük bir çoğunluğunun faili bulunamadı. Basında hukuk süreçleri ile ilgili herhangi bir bilgi çıkmadı. Aleyna Çakır evinde ölü bulundu. Bornoz kuşağı ile intihar ettiği söyleniyor; ama bunun faili olabilecek kişilere dahil hukuksal olarak ne yapıldı? Bu bilinmiyor. Bunu sadece biz kendi bireysel ilişkilerimizle öğrenebiliyoruz” dedi. 
 
‘ŞÜPHELİ ÖLÜMLERİN ÇOĞU CİNAYET’
 
Ağrı’da 7 Mayıs ile 12 Haziran tarihleri arasında biri kaza, 5 kadının şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdiğini hatırlatan Özgökçe, aile içi şiddet ve kadın cinayetlerinin yanı sıra kentte bir de kayıp kadın vaka sayısında artış yaşandığına dikkati çekti. Yaşanan olayların bir çoğunluğunun kayıtlara dahi geçmediğini belirten Özgökçe, “Ağrı ve ilçeleri ezelden beri gerçekten çok sorunlu. Zamanında çok başvuru aldık oradan. Kadın kayboluyor, aile kayıp ilanı da veriyor mesela; ama kadın yok ve nerede olduğu bilinmiyor. Bir şey yapılmaması çok ciddi bir sorun" diye konuştu. 
 
ŞÜPHELİ ÖLÜMLERİN ÇOĞU CİNAYET 
 
Bölgede faaliyet yürüten kadın örgütlerinin neredeyse tamamının kapatıldığını söyleyen Özgökçe, "Çalışan, takip eden kadın örgütleri ve feminist grupların çoğunu bastırdılar. Şüpheli ölümlerin büyük çoğunluğunun cinayet olduğunu biliyoruz. O dönem VAKAD varken, özellikle köylerde kadın intiharlarını araştırıyorduk. Kadın intiharlarının büyük bir çoğunluğu da şüpheliydi. 12 yaşında bir kız çocuğunun namazını kılıp, evi toparlayıp intihara karar vermesi imkansız. Hayatın akışına uymuyor. Kimsenin bir şey yapmaması, bunun üzerinde durmaması, raporlara 'intihar' olarak geçmesi, konunun kapatılması ve buna pandemi de bahane gösterilerek soruşturma yapılmaması çok üzücü gerçekten” diye belirtti. 
 
KADINLARIN İŞ YÜKÜ ARTTI
 
Salgın nedeniyle evlere kapanan kadınların sorumluluklarının arttığını dile getiren Özgökçe, şöyle örneklendirdi: “Kendimden de örnek verecek olursam; çalışan bir kadın olarak sabahleyin evden çıkıp işe geliyorum, işte çalışıyorum. Çalışma yerinde öğle tatili veya daha sosyal alanlara katılabilme şansı yakalıyorduk. Ama bu sefer gece gidiyorum ikinci mesaim başlıyor. Pandemi döneminde sabahtan, akşam evdeki herkes uyuyana kadar, hatta uyuduktan sonra çalışıyorduk. Kadına ev içinde verilen sorumluluklar çok büyük bir şiddet göstermeye bahane edildi. Yani ‘niye sabah kalkmadın, niye kahvaltıyı zamanında hazırlamadın, çocuk ağlıyor niye çocuğa bakmadın’ gibi kadına yüklenmiş rollerin bu kadar büyük bir yük haline gelmesi pandemi döneminde daha çok ortaya çıktı. Ev içi emek çok katlandı. Aileye hizmet eden kadın eğer ona atfedilen görevlerini yerine getirmezse şiddet görüyor. Şiddet gördükleri kişiyle aynı evde kalmak zorunda kaldılar. Kadınlar, daha fazla ev içine hapsoldu. Ev içinde mesaileri, sorumlulukları, iş yükleri arttı. Ve bunlarla birlikte şiddet gördüler. O yüzden şiddet derken sadece fiziksel şiddetten bahsetmiyorum. Kadından sürekli bu sorumlulukların beklenmesi, kadının sürekli hizmete odaklı yaşaması da ciddi bir şiddettir.”
 
