İZMİR - Denetim yetersizliğinin gıda zehirlenmelerine yol açtığını söyleyen Gıda Mühendisi Uğur Toprak, temel insan haklarından olan nitelikli ve yeterli gıdaya ücretsiz bir şekilde sağlanması gerektiğini ifade etti.
Sağlıklı gıdaya ulaşmak temel insan haklarından biriyken ekonomik krizle birlikte yurttaşlar beslenme ihtiyacını gidermekte zorlanıyor, ucuz ve niteliksiz besinleri tüketme yoluna başvuruyor. Bunun yanı sıra yurttaşlar denetim mekanizmalarının işletilmemesinden dolayı da gıda zehirlenmesi yaşıyor ve bunlar ölümle sonuçlanabiliyor. Türkiye ve Kürdistan illerinde Kasım ayı da dahil 2025 yılında resmi kayıtlara geçen bin 256 gıda zehirlenmesi vakası yaşandı. Gıda zehirlenmesine yaygın olarak Salmonella, E. coli, Listeria gibi bakterilerin yanı sıra pastörize edilmemiş süt, çiğ et gibi gıdalarda bulunan bakteriler neden oluyor. Ayrıca tarımda kullanılan zirai ilaçlar ve genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO), ürünlerde sağlıksız beslenme ve zehirlenmelerin nedenleri arasında yer alıyor.
Gıda zehirlenmelerinin en çok yaşandığı yerlerin başında ise okul ve yurt yemekhaneleri geliyor. Afyonkarahisar'da Kasım ayında 57 öğrenci bilinmeyen bir sebeple okulda zehirlenirken yine Kasım ayında Kayseri'de bir ortaokuldaki sucuk festivalinde öğrenci ve öğretmenlerden oluşan 80 kişi zehirlendi. 9 Aralık'da Muş Sultan Alparslan Kız Öğrenci Yurdu'nda 100'e yakın öğrenci yedikleri mantı sebebiyle zehirlenerek Muş Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Denetime giden ekipleri, mantıların son kullanma tarihinin geçtiğini tespit ettikleri belirtildi. Durumu protesto etmek isteyen öğrenciler yurttan atılmakla tehdit edildi. Olaya dair soruşturma açılıp açılmadığı bilinmezken, gıda zehirlenmelerindeki artışın en büyük sebebinin denetimsizlik olduğu bir kez daha gözler önüne serildi.
'SAĞLIKLI BESLENME HAKKI ANAYASAYA GİRMELİ'
Gıda zehirlenmelerindeki artışın sebebine dikkati çeken Gıda Mühendisi Uğur Toprak, sağlıklı, yeterli ve sürdürülebilir bir şekilde gıdaya ulaşmanın temel insan haklarından olduğunu söyleyerek, devlet mekanizmalarının en önemli görevlerinden birinin bunu sağlamak olduğunu ifade etti. Memleket şartlarında ne temiz suya ne de sağlıklı ve nitelikli gıdaya ulaşımın sağlanamadığını belirten Toprak, okullarda en az bir öğün ücretsiz yemek verilmesinin bile önüne geçildiğini hatırlattı. Bütçe görüşmelerini anımsatan Toprak, "Tam da bütçe görüşmelerinin olduğu dönemde, bütçenin kimin için yapıldığını tartışmak gerekiyor. Maalesef bu memlekette bütçe yurttaş için değil, yandaşlar için harcanıyor. Sağlıklı, yeterli, dengeli gıdaya erişim için harcanmayacak her 1 TL'lik bütçenin yarın 8, 10, 12 katını sağlık harcamalarında göreceğiz. Ne yazık ki sağlık da bir sektör haline getirildiği için bu da görmezden geliniyor. Çocuklar beslenemiyor. 'En azından okullarda bir öğün sağlıklı bir şekilde beslenebilsin' diyoruz. Bu talebi Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu içerisinde yer alan Gıda Mühendisleri Odası, Türk Tabipleri Birliği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Veli-Der ve siyasi partiler de gündemlerine almaya başladı. Türkiye'de yaşanan birçok problemin kaynağında sağlıklı, yeterli, dengeli beslenmemeyi görebiliriz. Bu 1961 Anayasası'nda bir hak olarak bulunuyordu. Ama 1980'den sonra 82 Anayasasıyla birlikte bu hak kaldırıldı. Tekrardan bunun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde olduğu gibi Anayasada da bu hakkın geçerli olması lazım" diye konuştu.
'GIDA GÜVENLİĞİ KRİZİ POLİTİK BİR DURUM'
Gıda zehirlenmelerin hep olduğunu ama Kasım ayında çok görünür olduğunu kaydeden Toprak, ulaşılan verilere göre bin 259 kişinin gıda zehirlenmesi şüphesiyle hastaneye başvurduğunu söyledi. Gıda zehirlenmelerinin politik olduğunu dile getiren Toprak, "Neden politik? Çünkü ülkedeki alım gücü sürekli düşmeye başladı. Yurttaş artık temel gıdaya ulaşamaz hale geldi. Barınmaya harcadığı gider ciddi oranda arttı. Gıda enflasyonu dünyada düşerken ülkede giderek artıyor. Asgari ücret 22 bin TL. Türk-İş'in verilerine göre açlık sınırı 28 bin TL, yoksulluk sınırı 97 bin TL. 4 kişilik bir ailenin tamamı asgari ücretle çalışsa bile yoksul. Böyle bir ülkede yurttaş ürünlerin taklit, tahşiş olduğunu bilmesine rağmen bunları almak zorunda kalıyor. Aralık ayı geldi. Enflasyon oranları belirlenecek. Zamlar belirlenecek. Yine gıdada olduğu gibi TÜİK verilerinde de tahşiş yapacak ve asgari ücrete verilecek zam yine az kalacak. Burada yurttaşlar yine ucuz, sağlıksız ve niteliksiz gıdaya yönelecek" diye belirtti.
