Ekonomist Durmuş’tan uyarı: Ülke mali krize gidiyor, zarar toplumsallaştırılıyor

img

ANKARA - Türkiye ekonomisi için "çoklu kriz" tanımı yapan Prof. Dr. Mustafa Durmuş, "Ekonomik kriz, ödemeler dengesi kriziyle başladı, resesyon ile derinleşti. Sırada bankacılık krizi var. En son bütün krizin yükünün toplandığı alan olan kamu maliyesi krizine doğru bir gidiş söz konusu” uyarısında bulundu. Durmuş, noktaya gelinmesinde ise Barış Süreci’nin sona erdirilip, savaş konseptine dönülmesinin etkili olduğunu vurguladı. 

 
Türkiye ekonomisinde 2013 yılından bu yana kendisini hissettiren kriz hali, 2018 yılı ortalarında yaşanan döviz kurundaki yükselişle birlikte derinleşmiş durumda. Büyümede süren düşüş hali, yükselen enflasyon ve işsizlik rakamları her geçen gün büyüyor. Dolar kuru ise 6 liranın üzerinde. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin verilerine göre, Nisan ayına kurulan şirket sayısı bir önceki aya göre yüzde 5,16 azalırken, aynı dönemde kapanan şirket sayısı yüzde 13,44 oranında yükseldi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) istatistiklerine göre ise, Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2019 yılı Şubat döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 1 milyon 376 bin kişi artarak 4 milyon 730 bin kişiye ulaşmış durumda.
 
Türkiye ekonomisinin içerisinde bulunduğu durumu ve mevcut gidişatı Prof. Dr. Mustafa Durmuş ile konuştuk. 
 
Artık saklanamayan bir noktada olan ekonomideki kriz halini siz nasıl tanımlıyorsunuz? 
 
Ben buna “çoklu kriz” diyorum. Tabi ki iktisadi krizi de içeriyor ama bir politik kriz yaşanıyor ülkede. Bunun ötesinde bir toplumsal kriz var, hukuk krizi var, ekolojik kriz var... Ekolojide yaratılmış olan tahribat başat rolde. Dolayısıyla ben bu tartışmalı konuya, gelinen duruma “çoklu kriz hali” diyorum. Bazıları bunu bir çöküş olarak da değerlendirse de, ben çöküşe doğru bir gidişatın olduğunu söylüyorum ama bir bütün olarak toplumun çöktüğünü söylemek şuanda mümkün değildir diye düşünüyorum. Bu çöküş değil, ama çok derin ve ağırlıklı olarak da ekonomik ve politik bir kriz olarak tanımlayabilirim. 
 
Bahsettiğiniz gibi kriz derin ve gıdadan ulaşıma yaşamsal birçok şeye peş peşe gelen zamlar toplumu etkiliyor. Bugüne nasıl gelindi?
 
Krizin en çok derinleştiği yıl 2016 krizi. Bunun kökleri ise 2013 yılına kadar gidiyor. Ama 2016 yılından sonra özellikle de OHAL uygulamaları ile beraber, krizin çok daha kötüleştiğini biliyoruz.
 
Aslında krizin en çok derinleştiği yıl 2016 krizi. Bunun kökleri ise 2013 yılına kadar gidiyor. Ama 2016 yılından sonra özellikle de OHAL uygulamaları ile beraber, krizin çok daha kötüleştiğini biliyoruz. Daha sonra bu 17-25 Aralık çatışmaları ile daha da derinleşti. İlk olarak TL'nin değeri çok şiddetli bir şekilde düştü. Örneğin dolar kuru 2018''in başında 3,73'tü bugün ise,  6 TL'nin üzerinde. Yani bu ciddi bir artış sadece bir yıl içinde gelişti. 
 
