DİYARBAKIR - DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, PKK Lideri Abdullah Öcalan'a yönelik tecridin kaldırılması talebiyle geçen yıl 8 Kasım'da başlattığı açlık grevi eylemi ile İmralı Cezaevi kapısının yıllar sonra açıklamasını sağlayan isim oldu. Milyonların sahiplendiği eylem karşısında devletin o dönem adeta şok olduğunu dile getiren Güven, "Kürt sorununun çözümü için devletin İmralı kapısını açması gerektiğini" söyledi.
Giderek otoriterleşip hukukun ortadan kaldırıldığı, demokrasi ve insan haklarının hiçe Türkiye'de, son yıllarda yerleşik statükoyu sarsan en büyük itirazlardan biri Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven'in başlattığı açlık grevi eylemi oldu.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Efrin'e yönelik operasyonuna karşı gösterdiği tepki, yaptığı açıklamalar ve DTK çalışmaları nedeniyle 31 Ocak 2018’de tutuklanan Leyla Güven, kaldığı Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle 8 Kasım 2018'de açlık grevine başladı. Güven, gireceği açlık grevini bir gün öncesinde SEGBİS aracılığı ile katıldığı Diyarbakır 9'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki üçüncü dava duruşmasında açıkladı.
Güven, başlatacağı açlık grevini "Kürt sorununun demokratik çözümünde daha önce görüldüğü gibi Sayın Öcalan’ın çok değerli bir rolü vardı. Kürt halkı ve Ortadoğu’da gerçekten düşünceleriyle de yön veren bir çözüm ortaya koydu. Tecridin bu kadar derinleştiği dönemde, tecrit kime uygulanırsa uygulansın bir insanlık suçudur. HDP milletvekili olarak değil, DTK Eşbaşkanı olarak bu günden itibaren süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başlıyorum. Bu uğurda ölmeyi kabul ediyorum. Bu tecrit bir kişiye değil bir halka uygulanıyor. Ben de o halkın bir bireyi olarak ve Sayın Öcalan için ölümü kabul ediyorum. Süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine giriyorum” sözleriyle duyurdu.
EYLEMLER ARTARAK DEVAM ETTİ
Açlık grevine başlayan Güven'e destek olmak amacıyla HDP'li milletvekillerin de katılımıyla Hakkari, Van ve Adana’da 17 Kasım'da bir günlük açlık grevi eylemleri yapıldı. Başlatılan bu eylemler hem cezaevlerinde hem de dışarıda her geçen gün artarak devam etti.
Güven’den sonra aynı taleple Federe Kürdistan Bölgesi’nin Hewlêr kentinde HDP üyesi Nasır Yağız, Galler’de İmam Şiş, Strasburg’da ise 14 kişi açlık grevine başladı.
16 Aralık 2018’de ise onlarca PKK ve PAJK’lı tutuklu, açlık grevine dahil oldu. Bu tarihten itibaren cezaevlerinde yayılan süresiz-dönüşümsüz açlık grevleri, Mart ayı ile birlikte 3 bin 500 tutuklunun katımıyla büyüdü.
MEHMET ÖCALAN İMRALI’YA GÖTÜRÜLDÜ
Çözüm sürecinin sonlandırılmasıyla PKK Lideri Abdullah Öcalan ile en son 5 Nisan 2015'te görüşen HDP heyetinin bu tarihten sonra adaya gitmelerine izin verilmedi. Yine 11 Eylül 2016 tarihinden sonra PKK Lideri ile görüşemeyen kardeşi Mehmet Öcalan, açlık grevi direnişinin büyümesi karşısında devletin geri adım atmasıyla 28 ay sonra 12 Ocak 2019'da İmralı Adası’na götürüldü.
Devlet ve AKP Hükümetinin bu görüşme ile açlık grevlerinin sonlandırılacağı beklentisine rağmen, eylemler tecridin bir bütünen sonlandırılması talebiyle devam etti.
