Siyaset bilimci Güneş: Emperyalizmin kumaşı Kürtler ve Filistinlilere uymadı

img

İSTANBUL – Kürtlerin ve Filistinlilerin verdikleri mücadelelerle küresel güçlerin kıskacındaki Ortadoğu’nun mevcut idari, siyasi haritasını zorladığını belirten Doç. Dr. Hakan Güneş, "Bu halkların varlıkları ve gerçeklikleri emperyalizmin gerçekliğiyle örtüşmüyor" dedi. 

Ortadoğu’da son yüzyılı kana bulayan kriz ve çatışma halini derinleştiren kapitalist güçler ile onların yerel işbirlikçilerinin bölge üzerinde oynadığı oyunlar sürüyor. "Barışı getireceğiz" iddiasıyla bölgeye müdahalelerde bulunan güçler, halklara kan ve gözyaşı dışında başka bir şey getirmiş değil. Demokrasi ve özgürlük arayışlarını kendi çıkarları için tehdit olarak gören hegamon güçler, saha ve kaynak hâkimiyetlerini korumak, mevcut statükolarını sürdürmek korumak için geçmişte bölgesel piyonları öne sürerken, bugün ise doğrudan kendileri sahaya inmiş durumda.
 
Bu halin daha da beslediği çatışma ve kaos ortamının artık bu büyük güçleri de derin bir krize sürüklediği çıplak bir gerçeklik.  
 
Ortadoğu’nun yaşadığı mevcut kriz ve kaosun nedenlerini, küresel güçlerin müdahalelerini, bölge devletlerinin silahlanma yarışını, yeni enerji kaynaklarının petrolün önemini azaltmasının gelecekteki etkilerini, Kürt ve Filistin halklarının direnişleri ile Arap Baharı gibi halk hareketlerinin etkilerini ve mevcut krize dair çözüm yollarını İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Güneş, değerlendirdi. 
 
Güneş, halk mücadelelerinin görünürde bir başarıya ulaşmasa da yeni özgürlükçü ve çoğulcu bir kuşağın oluşmasına neden olduğunu, bunun da etkilerinin gelecek süreçlerde görüleceğini ifade etti.
 
ORTADOĞU’NUN ÖNEMİ
 
Tarihsel olarak hem dünyada hem de Ortadoğu müdahaleciliğinde Ümit Burnu, Baharat Yolu ve uzak yeni kıtaların keşfi gibi 15’inci yüzyılın sonu ile 16’ıncı yüzyılın başlarındaki büyük keşiflerin bir milat olduğunu dile getiren Güneş, bunun Osmanlı coğrafyasının ekonomik önemini yavaş yavaş yitirmesine yol açtığını belirtti.
 
Güneş, yayılmacılığın 1600’lerden 1800’lerin ortalarına kadar bir coğrafyanın tamamen işgal edilmesi biçiminde değil, bazı önemli limanların ele geçirilmesi, burada askeri karakol kurulması ve böylece sömürge merkezlerine altın, gümüş, baharat ve çeşitli endüstriyel değeri olan ürünlerin sevkiyatı biçiminde gerçekleştiğini belirtti. Yayılmacılığın Ortadoğu’ya yansımasının ise sonraki süreçlerde gerçekleştiğine kaydeden Güneş, 1800’lerin son çeyreğine gelindiğinde dünya üzerinde işgal edilmemiş tek bir noktanın bile kalmayacağı büyük bir yarışın başladığını dile getirdi.
 