2018 yılındaki toplam artışta yüzde 40 civarındaydı. Bununla birlikte bir de ülkenin dış borçlarında büyük bir birikme var. Hazinenin verilerine baktığımızda; 450 milyar dolar toplam dış borç stoku var ve bunun üçte ikisi özel sektöre ait. Tabi doların değeri yükselip, TL'nin değeri düştükçe, borç yükü durduğu yerde inanılmaz bir şekilde TL cinsinden artmaya başlıyor. Çünkü o doların TL cinsinden temin edecekler yani TL verip temin edecekler. Dolayısıyla doları satın alma maliyeti kur yükseldikçe bu da çok ciddi bir şekilde şirketleri vurmaya başladı. Yani finansal krizin göstergeleri anlamında hem TL'de düşme, hem borç krizi, hem de kısa vadeli bir yılda ödenmesi gereken 185 milyar dolar civarında borç stoku var. Bütün bunların üst üste koyduğumuzda biz bunları iktisatçı teriminde “ödemeler bilançosu krizi” diyoruz. 
 
Ödemeler bilançosu krizinin yansımaları nelere mal oldu ve size göre kriz nereye doğru eviriliyor?
 
Bunun yansımaları ithalatın azalması, üretimin durması, işsizliğin artması, iflasların artması ve benzeri biçimiyle gelmeye başladı.  İşte bu ödemeler bilançosu krizi dediğimiz bu krizin en önemli etkisi, ekonomiyi resesyona sokması oldu ve dolayısıyla küçülen ekonomi eksi büyümeye başladı. 
 
Bu nedenle dolayı dünyanın birçok yerinde gelen raporlarda da görüldü ki, en az eksi 1-3 oranında bir küçülmenin olduğunu görüyoruz.  Ödemeler bilançosu krizi, döviz cinsinden başlayan kriz, resesyona girmiştir. Özeti budur. Bunun belirtileri bir işsizlik, ikincisi yoksulluğun artması, gelirlerin azalması, şirket iflasları ve konkordatolar gibi gibi...  İşin bir başka boyutu daha var. Birincisi bankacılık sektörünü vurması, ikincisi ise krizin gelmek üzere olduğu kamu maliyesi krizi. Yani devletin mali krizine dönüşüyor.  Ödemeler dengeler krizi ile başladı, resesyon ile derinleşti, sırada bankacılık krizi var ve en son bütün krizin yükünün toplandığı alan olan kamu maliyesi krizi. Yani devletin kendi mali krizine doğru gidiyor kriz. 
 
Birkaç uluslararası haber ajansı bu süreçte enerji krizine de dikkat çekti…
 
Enerji sektörü krizi bugün belirgin yaşanıyor. Bildiğiniz gibi 100 milyar doları aşkın bir proje bedeli ile çok sayıda HES ve jeotermal santralı altyapı yatırımı var. Bu altyapı yatırımların en önemli özelliği, devletin bunlara garanti vermesi. Hazine bunlara garanti veriyor ama bunun kaynağı dışarıdan geliyor. Yani yabancı kaynak kullanılıyor. Bu da döviz cinsindedir. Fakat devletin bir de bunlara verdiği enerji satın alma garantisi söz konusu. Peki bunlara kim aracılık ediyor. Türk bankaları. özellikle kamu bankaları bunlara aracılık yapıyor. Hazine garantisi ve satın alma garantisi de veriliyor. Şimdi Türkiye ekonomisinin içine girdiği kriz durumu, dövizin çok ciddi bir şekilde yükselmesi, yeni para bulma konusunun zorluğu. Ne oldu? Dışarıdan para bulunmayınca şirketler patır patır dökülmeye başladılar. Patır patır dökülmeye başlayınca, bunun etkisi bu şirketlerin kullandığı kredileri veren bankalar bu sefer riske girmeye başladılar. Bu nedenden dolayı, hem bunların hem de inşaat sektöründeki büyük yapıların risklerini de üstlerine alan bir model geliştirmeye çalışıyorlar. Yani hem enerji sektörü borçları, hem de inşaat sektörünün borçları ve riskleri nasıl toparlanacak. Bunların toparlanması ancak kamu eli ile yapılabilir diye düşünüyorlar. Böyle yapıldığı taktirde işte bunlara borç ve kredi veren bankaların da kurtarılabileceği düşüncesiyle, bankacılık sektöründeki krizi savuşturulması düşünülüyor. 
 