GÜVEN EYLEMİNİN 79'UNCUSU GÜNÜNDE TAHLİYE EDİLDİ
Tecride karşı girdiği eylemine devam ettiği sırada Güven’in yargılandığı davanın dördüncü duruşması 25 Ocak 2019'da görüldü. Ne Güven ne avukatlarının katılmada duruşmada eylemin etkisinin kırılması amacıyla eyleminin 79’uncvu gününde Güven hakkında tahliye kararı verildi.
Tahliye edilen Güven, eylemini evinde sürdürdü. Bu dönemde hem ulusal hem uluslararası kamuoyunda bilinen birçok yazar, aydın, akademisyen ve insan hakları savunucusu Güven'i ziyaret ederek tecridin sonlandırılmasını istedi.
Güven'e destek olmak amacıyla yapılmak istenen her eylem ve etkinliğin polis tarafından engellenmesine rağmen eylemler hem ulusal hem de uluslararası çapta yayılarak devam etti. HDP milletvekilleri Dersim Dağ 3 Mart'ta, Tayip Temel ve Murat Sarısaç ise 8 Mart'ta partilerinin Diyarbakır il binasında süresiz-dönüşümsüz açlık grevine dahil oldu.
Parti binasında yine farklı tarihlerde açlık grevine dahil olan yüzlerce kişi, yapılan polis baskınlarında gözaltına alındı. Açlık grevi eylemcisi 30 tutuklu ise, 30 Nisan ve 10 Mayıs tarihleri itibariyle eylemlerini "ölüm orucuna" çevirdi.
BEYAZ TÜLBENTLİLERİN DİRENİŞİ
Açlık grevleriyle birlikte birçok kentte, polis müdahalesi ve engellemelere rağmen kitlesel gösteriler yoğunlaştı. Eylemlerin öncülüğünü ise “beyaz tülbentliler” olarak adlandırılan tutuklu yakınları yürüttü. Kent kent eylemleri yayılan beyaz tülbentliler, sık sık müdahalelere maruz kaldı, çemberlere alınarak tecrit edildi, itilip kakılarak yerlerde sürüklendi, gözaltına alındı. Tüm engellemelere rağmen beyaz tülbentliler, eylemlerini açlık grevi sona erene kadar sürdürdü.
8 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ
Tecridi protesto etmek amacıyla Almanya'nın Krefeld kentinde 20 Şubat tarihinde mahkeme önünde bedenini ateşe veren Uğur Şakar, tedavi gördüğü hastanede 22 Mart'ta yaşamını yitirdi. Zülküf Gezen (33) 17 Mart'ta Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi'nde, Ayten Beçet (24) 23 Mart'ta Gebze Kadın Kapalı Cezaevi'nde, Zehra Sağlam (23) 24 Mart'ta Oltu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Medya Çınar (24) 25 Mart'ta Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Yonca Akici 9 Mart'ta Şakran Kadın Kapalı Cezaevi'nde, Siraç Yüksek, 2 Nisan'da Osmaniye 2 No'lu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Mahsum Pamay ise 5 Nisan'da Elazığ 1 No'lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde tecridi protesto etmek için yaşamına son verdi.
ÖCALAN'IN MESAJI SONRASI EYLEMLER SONLANDI
2011 yılından beri avukatlarıyla görüştürülmeyen Öcalan, giderek büyüyen açlık grevi direnişi sonucu 2 Mayıs 2019'ta ilk kez avukatları ile görüştürüldü.
Öcalan’ın 22 Mayıs’ta ikinci kez görüştüğü avukatları aracılığıyla verdiği şu mesajıyla açlık grevleri sona erdi: “Değerli yoldaşlar; Başta açlık grevi ve ölüm orucuna kendini yatırmış arkadaşlar olmak üzere iki avukatımın yapacağı geniş açıklamalar ışığında eyleminizin sona ermesini bekliyorum. Bana ilişkin maksadınızın hasıl olduğunu da rahatlıkla belirtip hepinize en derin sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum. Asıl bundan sonrasında da bana yeterli yoğunluk ve iradeyle eşlik etmenizi de özenle belirtiyor ve umuyorum. Bitmeyen sevgi ve selamlarımla.”