PAYLAŞIM MÜCADELESİ BAŞLADI
 
1800’lerin son çeyreğinde Lenin’in ‘Emperyalizm’ kitabında anlattığı gibi “metal ihracından sermaye ihracına doğru gidilecek bir mali oligarşinin ortaya çıktığını” ifade eden Güneş, “Dünyanın teritoryal olarak paylaşımı Ortadoğu’ya da dünyadaki son paylaşım mücadelesinin yaşandığı 1800’lerin son çeyreğinde geldi. Bu Osmanlı’nın olduğu Ortadoğu açısından esas itibariyle 93 Harbi sonrası süreçtir. Bu aşamadan sonra Almanya’nın bir tarafta, İngiltere ve Fransa’nın diğer tarafta olduğu, bir başka tarafı ise Rusya’nın oluşturduğu bölgeye dönük ilginin olduğunu ve bu noktada çeşitli ülkelerin güçleri ölçüsünde Mısır, Kıbrıs derken Ortadoğu coğrafyasının pay edilmeye ya da yeni kolonizatörler tarafından ele geçirilmeye başlandığını görüyoruz” dedi.
 
Güneş, yayılmacılığın Suriye, Irak, Ürdün, Filistin, Kürt sahasına doğru genişlemesinin ise 19’uncu yüzyılın son çeyreğinde gerçekleştiğini belirterek, şunları ekledi: “Ama petrolün keşfedilmesi, savaş endüstrisinde savaş gemilerinde petrolün kullanılmaya başlanması, çift zamanlı motorun icadı gibi faktörler yüzyılın başında burayı artık altın kıymetine büründürdü. Daha sonra uzaktan borçlandırarak yarı sömürge haline getirilmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’na doğrudan müdahaleler başladı. Dolayısıyla bu saha petrolüyle, stratejik önemiyle özellikle 19’uncu yüzyılın sonu, 20’nci yüzyılın başında büyük güçlerin İngiltere, Fransa, Almanya ve giderek Rusya’nın bir rekabet sahası haline geldi.” 
 
‘NEO-KOLONYAL SİSTEM HALEN SÜRÜYOR’
 
Emperyalizmin İkinci Dünya Savaşı'na kadar süren manda rejimleriyle, eski türden teritoryaların kontrolüyle sürmeyeceğinin tüm dünyada anlaşıldığını vurgulayan Güneş, “Dolayısıyla bu ülkeler peyderpey manda rejimi olmaktan çıktılar ve bağımsız ülkeler haline geldiler. Buralar neo-kolonyal yapılar haline geldi. Yani sözde içeride bir iktidar var, ama aslında politikalara dış güçler karar veriyor. Dolayısıyla bağımsızlar ama bağımsız değiller. Bu dönem aslında halen sürüyor. Şu anda Ortadoğu’da neo-kolonyal sistem sürüyor” dedi.
 
KÜRT VE FİLİSTİN HALKLARININ MÜCADELESİ 
 
İngiliz emperyalizminin özellikle krallıklara dayalı bir dönem sürdürdüğünü, ancak buna karşı dirençler çıktığını söyleyen Güneş, şöyle devam etti: "En önemli dönüm noktalarından biri İsrail’in kurulması ve Filistin direnişi gerçekliği oldu. Bir de İran ve sonrasında Irak’ta Kürt realitesi çıktı. Emperyalizmin biçtiği kumaş onların üstüne uymadı ve reddettiler. Onlarda self determinist düzeylerde kendi yönetim haklarını istediler. Böyle olunca bu da Ortadoğu’daki gelişmeleri çok zorlayan bir gelişme oldu. Tabi ki bu halen de devam ediyor. Filistinliler, Kürtler, Keldaniler, Süryaniler vb. halkların kültürel, özerklik, ekonomik gibi taleplerle mücadeleleri oldu. Özellikle Kürtler ve Filistinlilerin mücadeleleri Ortadoğu’daki mevcut idari, siyasi haritayı çok zorluyor. Bu halkların varlıkları ve gerçeklikleri emperyalizmin gerçekliğiyle örtüşmüyor.”
 
