AMED - Türkiye’nin gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'i hedef alarak Cenevre Sözleşmesi'ne aykırı hareket ettiğini söyleyen Av. Resul Tamur, “İnsansız hava araçlarının yargısız infazda kullanılması, önü alınamayacak savaş suçlarının ortaya çıkması anlamını taşımaktadır" dedi.
Kuzey ve Doğu Suriye'deki gelişmeleri takip eden gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, 19 Aralık'ta Tişrîn Barajı ve Sirîn beldesi arasındaki yolda Türkiye'nin SİHA saldırısında katledildi. Gazetecilerin katledilmesine karşı yapılan protesto eylemleri birçok kentte polisler tarafından kriminalize edildi.
MESLEKTAŞLARINI ANMAK SUÇ SAYILDI
İstanbul'da yapılan protestoda 31, Wan'da ise 10 gazeteci gözaltına alındı. İstanbul'da gözaltına alınan gazetecilerden 7'si, katledilen meslektaşlarının fotoğraflarını taşıdıkları gerekçe gösterilerek, "örgüt propagandası yapmak" iddiasıyla tutuklandı.
Gazeteci Daştan için Agirî'nin Giyadîn (Diyadin) ilçesinde kurulan taziye polisler tarafından engellenmek istendi. Ayrıca birçok kentte yapılan protesto eylemlerine ise polis saldırdı. Polisler, katledilen gazetecilerin "örgüt üyesi" olduğunu ileri sürerek, birçok kişiyi gözaltına aldı. İktidar yanlısı medya ve bazı isimler de katledilen gazetecilerin "örgüt üyesi" olduğunu yazarak, algı yaratma çabasına girişti.
KESİNLEŞMİŞ BİR CEZASI YOK
Gazetecilerden Daştan, Kuzey ve Doğu Suriye’ye geçmeden önce 10 Şubat 2016’da gözaltına alındı ve tutuklandı. Daştan, “Örgüte üye olma”, “Örgüt propagandası yapma”, “Tehdit”, “Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” ve “Halkı askerlikten soğutma” iddialarıyla yargılandığı davanın ilk duruşmasında beraat etti.
Daştan hakkında, 18 Ağustos 2015 ile 15 Ocak 2016 tarihleri arasında sanal medya hesabı üzerinden yaptığı 54 paylaşım gerekçesiyle bir başka dava açıldı. Daştan, benzer iddialarla yargılandığı davanın 1 Kasım 2016’da görülen duruşmasında da beraat etti.
Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı, Daştan'ın 2012-2014 yılları arasında haber takibi yaptığı eylem ve etkinlikleri gerekçe göstererek, 13 Haziran 2016 tarihinde farklı bir iddianame hazırladı. Davanın ilk duruşması 17 Ocak 2017'te Antep 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Kuzey ve Doğu Suriye'deki gelişmeleri takip eden Daştan hakkında 13 Nisan 2017’de yakalama kararı çıkarıldı. 24 Aralık 2019 tarihinde “örgüt propagandası” iddiasıyla yeni bir soruşturma açıldı. Daştan'ın ifadesine başvurulmazken, Gaziantep 2. Sulh Ceza Hakimliği tarafından iddianame hazırlandı. 5 Mayıs 2024 tarihinde Daştan hakkındaki dava dosyaları birleştirildi. Daştan hakkında birleştirilen davanın yargılaması halen devam ediyor.
GAZETECİLİK FAALİYETLERİNDEN YARGILANDI
Beraat kararı verilen dosyada Daştan'ın avukatlığını yapan Resul Tamur, Daştan’ın deneyimli bir gazeteci olduğunu vurguladı. Av. Tamur, Daştan’ın Dîlok’ta gazetecilik yaparken Türkiye’de DAİŞ’in bağlantısının olduğu gruplar ve kişilere dair bir araştırma yaptığını aktardı. Tamur, Suriyeli gazeteci Naji El Jerf'in DAİŞ'e dair belgesel çalışması yaptığı dönemde 27 Aralık 2015’de öldürüldüğünü, Daştan'ın aynı zamanda Jarf’ın öldürülmesi olayını haberleştirdiğini ve olaya dair bir araştırma içerisinde olduğunu söyledi. Tamur, Daştan'ın söz konusu bilgileri dava sürecinde kendisine aktardığını paylaştı.