Öcalan çağrısıyla, girdiği açlık grevini 200'üncü gününde 26 Mayıs'ta sonlandıran DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, açlık grevi sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
'ÖZELEŞTİRİYDİ'
Tutuklanma sürecine değinen Güven, o dönemki siyasi atmosfere dikkat çekerek, "Söz söyleyebilecek herkes bir şekilde AKP yargısı tarafından derdest edildi. Tam da bu koşullarda ben cezaevine girdim" dedi.
Diyarbakır Cezaevi'nin tarihi direnişini hatırlatan Güven, yaklaşık 5 aylık bir yoğunlaşma sonucu açlık grevi eyleminin kararını aldığını söyledi. Eylemini 14 Temmuz 1982'de Diyarbakır Cezaevi'nde başlatılan "ölüm orucu"nun yıldönümünde başlatmak istediğini, ancak koşulların oluşmadığından kaynaklı ertelemek zorunda kaldığını belirten Güven, şunları söyledi: "Fakat mahkeme o güne denk gelmedi, bir de mahkemeye zaten kelepçe dayatıldığı için katılmadığım için dolayısıyla o günü tutturamadım. Yani bu eyleme giderken ciddi bir yoğunlaşma yaşadım. Aslında aklımda iki fikir vardı. Bunlardan bir tanesi açlık greviydi, diğeri ölüm orucuydu. İlk düşüncem ölüm orucuydu. Çünkü ölüm orucu daha hızlı sonuca gidebilecek bir eylem tarzıydı. Fakat daha sonra düşündüğümde ve dışarıdaki sessizliği de dikkate aldığımda ölüm orucunda daha benim sesim duyulmadan belki benim yaşamımın sonuna gelecektim. Dolayısıyla benimde amacım, burada sesi duyurmak, bütün dünyaya yaymak ve tecridin bir insanlık suçu olduğunu duyurabilmekti. Bu eylemi, açlık grevi eylem biçimine dönüştürdüm. Tabi bunu yaparken şu yoğunlaşma içerisindeydim. Evet bir siyasetçi olarak belki de şunun özeleştirisini vermek gerekiyor.
SESİMİZİ DUYURMAK İÇİNDİ
20 yıldır dayatılan bir tecrit vardı ve biz siyaset içerisinde olan insanlar olarak bu tecride dair etkili bir şey yapamadık. Sadece söylem düzeyinde olmuyor. Pratik bir şey gerekiyor demek lazım. Bu pratiği yapamadık. Bunun özeleştirisi olarak da bu adımı atmak gerekiyordu.
İkincisi; her yerde direnenler, gençler. Belki orta yaş Kürtler, kadınlar, erkekler mücadele ediyor ama esas bedel ödeyenler gerçekten gençler. Yani artık öyle bir noktaya geldik anne ve babalar sürekli defnetmek zorunda kalıyor. Şimdi zindanlarda da direnen gençler her alanda yine direnen gençler. Buna da bir tepkiydi aslında. Hayır, artık bu işi gençlere bırakmamalıydım. Bu defa bir Kürt kadını olarak, onların bir siyasetçisi olarak bunu ben üstlenmeliyim. Neden? Çünkü gerçekten yaşananlara dair söz söyleminin ötesinde bir eylem yapmak gerekiyordu. Dolayısıyla ölmek ve öldürmek üzerinden değil ama bazen sesinizi duyurabilmek için ölmeniz gerekiyorsa, evet ona da varım demekti benim eylemim."