‘FAİLLER EN YAKINDAKİLER' 
 
Evlerin kadınlar için güvenilir yerler olmadığını yineleyen Özgökçe, şiddette maruz kalan binlerce kadının korktuğu için karakollara gidemediğini de ifade etti. Özgökçe, “Kadın cinayetlerinde failler daha çok en yakınları yani aile içinden. Tecavüzlere baktığımızda da benzer durum var. En yakınındakiler yapıyor bunu. Ensest mağdurları, en güvendikleri kişiler tarafından buna maruz kalıyorlar. Cinsel istismar mağduru kadın ve çocuklar. Bunların çoğu yabancılar tarafından olmuyor. Çok nadir öne çıkan vakalar. Diğerleri hep ev içinde. Bu dönemde mesela yine küçük bir kız çocuğunun aile içi cinsel istismar yaşadığına dair başvuru aldık. Ev içindeki tehlike, pandemiden daha tehlikeli bir durum. Pandemide iyileşme durumun var; ama ev içinde yaşadığın şiddetten kurtulsan bile bunun yıllarca devam eden travmaları mevcut. O yüzden bu dönem bazı kadınların hayatlarında pandemi öncesi ve pandemi sonrası diye nitelendirilebilir. Bu dönemden sonra bazı ülkelerde boşanmaların çok artığı konuşuldu; ama bu coğrafyada kadınların boşanmaları, boşanmaya karar vermeleri, kendilerine yeni bir hayat kurmaları ve hayatı sürdürmeleri de çok zor. O yüzden eve ve kocaya mahkum kalan kadın sayısı maalesef çok fazla” diye anlattı. 
 
KORUYAN YASA YOK
 
Yaşanan kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddette yasaların yetersiz kaldığını vurgulayan Özgökçe, kadınların güvende olmadığını belirterek, şöyle devam etti: “Şu an tecavüze uğrasak, kocamız tarafından şiddete ve tacize maruz kalsak bizi koruyacak yasalar yok. Bu yüzden pandemi döneminde kadın örgütleri, kendini koruyabilme, dövüş taktikleri, korunma, savunma taktikleri dersleri verdi. Bu mekanizmaların böyle olması, kadına bakış açısının bu kadar ataerkil olması, şikayete giden bir kadının ,‘aile içi şiddet görüyorum’ demesi sonucu, şiddet uygulayanın para cezası ile cezalandırılması acayip bir şey. Dernekte rastladığım bir vakada kadın, şiddet gördüğü için kocasını şikayet etmişti. Savcı erkeğe para cezası veriyor. Kadın derneğe geldiğinde, ‘iyi bari dayak yediğim için bana bir para gelecek’ diye bir söylemde bulundu. İşin aslı böyle değil. O parayı devlet alıyor. Yani biz dayak yiyoruz, ceza kesiliyor ve devlet para alıyor. O parayı alıyorsun ama o sorunu çözdün mü? Hayır. Sistem kadını tekrar eve gönderiyor. ‘Ceza kestim eve git’ böyle bir şey olamaz. Faillerin, şiddet uygulayan kişilerin bırakıldığında ciddi şekilde takip edilmesi lazım. Gerektiğinde yargılanmaları lazım. Onları o süreç içerisinde şiddet ortamına geri gönderiyorsun. Dolayısıyla çok çarpık, kadınları düşünmeyen, kadınların yaşadıkları ve yaşayabilecekleri şeylerin ihtimalini düşünmemek şiddeti engellemiyor. Cinayetler o yüzden artıyor.”
 
TOPLUMDA DEĞİŞİME YOL AÇAR 
 
Kadınların örgütlenmesinin toplumda değişime yol açacağını söyleyen Özgökçe, "Ben komşumla, arkadaşımla, annemle, kız kardeşimle onun yaşadığı sorunla ilgili bir örgütlülük gösterebiliyorsam, onu anlayabiliyorsam bu örgütlülüktür. Yani toplumun yüzde 40’ı bu şekilde örgütlü olsa erkeklere karşı, biz kadınlar için ciddi bir güç demektir. Mesela ben ve komşum örgütlü değilsek kocam beni döver. Ben bağırırım karşıdaki komşu kapımı bile çalmıyorsa eğer, bu devam eder. Ama kadına şiddet uygulayan biri, ‘komşum duyar ben eşimi dövmeyeyim’ diye bir otokontrol gelişir. Sadece bu bile yeter. Üç kadın kendi aralarında örgütlü olsa birbiriyle empati ve dayanışma geliştirseler toplum çok değişir. İlla bir masa olsun, kuruluş olsun değil. Van’da, Ceren Atlı evinde ölü bulundu diye binlerce kadının sokağa çıkması lazım. Binlerce kadın buna üzülmeli ve öfke duymalı. Bizim öfkeli halimizi de bitirdiler. Öfkelenmek de suç artık. Öfkelendiysen seni terörist ilan ediyor. Dolayısıyla kadınlar, o öfkeli hallerinin de kırıldığını fark ettiler. Hatta bir kadın öldürüldüğünde, kadınlar ‘bugün de bir kadın öldürüldü’ diyorlar. O kadar normalleşti artık. Oysa kadın örgütleri öfkeli bir gruptur. Refleksleri hızlı ve çabuk öfkelenen bir grubuz. Ama bu süreçte Kürdistan’da bunu kırdılar” diye belirtti.  
 
MA / Özlem Yayan