1940’LARDAN BUGÜNE SÜREN DİRENİŞLER 
 
Doç. Dr. Güneş, 1940’lardan itibaren Ortadoğu’da halklar, topluluklar, etnik gruplar tarafından ilerici pek çok isyan ve kalkışma yaşandığını da hatırlattı. Güneş, “Aleviler, İran Kürtleri, Filistinliler ve Mısır’da Kıptiler... Bu örnekler çoğaltılabilinir. Burada ilerici talepler Sovyetler veya ilerici dünyanın desteğiyle devam etmiştir. O paradigma bitince oralarda büyük bir yıkım oldu. Yeni dönemde bütün bu varlık ve kurtuluş mücadeleleri, yeni ve kendi ayakları üzerinde durabilecekleri yeni bir mecra arayacaklar ve bu kolay olmayacak. Şimdi uluslararası destekten yoksun, yeni dönemde istihbaratı, askeri gücü, zor aygıtları kuvvetli devletler karşısında bırakın belli bir bölge için özgürlük talep eden halkı; bir dereyi kurtarmak isteyen bir çevre grubunun, bir kasaba halkının bile derdini anlatması olanaksız. Böyle zor bir dönemdeyiz. Sadece Türkiye’de değil, Amerika’da da, Rusya’da da böyle” ifadelerini kullandı.
 
‘DİRENİŞLER ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR GENÇLİK YARATTI’
 
Bu şartlar altında sözünü ettiği isyanların hem doğru ideolojik, siyasal, kültürel, politik bir yönelime oturmasının zaman alacağını hem de başarıya ulaşması için güç biriktirmesi gerekeceğinin altını çizen Güneş, “Bu anlamda ilk kalkışmaların çok olumlu gitmediğini görüyoruz.  Amma velakin yeni trendi okumak çok önemli. Yeni trend şu; Lübnan’da, Irak’ta gördüğümüz gibi sünni Iraklılar sünni liderlere, şii Iraklılar şii liderlere, onlar adına siyaset yaptığını iddia edenlere itiraz ediyorlar. Aynı şey Lübnan’da yaşanıyor. Hristiyan gençler Maruni hristiyan liderlere, Dürziler dürzi liderlere diyorlar ki artık yeter,  her biriniz başka bir ülke ile işbirliği yaparak, sözde birbiriyle kavga ederek ama tepemizde yönetici bir sınıf halinde, bir koalisyon gibi bizi yönetiyorsunuz. Sizin ülkeyi, bizi böyle yönetmenizden bıktık. Bizi Sünni, Şii, Maruni gibi kalıplara sokmanızdan bıktık. Dolayısıyla yeni bir dünya istiyorlar. Bu yeni gençlik kuşağı nereye gider ben de bilmiyorum. İlla gider mi onu da bilmiyorum. Ama burada yeni bir dinamik var, görüyoruz. Bunu ister küreselleşme çağıyla açıklayalım, ister başka şeylerle açıklayalım ama benzer trend Amerika’da da var, İngiltere’de de var. Genç kuşaklar yeni, özgürlükçü, çoğulcu fikirler peşindeler ve bunu da ifade ediyorlar. Dolayısıyla sözünü ettiğimiz son on yıllardaki hak arayışları sonunda çok başarılı bir yere bağlanmamış olsa da genç kuşaklar üzerinde büyük bir etki bırakmış ve birikerek devam ediyor” diye konuştu.
 
ORTADOĞU ARAP BAHARI VE ETKİLERİ
 
Arap Baharı isyanlarıyla birlikte çok sayıda ülkede diktatörlerin devrildiğini ancak yerlerine yeni diktatörlerin geldiklerine işaret ederek, “değişen ne oldu?” diye soran Güneş, “Günün sonunda bu direnişler tam bir başarıyla sonuçlanmasa da birçok değişimi beraberinde getirdi. Yeni kuşağın gerçek bir güç haline gelip Lübnan’da, Irak’ta, Irak Kürt bölgesinde, Türkiye’de her yerde bu değişimi siyaseten taçlandırmaları, görünür kılmaları bir zaman isteyecek. Bunlar yeni şeyler. Burada çevrecilik var, yeni kimlikler var, başka bir dünya bakışı var, kamuculuk var. Bunların sonuçlarını göreceğiz. Sosyolojik olarak bu siyasette hemen olacak bir şey değil. Ama sonsuza kadar da uzun değil. Yeni nesil bana kalırsa daha olumlu bir yönde gelişiyor” ifadelerini kullandı. 
 