'YOL OLMAK İSTEDİM'
İtirazlarla karşılaşabilmesinden kaynaklı eylem kararını kimseyle paylaşmadığını dile getiren Güven, eylemini açıkladığı günü şöyle anlattı:
"O açıdan sadece tek başıma bunu kurguladım. Mahkemeye kelepçesiz beni götürmeyeceklerini biliyordum. Ondan dolayı dilekçe yazdım. Mahkemeye SEGBİS ile de olsa katılmak istiyorum. Çünkü bu eylemi açıklamak istiyordum. Mahkemeye gitme amacım buydu. Ben sabah cezaevi kapısına gittiğimde asker kelepçe takmak istedi. Hayır, dediğimde de ‘o zaman götürmeyiz’ dediler. Ben de hemen dilekçem hazırdı, verdim. Koğuşa döndüğümde bir saat sonra beni SEGBİS odasına çağırdılar. Odaya geldiğimde mahkeme salonunda avukatlarımı, barış annelerini, DTK eşbaşkanlarını, birçok arkadaşı, milletvekillerimizden arkadaşlar olduğunu gördüm. Evet dedim, tam da uygun bir atmosfer var. Ben burada bu açıklamayı yapmalıyım dedim. 7 Kasım’dı, ben orada aslında gerekçelerimi de açıkladım, mahkeme başkanının birkaç sefer müdahalesi söz konusuydu. Ben de hayır siyaset yapmıyorum dedim. Bunlar realitedir. Bunlar gerçekliktir. Ben ve onlarca arkadaşımızı içeride tutmanızın sebebi de bunlardır. Siz bunlarla bizi suçluyorsunuz. O zaman bırakın bunlar üzerinden açıklama yapalım dedim. Evet tecrit bir insanlık suçudur. Bende bir Kürt olarak aynı zaman DTK Eşbaşkanı olarak tecridi kabul etmiyorum, bunun karşısında süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başlıyorum dedim. Ve bu konuda bugüne kadar barışı getiremedik, annelerden özür diliyorum diyerek bu süreci başlattım. Bu bana göre kaçınılmaz bir eylemdi. Bulunduğum koşullar ve Amed zindanı gerçekliği bunu dayatmıştı. Bir şey yapmam gerekiyordu. Bazen hani bir söz vardır. Ya bir yol bulacaksınız ya da bir yol olacaksınız. Ben yol olmak zorundaydım. Dolayısıyla ben yol olayım dedim. Tabi bu yola başladığımda ben tek başladım. Sonrası malumunuz."
'MİLYONLARIN TALEBİDİR’
Öcalan üzerindeki tecridin milyonların talebi olduğunu vurgulayan Güven, "Gerçekten de çok kısa bir süre sonra bu anlaşıldı ki, bu milyonların talebidir. Dışarıda anlatmakta zorlandığım bir atmosfer vardı. Yani faşizm desem o bile yetersiz kalıyor bence. Toplumun tamamının zapturapt altına alındığı, hiç kimsenin düşünceleri ifade etmesine izin verilmediği bir atmosferde sanki herkes kendi evinden şunu söyledi. Evet, bu bizim de düşüncemiz. Biz de bu tecritle yaşamak istemiyoruz. Zindanlar tarih boyunca Kürt mücadelesinde gerçekten rolünü oynayan, her döneme bir anlamda damgasını vuran alanlar oldu. Her dönem dışarıda tıkanan siyasete karşı zindanlardan bir ses yükseldi. Ve o engeller aşıldı. Yani 2012’deki açlık grevleri de böyleydi, 80’lerdeki böyleydi” ifadelerini kullandı.