Bunu nasıl yapacaklar? 
 
 Enerji şirketlerini kurtarmak, bunun üzerinde bankaları kurtarmak, bunların bir krize demesi kimsenin tahmin edemeyeceği derin bir krize yol açacaktır. Bunu bildikleri içinde oradaki sorunları alıp, kamunun bünyesine aktarıyorlar.
 
İki tane fon kurulması düşünülüyor. Bunlardan bir tanesi enerji sektörü için kuracaklar. Bir diğerini de inşaat sektörü ile kurmayı düşünüyorlar. Bu fon bütün riskleri üzerine alacak ve bu kredi risklerinin yönetimini sağlayacak bankaların bilançolarını iyileştirmelerini dolayısıyla de bir takım kredi bulma imkanlarını bulmaya sağlayacaklar. Yani burada da bu kez kamu bankaları ve kurulacak olan yeni fonlar üzerinden özel sektörün zararını kamulaştırması devletleştirilmesi örneğini yaşıyoruz. Bunun için Türkiye Varlık Fonu'nu da kullanacaklar. Bu aslında zararın toplumsallaştırılmasıdır! Zararın devlet eliyle toplum üzerine yıkılmasıdır. Enerji şirketlerini kurtarmak, bunun üzerinde bankaları kurtarmak, bunların bir krize demesi kimsenin tahmin edemeyeceği derin bir krize yol açacaktır. Bunu bildikleri içinde oradaki sorunları alıp, kamunun bünyesine aktarıyorlar. 
 
Peki, iktidarın Türkiye'nin enerji sektörü ile inşaat sektörünü kurtarma planlarını bir çözüm olabilir mi?
 
 Devlet de ağrıyı kendi üzerine alıp, kendisi bu sorunu üstlenmek istiyor. Fakat bunu yaparken de bu işin ağır faturasını bizlere kesecek.  
Bu planlar asla çözüm değildir. Çünkü sorunu ortadan kaldırma gibi bir durum yok ortada. Bu sorunu bir bölgede alıp, bir başka bölgeye aktarma işlemidir. Yani vücudunun belli bir yerinde olan ağrıyı o yerden kesiyorsun ama ağrıyı başka yere alıyorsun. Şimdi devletin rolü bu. Devlet de ağrıyı kendi üzerine alıp, kendisi bu sorunu üstlenmek istiyor. Fakat bunu yaparken de bu işin ağır faturasını bizlere kesecek.  
Bundan sonrasında nasıl bir kamu krizine dönmesinin altını çizmek lazım. Bir kere bu sözünü ettiğimiz kurtarma planları bütçe açığını arttıracak şeyler. Bunların hepsi risk. Bütçe açığını arttıran hem koşullu yükler dediğimiz, işte yolcu garantisi gibi, hasta garantisi gibi, enerji sektöründe olduğu gibi batmakta olan şirketlere verilen destekler gibi bunlar  bir şekilde bütçe açığını arttırıyor. Bütçe açığını arttıran başka şeyler de var. Savaş sanayi ve askeri harcamalar. İç ve dış güvenliğe yapılan harcamalarda çok ciddi bir artış var. İşte yüzde 48 oranında bir artış var. Bu da şunu gösteriyor bütçe açığı daha çok artacaktır. O nedenden dolayı tüm bu teşvik, kurtarma, kurdan dolayı gelen zarar ve benzeri askeri harcamala, işte güvenlik harcamaları biçimindeki diğer harcamalarla beraber bütçe açığı artmaya başlayacak. Bütçe açığı geçen yılın ilk dört ayına göre yüzde yüz 33 oranında artmış. Bu bütçe açığının artması devam edecek. 
 