PETROL YERİNİ DOĞALGAZA BIRAKIYOR
 
Güneş, Ortadoğu’nun petrole dayalı tarihsel önemini kaybettiğini de ifade etti. Doğalgaz ile petrolün miadını doldurur noktaya geldiğini söyleyen Güneş, “Dünya başka enerji kaynaklarına doğru gidiyor. Dolayısıyla günün sonunda Suudi Arabistan’a, Afganistan’a bakıldığı gibi bakılabilir. Herhangi bir ekonomik değeri olmayan bir yer olarak. Bu değişimleri göz önüne almak gerekiyor” dedi.
 
ÜÇÜNCÜ GÜÇLER SADECE KRİZİ DERİNŞELTİRİR  
 
Halkların mücadelelerinin ise farklı dış güçler tarafından kullanılmaya çalışıldığı üzerinde duran Güneş, “Bu da tabloyu iki kat karışık ve zor hale getiriyor. Halbuki Ortadoğu’nun geleceğinde çözüm isteyen bir devlet veya çözüm isteyen bir aktör, bütün dış güçleri devre dışı bırakmalıdır. Sürekli söyleniyor Türkiye Kürt sorununu çözecekse mutlaka bir moderatör alsın diye. Bana kalırsa moderatör aldığı gün bu sorunu çözemez. Bu sorunu sadece Türkler ve Kürtler oturarak çözer. Üçüncüsünü aldığınız anda bu iş olmaz. Aynı şey İran için, Irak, Suriye veya başka bir yer için de geçerli. En fazla BM’nin moderatörlüğü falan olur ama burada da kendisi başaramıyorsa çeşitli aktörlerin girdiği her iş bozar. Türkiye’nin Kürt meselesindeki tecrübesinden de gördüğümüz gibi dış güçlerin bu konuları daha da karmaşıklaştırmaktan başka yaptıkları hiçbir şey yoktur. Bölgedeki güçlerin dış güçleri dışarıda bırakacak çözüm yollarına girmesi gerekiyor” değerlendirmelerinde bulundu.
 
SİLAHLANMA YARIŞI VE YAYILMACILIK
 
Soğuk savaş döneminde batının politik planları çerçevesinde Ortadoğu’da İran, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin askeri olarak çok fazla şişirildiğini belirten Güneş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Şimdi pazuları o kadar şişti ki belirli bir ekonomik kapasitede herkes yakın çevresine yayılma peşinde. Tıpkı İngiltere’nin, Fransa’nın ve Almanya’nın yaptığını küçük ölçekleri olarak yapmaya çalışıyorlar. İlk fırsatta Suudiler Vahabizmi, Türkler İhvan ılımlı İslamcılığını, İran Şii İslamcılığını derken çeşitli aktörler kapitalist genişleme arayışına girdiler. Kimisi daha barışçıl iş dünyasına dayalı, kimisi ise Suudi, İran ve Türkiye gibi askeri güç ile bu tür işlere kalkışıyorlar. Bu durum ülkelerin normal kapasiteleriyle uyumlu olmayan askeri güçleriyle ilgilidir. Ayranı yok içmeye nükleer silahı var Pakistan’ın. Nüfusunun yüzde 50'si okuma yazma bilmiyor. Ülkenin yarısında ilkokulu sınıfı yok ama nükleer silahı var. Hindistan sanki çok daha iyi. Alın öbürüne bakın. İran, Suudi Arabistan, Türkiye, keza Yunanistan’ın lüzumsuz askeri harcamaları sadece ve sadece kendi halklarının aleyhine. Sadece ve sadece silah tüccarlarının lehine bir durum. Yani birisi biraz güçlendiğinde öbür tarafa zaten silah satıyorlar. Zaten biri alınca diğeri ne yapıp edip alıyor. Bölgesel güvenlik kompleksi dediğimiz bir yapı bu.”
 