‘BU İRADE KARŞISINDA ŞOK OLDULAR’
38 gün sonra cezaevlerinde ilk grupların eyleme katıldığını hatırlatan Güven, “Ben yani şunu düşünüyordum, evet 38 gün önce ben girmişim, bana bir şey olsun ama onlara bir şey olmadan bu sorun çözülsün. Hep bu bakış açısıyla devam ettim. Tabi zorlayan şeyler vardı. Zindan koşulları her ne kadar 12 Eylül gibi olmasa da şu anda OHAL varmış gibi düşünelim cezaevlerini. O kadar sıradan bahanelerle arkadaşlarımıza yönelimler oluyordu ki, çok ciddi anti demokratik uygulamalar var. Yani buna rağmen içeride bu kadar uzun süreli açlık grevlerini, devlet ön göremedi. Aslında cezaevi savcılarının, müdürlerinin, herkesin şok yaşadığı bir süreç oldu. Bu irade karşısında çok zorlandılar. Açlık grevinin bu kadar yayılabileceğini düşünmediler. Örneğin cezaevi savcısı ve cumhuriyet savcısı, Diyarbakır’a cezaevine gelip görüştüklerinde, söylemlerinden, duruşlarından, hareketlerinden çok anlaşılıyordu ki, çok zor durumdalar. Ve ben her zaman arkadaşlarla şunu paylaşıyordum; arkadaşlar zor durumda olan bizler değiliz, onlardır. Çareyi onlar bulsunlar. Evet, biz artık bu tecritle yaşamak istemiyoruz. Biz Sayın Öcalan’ın önemli bir aktör olduğunu, Ortadoğu için önemli bir figür olduğunu, dolayısıyla onu sesinin dışarıya çıkmasını istiyoruz. Burada bedelse zaten bedeli göze alarak yola çıktık” dedi.
'BİRİNCİ DENEME BAŞARISIZ OLDU'
Leyla Güven, Mehmet Öcalan'ın PKK lideri ile 12 Ocak'ta yaptığı görüşme üzerinde de durdu. Güven, bu görüşme ile görülecek olan duruşmasına dair taşıdığı kaygıları "Mahkemeden günler öncesiydi. Bunun telaşı beni aldı. Ben arkadaşlarımla da paylaştım. Dedim arkadaşlar bunlar şu anda 12 Ocak'ta Sayın Mehmet Öcalan’ı adaya göndererek aslında birinci denemeyi yaptılar. Hani Mehmet çıkacak diyecek ki ‘tamamdır’, biz de bırakacağız. Önce bunu denediler. Bununla olmadı. Çünkü ben Mehmet abinin görüşmüş olmasını çok önemsedim. Fakat çözüm bu değil. Çünkü 8 yıldır yasak olan avukat görüşmesi var. Avukatlar görüşmeden asla eylemimi bırakmayacağım dedim. Zaten zindanlardan gelen seste aynı şeyi söyledi. Birinci deneme başarısız oldu. İkincisi dedim ki arkadaşlara ikinci hamleyi yapıp, beni tahliye edecekler. Bundan dolayı da mahkemeye ne gideceğim ne de SEGBİS ile katılacağım dedim" sözleriyle dile getirdi.
'DİRENİŞİ KIRMAK İSTEDİLER'
Tahliye edildiği 25 Ocak 2019 tarihine de değinen Güven, şunları söyledi: "Avukatlarıma da benim mahkemeye katılmayın dedim. Ve partime, kurumlara, DTK'ye, mahkeme gitmiyorum. Kimse de gelmesin, çünkü ben böyle bir şeyin olabileceğini düşünüyorum. Evet yani kimse mahkemeye gitmemesine rağmen mahkeme kendi kendine daha önce beni tahliye edip geri tutuklatan zihniyet, bu defa kimse gitmemesine rağmen evrak üzerinden bir mahkeme yaptı ve benim tahliyeme karar verdi. O gün benim için grevde 79’uncu gündü ve en zor gündü. Çok zorlandım. Çünkü ben bu eyleme başlarken Diyarbakır zindanının maneviyatı ile eylemi sürdürüyordum. Ben oradaki her bir karışta geçmişteki direnişlerin izini görüyordum. Onlarda bana müthiş bir moral ve motivasyon sağlıyordu. Ben o maneviyattan kopacaktım. Dolayısıyla çok zor bir gündü o gün. Arkadaşlarla birlikte zorlandık. Ama yapacak bir şey yok. Ben hatta şunu düşündüm, imkan olsaydı, basın kapıya gelmiş olsaydı, bende kendim yürüyerek gelebilseydim, ben o gün kapıda karşı hamlemi yapacaktım ve onu ölüm orucuna çevirecektim eylemi. Amacım buydu, fakat ben ambulansla oradan çıkarıldım yürüyecek durumda değildim. Dolayısıyla basınla görüşme şansım da olmadı, direkt eve geldiğim için. O gün kararı gerçekleştiremedim. Evet ben dışarı çıktığımda zorlandım ilk 10 gün. Fakat sonrasında şunu söyledim, binlerce arkadaşımız zindanlarda direniyor. Herkesin gözü biraz bende. Benim de başka bir şekilde davranma hakkım yok. Benimde güçlü olmam lazım. Bu eylemi başarıya ulaşmasını sağlamam lazım. Evet amaç neydi amaç tecridin kaldırılmasıydı. O zaman daha da çok direnmeliyim.”