'GEREKLİ ANALİZLER YAPILIYOR MU?'
Zirai ilaç kalıntılarından kaynaklı ihraç edilen ürünlerin geri dönmesi sorununa değinen Toprak, "Yurt dışına giden ürünlerin bu topraklarda üretilen en kaliteli ürünler olduğunu hepimiz biliyoruz. Kalan ürünler bizler tarafından tüketiliyor. Ama biz hep bu ürünler yurtdışından döndüğü zaman konuşuyoruz. 'Bunları yurtdışında şu ülkenin yemediğini biz mi yiyeceğiz' diyoruz. Ama aslında ülke sınırları içinde satılan ürünler çok çok daha vahim. Bunların kontrolleri nasıl yapılıyor. Biraz onları da sorgulamak gerekiyor. Her ülkenin kendine göre bir mevzuatı var ve o mevzuata göre de bu ürünlerin kabul ya da ret sınırları var. Eğer o ülkenin kabul sınırlarına uygun değilse iki ihtimal var. O ülke ya direkt orada ürünleri imha ediyor ve faturasını yolluyor ya da 'Gel bunu ne yapıyorsan yap' diyor. Ne yapıyorsan yap kısmında yine iki yöntem çıkıyor. Birincisi eğer başka bir ülkeye gönderebiliyorsa oradan alıp başka bir ülkeye satışını gerçekleştiriyor. Değilse bizim mevzuatımızda tüketilebilecek şekildeyse bizde tüketimi gerçekleşiyor. Son zamanlarda mesela Dubai Çikolatası diye bir şey duyduk. Dubai Çikolatası bugüne kadar hiç yok muydu? O fıstıkların iadesinden sonra mı biz bunu yemeye başladık? Bu da ayrı bir soru işareti. Burada da en son Mersin'den mandalinalar Artvin'e sınır kapısına gittiği zaman orada fark edildi. Bakanlık diyor ki 'Biz Avrupa Birliği'yle uyum içerisindeyiz'; ama bu kadar yasaklı madde nasıl yurtdışından dönüyor. Kimse bunu kabul etmiyor. Bu mandalinalar Mersin'de daha topraktan hasat edilmeden fark edilmemiş miydi? Bakanlık 'Büyük bir iş yaptım, imha ettim' dedi; ama imha görüntülerini hepimiz izledik tam anlamıyla bir fecaatti. Plastik kasalarla birlikte toprağa gömdü. Evet, dönen ürünleri tüketmek biraz sıkıntılı. Ama ondan önce sorulması gereken bu topraklar içerisinde gerekli analizler yeteri kadar yapılıyor mu? Pazarda manavda ne tüketiyoruz? Yurtdışına gönderilen ürünlerden daha mı iyi olduğunu düşünüyoruz? Bunları biraz sorgulamamız gerekiyor" ifadelerini kullandı.
TEMİZ SUYA, NİTELİKLİ GIDAYA ULAŞIM
Gıda güvenliği ile gıda güvencesinin birbirinden ayrılamaz iki kavram olduğuna dikkat çeken Toprak, ülkenin birçok yerinde direniş olduğunu söyledi. Hatay'da depremden sonra çiftçinin toprağı üzerine inşaat yapılmasına, zeytinlikleri yok eden maden yasasına tepki gösteren Toprak, çiftçinin nerede üretim yapacağını, yurttaşın ise güvenli gıdaya nerede ulaşacağını sordu. Ülke toprakları içindeki gıda üretiminin güvence altına alınması gerektiğinin altını çizen Toprak, "Herkesin yiyebileceği sağlıklı, güvenli gıdayı siz üretebilin. Bugün yaklaşık 85 milyon ülke nüfusu. Mültecilerle birlikte 90 milyon oluyor. Gelen turistleri de sayarsanız 100 milyonun üzerinde insanın sağlıklı, yeterli beslenmelerini sağlamanız lazım. Nasıl sağlayacaksınız? Yerli üretim diye aldığımız mercimeğe bir bakıyoruz Kanada'dan almışız. Biz kendi kendine yeten ülkelerden biriydik. Ama şu anda hiçbir şey üretemez hale geldik. O yüzden önce bu denetimin sağlanması lazım. Daha sonra da gıda güvenliğiyle ilgili denetimlerin sağlanması için de Tarım ve Orman Bakanlığı'nın tasarruf tedbirlerini bir kenara bırakıp başta gıda mühendisi sayısını arttırması gerekiyor. 'İtibardan tasarruf olmaz' diyorlar. Bir ülke için en büyük yurttaşlarının sağlıklı, yeterli gıdaya ulaşması hatta ücretsiz bir şekilde temiz suya ulaşmasını da sağlamak olmalıdır" şeklinde konuştu.