Artışın önünü kesilme ihtimali var mı? 
 
Harcamalar kısılmıyor, bir anlamda seçim çalışmaları falan söz konusu. Tüm bu teminatlar ödenecek, kurtarmalar devam edecek, belli ki bu kurulan fonlar falan. Diğer taraftan da ekonomik krizde olduğu için vergi gelirlerinde reel düşme var. Enflasyonda çok yüksek olduğu için eskisi gibi değil. Yüksek bir enflasyonda topladığınız verginin reel değeri düşüyor. Dolayısıyla sizin onlarda yapacağınız harcamalar eskisine göre daha az bir harcamayı kapsamaya başlıyor. 
 
Kısacası bütçe açığı derinleşmeye başlıyor. Bütçe açığı derinleşmesi, eğer bütçe açığınız giderek artıyorsa, bunun kapatmanın yollarından bir tanesi sırası ile mevcut kaynaklara saracaksınız, mevcut kaynaklara sardılar. İşte ihtiyat akçesi dediğimiz Merkez Bankası'ndaki 40 milyar lirayı almak için harekete geçti. 40 milyar lirayı kullanacak. Şimdi bir de Merkez Bankası'nın bu yıl ki 30 milyarlık karını da nisan ayında alması gerekirken, ocak ayında aldılar.  Alın size 70 milyar liralık bir kaynak. Bunu harcıyor. Ee bu da bitecek. Bundan sonra ne yapacak? Bu sefer borçlanmaya başlayacak. Devletin borçlanma gereği arttıkça, bu kez faiz oranları daha yüksek oranlarda bonu tahvil çıkarması gerekecek faiz oranlarında. Bu da aslında borç stokunu itmeye başlayacak. Bu sefer bütçe kriz bir borç krizi ile kamu borcu krizi ile sarmal bir şekilde yürümeye başlayacak.  Diğer taraftan da vergi gelirleri azaldığı için, bu açık artık kapatılamayacak bir mali krize doğru gidecektir. 
 
Bunun sonu 23 Haziran'a kadar bu işi götürmek için çalışacaklar ve bunu yapmak içinde Merkez Bankası’nın rezervlerine yönelecekler. Şimdi rezervleri gitti, yine 450 milyar dolarlık dış borç var, 180 milyar dolarlık bir yıl içinde ödenmesi gereken dış borç var. Bir diğer şeyde içeride bu sözünü ettiğimiz şirketlerin borcu var. Bunlardan dolayı bütçe açığı inanılmaz bir şekilde artacaktır.  
Tüm bu sorunlar ile beraber sorunlar toplandı ve ağrılar devletin göbeğine kondu. Devlet artık kendi göbeğinde bu ağrıları hissetmeye başladı. 
 
Bütçede hedeflenen yıllık 80 milyar TL’lik açığın 54 milyar TL'si ilk 4 ayda gerçekleşti. Yılsonu beklentiniz veya tahmininiz var mı? 
 
Şimdi bunu tahmin etmem mümkün değil, fakat benim tahminlerim yüzde 3'e yaklaşacak bir bütçe açığı olacaktır yılsonu itibariyle. Bu ciddi bir şekilde katlanacak. Bütçe açığının artacağının işaretleri var. Yani bir yandan kesilmeyen güvenlik harcamaları, diğer yandan da bu kurtarma paketleri var.  Realize edilen riskler var. Bu koşullu yükümlüler var. Bunlar takır takır gelmeye başladı. Yine gerçekleşecek bir seçim var. Seçimlerden dolayı piyasaları biraz rahatlatacak şeyler yapacaklarını düşünüyorum. Onu dikkate alırsak, yine toplanamayan vergileri de dikkate alırsak, açık artarak devam edecek. Net bir tahmin etmem mümkün değil ama hedeflerinin iki katı bir bütçe açığı olacağını tahmin ediyorum. 
 
Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın, bütçenin daha fazla bozulmaması için TCMB'nin 40 milyar liralık ihtiyat akçesini Merkezi Yönetim Bütçesine aktarmayı planladığını ve bu konuda gerekli yasal düzenleme üzerinde çalıştığı konuşuluyor. Böyle bir durumda nasıl bir sonuç ortaya çıkar, ekonomi nasıl etkilenir? 
 
Bu gayri resmi olarak para basmak anlamına geliyor. Aslında Hazine ile Merkez Bankası ilişkisi şöyledir; hazine talep eder, Merkez Bankası ona para sağlar.  Merkez Bankası aynı zamanda hazinenin borçlanmasını yapan aracılardan bir tanesidir ya da herhangi bir şekilde tahvil vermesine gerek kalmaksızın, 'ben ihtiyat akçesini kullanmak istiyorum' der.  Çünkü Merkez Bankası'nın hissesinin yüzde 55'i hazineye ait. Dolayısıyla, ‘ben ana ortak olduğum için kötü günlerde sakladığım bu parayı kullanmak istiyorum’ der. Bu paranın verilmesi demek, piyasadaki para arzının artması demek. Yani piyasaya 40 milyar daha para çoğaltmanın değeri ile beraber canlılık gelecek demektir. Yani 40 milyar liranın hepsini harcaması 40 milyarlık artış sağlamıyor. Para çoğaltmanın büyüklüğüne bağlı olarak. Onun bir hesabı var. Daha çok bir genişleme yapıyor. Ama reel üretimde herhangi bir artış söz konusu değilse ki, Türkiye'de reel üretimde hemen bunu karşılayacak bir artış söz konusu değil. Yani hemen piyasa canlandığı zaman reel üretimde artması mümkün değil. Çünkü işsizlik var ve çok büyük dar boğazlar var.
 
Tüm bunların sonuçlarını nasıl göreceğiz?
 
 
Hazineniz inanılmaz para harcıyorsa, cari açığınız çok fazla açıksa, kamu maliyesinin disiplini bozulmuşsa, yani işin maliye tarafı habire para harcıyorsa, Merkez Bankası'nın eli kolu bağlanmış demektir.
 
Bunun sonu enflasyondur. Yani fiyat artışları olacak. Bu anlamda nasıl ki para basıp, piyasaya sürdürmek enflasyona yol açarsa, bu operasyonun da aslında sonuçları itibariyle enflasyona neden olduğu için para basmak gibidir. Yani doğrudan para basmak değil ama para basmak gibi etkileri olan. Yani piyasadaki para arzını arttıran, reel üretim üzerinde herhangi bir üretim artış yetkisi olmayan, sadece fiyatları arttırmaya neden olacak. Dolayısıyla da enflasyonu yukarı çekecek bir faktörden bahsediyoruz. 
 
Bunun teorisi de var. İki tane akademisyen batıda bunu ‘Hoş olmayan monetarist aritmetik’ olarak formülüze etti. Bu şu demek; Hazineniz inanılmaz para harcıyorsa, cari açığınız çok fazla açıksa, kamu maliyesinin disiplini bozulmuşsa, yani işin maliye tarafı habire para harcıyorsa, Merkez Bankası'nın eli kolu bağlanmış demektir. Para politikası etkisiz hale gelmiş demektir ve bunun sonunda yapılacak şey sadece ve sadece para basmaya gider. Bu anlamda bu teoriye uygun gelişiyor işler. Yani Merkez Bankası tamamen etkisiz hale gelmiş durumda. Bu da Merkez Bankası'nın bitişi anlamına geliyor. 
 
Bahsettiğiniz döviz rezervlerine ilişkin olarak, sizce döviz rezervleri Türkiye'de eriyor mu? Döviz rezervinde bir kriz ihtimali var mı?
 