'YÜREĞİM 8 KEZ PARAMPARÇA OLDU’
"Her şey benim öngördüğümün ötesinde bir noktada gidiyordu" diyen Güven, "Örneğin öngördüğüm şeylerden biri ben tek götürecektim grevi, öyle olmadı, birçok kişi katıldı. İkincisi kimseye bir şey olmadan bu eylemi sonlandıracaktım. İkincisi olmadı. Benim yüreğim sekiz dokuz kez paramparça oldu. Çünkü arkadaşlarımız adeta biz ölmeyelim diye ölümü tercih ettiler. Bizim ölümümüzün önüne geçebilmek için bu eylemi yaptılar. Ölümsüzleştiler. Onların anısı önünde saygıyla eğiliyorum” diye konuştu.
'HAKLILIĞIMIZ KANITLANDI'
Öcalan'ın çağrısını eylemini sürdürdüğü evinde tecridi protesto etmek için yaşamına son veren Zülküf Gezen'in ailesiyle birlikte televizyondan takip ettiklerini kaydeden Güven, şunları söyledi: "Avukatlar görüşmeye gittiğinde artık eylemi bitireceğimize dönük Sayın Öcalan'dan mesaj geldiğini ilettiklerinde ve sonrasında bütün süreçlerde gözümü kapatıp keşke arkadaşlarımız şehit olmasıydı dedim ilk aklıma gelen buydu. Avukatların açıklamalarını dinlerken arkadaşlardan rica ettim, dedim ki ölüm orucundaki arkadaşların ailelerini, bir de Zülküf arkadaşın ailesi de yanımda olsun, birlikte olalım. Evet, Zülküf arkadaşın annesinin eli elimdeydi. Birlikte o anda avukatların açıklamasına baktığımızda ona söyledim. Keşke onlarda yanımızda olsaydı, şu anı birlikte yaşamış olsaydık dedim. Ama onlar ölümsüzleşti. Sayın Öcalan tam da bizim söylediğimiz gibi çok önemli açıklamalarda bulundu. Kürt sorunu konusunda, çözüm konusunda, hazır olduğunu, çözümün mümkün olduğunu, bir devlet aklı olsa hemen çözülebileceğini, Ortadoğu için, Suriye için, Türkiye için çok önemli açıklamalar yaptı. Adeta tıkanan Türkiye siyaseti onun söylemleriyle yeniden canlanmaya başladı. Yeniden tartışmalar yapılmaya başladı, evet bir kez daha haklılığımız anlaşıldı. Çünkü Sayın Öcalan hakikaten Ortadoğu’da çok önemli bir kişiliktir, şahsiyettir, filozoftur. Bunun bir gerçeklik olduğunu artık ben biz değil devletin kendisi de biliyor. Çünkü o çözüm süreci döneminde Sayın Öcalan’ın nasıl bir mantıkla olay ve olguları ele aldığını kendileri de gördüler. O görüşmelerde Sayın Öcalan ayrıntılara takılmadan esasa ilişkin görüşlerini hep ifade etti. Dedi ki 'bin yıllık kardeşlik var. Bu noktada bizim yapabileceğimiz çok şey var. Batılı ülkelere ihtiyaç yok gelin kendi sorunumuzu kendimiz çözelim yani yerelde bu sorunu çözebiliriz.' Ama bu aklı önemseyen bir devlet çıkmadı karşımızda. Ne yaptı devlet? 20 yıllık tecrit sürecinde kendi dışarıda politikaları ve iktidarına göre şekillenen bir tutum belirledi.”