‘ÇÖZÜM BÖLGESEL BARIŞTA’
 
Güneş, bu durumdan çıkışın yolunun ise bölgesel bir barıştan geçtiğini kaydetti. Bunu da şu sözlerle dile getirdi: “Bütün komşularınız silahlanırken siz aman biz silahlanmayalım da diyemezsiniz. Ancak komşularınızı da ikna ederek böyle bir işe kalkışabilirsiniz. Bu emperyalizmden büsbütün, en azından bölgesel bir kopuş olmaksızın mümkün değil. Gerçekçi olalım. Tam olarak en azından bir bölgesel kurtuluş perspektifi olmaksızın bu silah satışı tuzağından ve bunun kullanılması ve alınması için gerekli milliyetçilik tuzağından hiçbir halkın çıkması mümkün değil.” 
 
HALK DİRENİŞLERİNE YEREL VE KÜRESEL GÜÇLERİN YAKLAŞIMI
 
Ortadoğu’da geliştirilen halk mücadelelerine karşı küresel ve bölgesel güçlerin gerçekleştirdiği ittifaklar konusunda ise Güneş, bölgesel güçlerin kendilerini ilgilendiren sosyal, etnik veya siyasal hareketlere karşı birlikte hareket edebildiklerini söyledi. 
 
Küresel güçlerin olaya kendi çıkarları doğrultusunda yaklaştıklarını vurgulayan Güneş, “Büyük güçler denge siyaseti yürütür. Aynı anda 2, 3 aktöre yatırım yapar. Dolayısıyla bir ülkenin sözünü dinlemesi için ona karşıt olan, onunla savaşan aktör varsa onu destekler. Ama tam güçleneceği zaman onu da yalnız bırakıyor. Bunun en çarpıcı örneği bana göre Irak Kürdistan referandumunda görüldü. O zamana kadar Erbil’e konsolosluk açıyorsun, silah veriyorsun, bütün dünya kamuoyu Kürtlerin arkasında. Günün sonunda IŞİD’e karşı neredeyse Bağdat’ı kaybedecek olan Bağdat yönetimi geldi Kerkük’ü ve bazı başka bölgeleri aldı. Referandumun sonuçlarına da son verdi. Bu Kürtlerin kendi aralarındaki dağınıklığıyla da ilgili ama uluslararası güçler kullanıp, sen hala bana Bağdat’ı dengeleyecek bir aktör olarak lazımsın diyor. Belki 20 yıl sonra bakarım diyor. Dış aktörler bu süreçlere kullanımcı bakarlar, kullanırlar. Tabi ki yerel aktörler de bundan yararlanmaya çalışırlar. Yani ‘bu denklemden bu sefer ben çıkarım’ diyen herkes çıkamıyor. Bana kalırsa çıkamaz da. Yeni dönemin ruhuna, inanların yaklaşımına uygun başka büyük sosyal hareketler zamanı. Geldiğimiz çağ bu. Ulus devletler zaten bildiğini yapıyor. Emperyalist güçler ise böl-yönet, en az iki aktörü birlikte kullan-yönet gibi bir politika uyguluyor. Birisi güç kazanırsa öbürüne ağırlık veriyor. Ama tam da büyütmüyor. Tam da böyle bir süreci işlettiklerin görüyorum” diye belirtti.
 
YARIN: Mahmut Şakar: Kapitalist Modernite'ye karşı tek alternatif Demokratik Modernite
 
MA / İdris Sayılğan – Ferhat Çelik