 Böylece Merkez Bankası'nın rezervleri bitti. Erimesinin nedeni bu. Şimdi piyasaya döviz süremiyorlar. Böyle olunca bu kez dövizin ateşini durduracak hiçbir şey yok.
 
Yaşanalar zaten krizin belirtisi. Döviz rezervlerinin soğuklar hariç, eksiye düşmüş olması demek, sizin son kurşununuzu kullanmış olduğunuzu gösteriyor. Yani artık kurşun kalmamıştır. Çünkü döviz rezervleri ile piyasalardaki döviz dalgalanmalarına müdahale ediliyordu. Piyasalara döviz sürüyordu ve piyasalarda TL'yi alıyor ve böylece piyasalardaki dövizin ateşini bastırabiliyordu. 
 
Bunu nasıl sıfırlamaya doğru götürdü? Merkez Bankası kamu bankalarına döviz aktardı ve döviz kamu bankaları üzerinden piyasalara verildi. Böylece Merkez Bankası'nın rezervleri bitti. Erimesinin nedeni bu. Şimdi piyasaya döviz süremiyorlar. Böyle olunca bu kez dövizin ateşini durduracak hiçbir şey yok. İkincisi Döviz rezervlerinin toplu uluslararası sermaye açısından bir güvencedir. Yani dönerler bakarlar. Uluslararası iki şeye bakar. Bir döviz rezervleri ne durumda. İkinci olarak da vergi kapasitesine bakarlar. Yani eğer bir ülkenin vergi gelirleri gayet iyiyse, onlar böyle bir durumda güven duyarlar o ülkeye. 
 
Şimdi Türkiye'de hem vergi tarafından bir sorun var, hem de döviz rezervleri erimiş durumda. Böyle bir durumda yabancı sermayenin ülkeye gelmesi, yabancı sermayenin soğumama yapması gibi olgular tamamen ortadan kalkmaya başlar. Yani döviz rezervlerinin erimesi, aslında bir insanın yüzündeki makyajın erimesi gibidir. Dolayısıyla böyle bir durumda yabancılar güvenip de, gelip Türkiye'de finansal yatırımlara girmek durumunda olmayacaklar. Bu işin sonu IMF'de biter. IMF'ye karşı duruşuma rağmen bunu söylüyorum ne yazık ki... 
 
Daha önce yaşanmış kriz deneyimleri var. Ancak bu kez süreç yönetim şeklindeki değişiklikle birlikte biraz farklı işliyor. Türkiye veya hükümet krizden çıkış için ne yapmalı ve uluslararası kurumların bu duruma ilişkin tavrı nasıl olur. Örneğin IMF’ye gidilirse, nasıl bir talep veya anlaşma dayatılır?
 
Bunun için önümüzde bir kaç tane örnek var. Bir Arjantin örneği var, bir de Pakistan örneği var. Şimdi Arjantin bu anlamda Türkiye'ye çok benziyor durumu. Arjantin 50 milyar dolar civarında IMF ile anlaştı. İkincisi 21 milyar dolarla Pakistan, IMF ile anlaştı. Aşağı yukarı Türkiye ile o ülkeler benzer sorunlar yaşıyorlar. Ödeme dengesi, borç sorunları yaşıyorlar, finansal kriz riski var,  resessyon var. İşte biz ne yaşıyorsak, aslında onlar da yaşıyor ama biz onlardan çok daha derin yaşıyoruz. Bir de Türkiye ekonomisi her ikisinde de büyük bir ekonomi. Dolayısıyla borç stokları da daha yüksek, riskler de daha yüksek. O nedenle Türkiye'nin IMF ile oturup anlaşma yapması halinde, yani Türkiye'in ihtiyacı olan miktar 70-80 hatta 90 milyar dolardan aşağı olmayacaktır ilk etapta.
 