Bu konuda haklılıklarının kanıtlandığını ifade eden Güven, “Peki ne oldu daha sonra? Devlet yeniden bir Rojava’ya müdahaleyi gündemine aldığı için yine Sayın Öcalan’ın görüşmelerini engelliyor. Yasal olarak engel yok şu anda. Çünkü avukat yasağı resmi olarak kaldırıldı. Ve bu asrın hukuk bürosuna tebliğ edildi. Şu anda resmi değil bu yasak, eskiden bir yasa çıkarılmıştı. Bu eylemle birlikte o yasak kalktı, fakat yasak olmamasına rağmen şu anda fili olarak engelliyorlar. Ve bu çok sürdürülebilir bir durum değil. Bu Türkiye ve Ortadoğu açısından hızla ortadan kaldırılması gereken bir durumdur. Sayın Öcalan’la acilen görüşülmesi gerekiyor. Tam da Türkiye'de içte ve dışta bu kadar ciddi sorunların yaşandığı bir dönemde ben inanıyorum Sayın Öcalan ile görüşmeler yapıldığı taktirde çok önemli açıklamalar yapacak, çok önemli gelişmeler sağlanacak" dedi.
'DARBE MEKANİĞİ DEVAM EDİYOR'
Türkiye'nin Kuzey Doğu Suriye'ye dönük başlattığı saldırının tarihine dikkat çeken Güven, "Türkiye, son yıllarda Kürtlerin hassasiyetlerine müdahale ediyor. Özel olarak seçiyorlar. 9 Ekim'de de Rojava’ya müdahale edildi. 4 Kasım’da Kızıltepe Belediyesi'ne kayyum atandı. Başkaca böyle bir sürü olay sayılabilir. Özel günler seçilerek Kürtlerin iradesine müdahale ediliyor. Her biri bir darbedir. Şimdi darbe mekaniğini böyle işletirken Sayın Öcalan başka bir şey söylemişti Türkiye yetkililerine, 'Eğer Kürt sorununu demokratik çözüme kavuşturamazsanız, farklı mekanizmalar devreye girer. Bu mekanizmalar beslendiği nokta Kürt sorunudur. Kürt sorunu çözelim, bu mekanizma devreden çıksın.’ Demişti ki cemaatten gelebilecek bir darbe mekaniği olabilir. İşte Ergenekon, Avrasyacılar, buralardan gelebilecek darbe mekaniği vardır. İşte bunu gerçekleştirmeyenler daha sonrasında gelişen olaylarla bunu gördüler. Ama bu sonlanmadı. Halen devam ediyor. İşte bu yüzden buna karşı neyle cevap verdiler Sayın Öcalan'a. Rojava Kürtlerinin halklarla kurdukları demokratik sistemleri ve Suriye Demokratik Güçlerine karşı bir operasyon gerçekleşti. Aslında yakın zamanda bütün dünyada olumsuz bir şekilde karşılandı. Şu anda bütün dünya bir olmuş adeta Türkiye'ye karşı yanlış yapıyorsunuz diyor. Ama Sayın Öcalan çok önceden uyardı. Yapılmasın dedi. Ama buna rağmen bir direnç var. bu direncin ben devletin bütünlüklü bir refleksi olduğunu düşünmüyorum" diye belirtti.