Bunun üzerinde oturup, konuşulaccaktır. Bu rakam IMF'nin hemen cebinde çıkartıp verebileceği bir rakam değildir. Böyle bir paketin oluşturulabilmesinde acaba yabancılar buna hayır diyebilirler mi. Onu sanmıyorum ama Türkiye'nin batı ile özellikle ABD ile olan ilişkilerindeki inişler-çıkışlar, bu süreci zorlaştırabilir. Yine IMF'nin her iki ülkeye dayattıklarına bakıyoruz. Bir kere ‘bütçe açığını kapat’ diyor. Bütçe açığının fazla olması yabancı yatırımcıyı rahatsız ediyor, finansal yatırımcıyı rahatsız ediyor. Zaten senin de yabancı yatırımcıya ihtiyacın var diyor.  Ve sendeki bütçe açığı ile enflasyon bu kadar yüksek oldukça, makro dengelerin bu kadar alt üst oldukça, sen bütçe açığını kapatacaksın. Peki, nasıl kapatılır? Bir kere vergilere yükleneceksin. Elektriğe ve doğalgaza zam yapacaksın. Kamu kesimindeki istihdamı iyice daraltacaksın diyor. Emekçilere dönük, işçilere dönük, yoksullara dönük sosyal harcamaların varsa, onları kısacaksın. Bunları zorlamaya çalışıyor. Bu taraftan baktığımız zaman dayattığı şeyler bunlar. 
 
Bir de bunun dışında IMF'nin bizim gibi ülkelere dayattığı şeylerden bir tanesi de emeği daha fazla esnek hale getirmek. Tüm bunlar karşımıza çıkabilecek şeyler. Bunlara ciddi bir şekilde ‘kemer sıkma’ diyebiliriz. Kemer sıkmanın da kimleri etkileyeceği çok açıktır. Bu demektir ki, bu kemer halka sıktırılacaktır. 
 
İktidarın tarafından kötü gidişatın sürekli dış güçlere bağlıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Artık eskisi gibi dış güçlere bağlamıyor. Çnkü o artık tutmuyor. Bir dönem öyleydi ama şimdi onu terk ettiler. Şimdi ise her şey yolunda, her şeyden iyi çıkacaklarını söylüyorlar. 
 
Muhalefet sık sık Bakan Albayrak’ı istifa çağırıyor. Yaşanan bu kötü tabloda ekonomi yönetimin sorumluluğu hangi düzeyde? Yetkin ve süreci yürütebilecek bir ekonomi yönetimi var mı?
 
Ekonomi yönetimi tek merkezden yönetiliyor. Çok dar bir kadro ile yönetiliyor ve onların da kim olduğunu aşağı yukarı herkes biliyor. Yani bir parlamenter, demokratik rejimde olduğu gibi yönetilmiyor. Meclis’in sorumluluğu ve Meclis’in yetkileri yok denecek kadar az. Bir Bakanlar Kurulu yok, onların kendi aralarında yaptığı istişare durumları yok. O nedenle geniş tabanlı olmasa da, halka sorumlu olan bir ekonomi yönetiminden söz etmek mümkün değil. Bu anlamda da durum ortada. Başarılı mı ya da başarısız mı diye… Bunun ekonomiyi iyi yönetmek ya da yönetmemekle ilgisi olduğu kadar, bence ülkenin yasal sorunları var. Yani bugün ki Maliye Bakanı gitse, daha bağımsız biri gelse de bana göre ekonomiyi düzeltebileceğini sanmıyourum. Hatta muhalefetten birini oraya monte etseler bile ekonomiyi düzeltebilirler mi? Hiç sanmıyorum. 
 
 Demokrasi, hukuk, adalet, eşitlik gibi alanlarda reform olmadıkça krizden çıkışın olmayacağı sesleri yükseliyor. Yine içeride ve Suriye sahasında görüldüğü gibi dış siyasette de Kürt sorunu, S-400 gibi sorunların baskısı hükümet üzerinde artıyor. Bu çerçevede baktığınızda, neler söylemek istersiniz?
 
Türkiye ekonomisinin ve Türkiye siyasetinin çok derin yapısal sorunları var. Türkiye'de demokratikleşme, bir normalleşme, barış ortamı sağlanamadığı sürece ve buna uygun bir biçimde de daha adaletli, daha paylaşımcı, daha katılımcı bir demokrasi modeli hayata geçirilemediği sürece, vallahi her halde dünyanın en iyi üniversitelerinde hocalık yapan bir akademisyen getirseler bile asla ve asla çözüm olmayacaktır. Ben ülkenin sistemik yapısal sorunların olduğunu düşünüyorum. Böyle bir rejimin altında ne yaparsanız yapın hiçbir biçimde sonuca erişemezsiniz. Böyle bir siyasal model altında asla ve asla istikrarı sağlayabilmeniz mümkün değil.
 
Yani sorunun sadece iktisadi boyutta ele almanın bir çare olamayacağını mı söylüyorsunuz?
 
.2013 yılına kadar böyle iyi yürüyen bir ekonomi, 2013 yılından sonra neden tepe taklak aşağıya doğru gitmeye başladı. Bu soruyu sormamız lazım. Onun içinden 2013 yılından bu yana olanlara baktığımızda zaman görürsünüz. Barış sürecinin sona erdirilip, arkasında savaş konseptine tekrar dönüldüğünü görebiliyoruz.
 
Şimdi olup bitenleri iktisat üzerinde okumak mümkün değil. Birçok iktisatçı başka meseleler yokmuş gibi, işte enflasyon oranına bakıyor, cari açığına bakıyor, döviz kuruna bakıyor, işsizlik verilerine bakıyor, bunun üzerinde bir takım temel iktisadi veriler üzerinde Türkiye'nin geleceğine ve bugününe ilişkin değerlendirmeler yapıyor. Ben bu yaklaşımın yetersiz olduğunu düşünenlerdenim. Türkiye'deki krizin kaynakları sadece iktisadi değil. 
Daha önce de söylediğim gibi, Türkiye'deki krizin sebepleri arasında çok ciddi aslında politik nedenler var. Ülkede bir demokrasi sorunun olması, ülkedeki insan haklarının çok kısıtlı olması başlı başına bir sorundur. Aynı şekilde savaşçı politikalar başlı başına bir sorun. Yani 2013 yılına kadar böyle iyi yürüyen bir ekonomi, 2013 yılından sonra neden tepe taklak aşağıya doğru gitmeye başladı. Bu soruyu sormamız lazım. Onun içinden 2013 yılından bu yana olanlara baktığımızda zaman görürsünüz. Barış sürecinin sona erdirilip, arkasında savaş konseptine tekrar dönüldüğünü görebiliyoruz. Arkasında bir FETO-iktidar kavgası söz konusu oldu. Yani bunlar ekonomiyi etkilemedi mi. Bence bunlar fazlası ile etkiledi. 
 
Son olarak sizce gidişata karşı hükümetin planı nedir veya bir planı var mı?
 
Krizin devlet eliyle toplumsallaştırmak dışında temel bir planlarının olduğunu zannetmiyorum. Şimdi para politikaları artık sınırına gelmiş, yeni atılacak hiçbir adım yok. Zaten mali politikaları zorluyorlar farkındaysan. Bunun dışında bir de kurtarmalar kalıyor, o kurtarmaları da yapmaya başladılar. Bunun ötesinde bir planlarının olduğunu düşünmüyorum.  Bunların dışında bu seçim sürecini nasıl daha büyük sorunlar olmadan geçiştirebiliriz hesaplarının yapıldığını düşünüyorum.  Herhalde onlarda 23 Haziran'dan sonra tekrar oturup, düşünecekledir. 
 
MA / Selman Güzelyüz