'ÖCALAN'NIN GELİŞTİRDİĞİ PERSPEKTİF HAYAT BULUYOR'
Devlet içerisinde ikiye ayrılan bir blok olduğunu düşündüğünü kaydeden Güven, "Bloklardan bir tanesi çözüm ve diyalogun sürmesi gerektiğini düşüneneler, diğer taraftan hayır 2014'teki 'çöktürtme planı'nı devamını savunanlar. İşte şu anda AKP devletleşti, devlet AKP'leşti. İşte bunu ortadan kaldırmanın yolu İmralı'nın kapılarını açmaktır. Şu dünyadaki siyasetlere bakıyoruz. Ulus devletler tamamen aşılır noktaya gelmiş. Artık hiçbir sistem tam demokratik olamıyor. İşte Rojava'da tam demokratik bir sistem geliyor. Sayın Öcalan yıllar önce bunları söylemişti. Yıllar önce yazıp çizmişti. Ortadoğu gerçekliği farklıdır demişti. Çok kültürlü, çok kimlikli, çok inançlı bir coğrafyadır. Tekçilik olmaz demişti. İşte bu nokta şimdi herkesin gözünün önünde. Evet Rojava'da demokratik bir sistem gelişiyordu, belki de bu sisteme bakarak bir çok yerde aynı model uygulanacaktı. Ki dünyanın başka yerlerinden bu modele uyan birçok örnek gördük. Tam da kadın devriminin gerçekleştiği bu coğrafyada bunların hepsinin mimarı Sayın Öcalan'dır. Yani bu bir realitedir. Sayın Öcalan yıllar önce geliştirdiği bu perspektif hayat buluyor. Hayat bulduğunda kimseye tehdit değil, Türkiye ortadan kalkmıyor. Türkiye yerindedir. Yani Türkiye’yi bölüp parçalamak isteyen kimse yok. Türkiye halklarına bunu söyleyerek aslında milliyetçi cepheyi güçlendirmeye çalışıyorlar. Sayın Öcalan 2013 Newrozu'na gönderdiği mektupta, çok açık ve net ortaya koymuştur. Yani onun öğretisini, felsefesini iyi okuyan herkes bilir ki Sayın Öcalan kadar ülke bütünlüğünü savunan kimse yoktur. Türkiye'nin demokratikleşmesini mümkün olduğunu biz dilimiz dönünceye kadar söyleyeceğiz. Çünkü bu bir gerçekliktir” diye konuştu.
'MÜCADELEMİZİ HER ALANDA SÜRDÜRECEĞİZ'
Güven, 8 Kasım'da çıktıkları yolda binlere ulaştıklarını belirterek, şunları söyledi: “Bütün acılara rağmen bir kez daha bütün dünya, Kürtlerin Sayın Öcalan'ı önder olarak gördüğünü ve onun üzerindeki tecridin kalkmasını, hatta özgürlüğü için mücadele eden ve yaşamını ortaya koyabilecek binlerce insanın olduğunu bir kez daha kanıtlandı. 14 Temmuz ruhu yani hala canlıdır, bu tekrar görüldü. Mehmet Tunçların, Asya Yüksellerin ve daha onlarca arkadaşımızın demokratik bir sistem için yaşamlarını ortaya koydukları ve bu uğurda Kürt sorunun demokratik çözümü için ne gerekirse bu halkın buna hazır olduğu görüldü. Beyaz tülbentli anneler, alanları hiç terk etmeyerek insanların korkudan başını uzatamadığı bir dönemde, dik duruşlarıyla sonuna kadar evlatlarının yanında olduklarını haykırdılar. Onların sahiplenmelerinin önünde saygıyla eğiliyorum. Başta barış annelerine, Cumartesi annelerine ve bütün Türkiye halklarına daha güzel bir geleceğin sunulması mümkündür. Sorumluluk sahibi olan herkes bu noktada hareket etmesi ile bu gerçekleşebilir. Şu an Rojava'da, dünyanın her tarafından kadınlar renkleriyle en öndeler. Bu bizim için çok önemlidir ve bunun mimarı da Sayın Öcalan'dır. Ben de onun felsefesiyle kendimi tanıyan biri olarak söylüyorum. Biz Kürt sorunu demokratik çözüme kavuşması için mücadelemizi her alanda sürdüreceğiz."
MA / Mehmet Şah Oruç