Tamur, Daştan'ın Jarf’ın öldürülmesine dair yaptığı araştırmalar sırasında sanal medya paylaşımları gerekçesiyle tutuklandığına işaret ederek, "Sosyal medya hesaplarındaki paylaşımların tamamı aslında gazeteci olarak yaptığı yorumlar. O dönem DİHA’da çalışıyordu. DİHA’da çıkan ve hem kendisine ait hem de diğer haberleri paylaşması soruşturmaya gerekçe yapıldı. Nazım, gazetecilik refleksiyle bu haberleri paylaştığını, yorumlar yaptığını, dolayısıyla gazeteciliğin aslında suçlanamayacağını dair bir savunma yaptı" diye kaydetti.
Daştan'ın Antep Adliyesi’ne sevk edildiği sırada 2 istihbarat çalışanı tarafından “Şanslısın ki bizden önce seni gözaltına aldılar yoksa sonun Jarf gibi olacaktı" şeklinde tehdit edildiğini hatırlatan Tamur, "Nazım, bana bunu da anlatmıştı. Hatta bunu gülerek anlatmıştı ve sonra da ‘Belki gerçekten de şanslıydım’ demişti. Dolayısıyla Nazım’ın o dönemde hedef alınması, tutuklanması, yargılanması tamamen gazetecilik faaliyetlerindendi” dedi.
'ÖLDÜRMEYE KILIF ARAMA' DURUMU
Tamur, Daştan’ın tüm suçlamalardan beraat ettiğini belirterek, "Nazım, gazetecilik faaliyeti içerisinde olan bir kişiydi. Nazım, Türkiye’den ayrıldıktan sonra da çatışmalı alan gazeteciliğine devam etti. Çatışmalı alan gazeteciliğine devam ederken de Türkiye’den ailesiyle, akrabalarıyla, arkadaşlarıyla görüşen bir konumdaydı. Nazım, yaklaşık 8 yıldır Rojava’da gazetecilik yapmaktaydı ve bu herkes tarafından da bilinen bir gerçeklikti. 8 yıldır gazetecilik yapan bir gazetecinin, öldürüldükten sonra ‘örgüt üyesi’ ilan edilmesinin hukuki bir tarafı yok. Aslında bu 'öldürmeye kılıf arama' gibi bir durum" ifadelerini kullandı.
Tamur, şunları söyledi: "Nazım, çatışmalı alan gazeteciliği yürüttüğü için aslında uluslararası hukuk açısından da koruma altında olan bir kişi. Cenevre Sözleşmesi ek bir protokolü, çatışmalı alanlarda korunması gereken profesyonel meslekleri sayarken, bu mesleklerden birinin de gazetecilik olduğunu belirtiyor. Gazetecilerin çatışmalı alanlarda çatışan tarafların koruması altında olduğu, dolayısıyla çatışan tarafların böyle bir hükümlülüğünün olduğunu hüküm altına alıyor. Türkiye de bu sözleşmeye taraf. Dolayısıyla bu sözleşmeye aykırı bir şekilde hareket edip, Nazım’a yönelik böyle bir suç işlemiş olması, uluslararası anlamda suçu doğuran noktalardan biridir. Bu saldırı sadece Nazım ve Cihana yönelik bir saldırı değil aynı zamanda Özgür Basına yönelik bir saldırıdır."
'TUTUKLAMALARIN HUKUKİ İZAHI YOK'
Meslektaşlarının katledilmesine karşı çıkan gazetecilerin gerçekleştirdikleri protesto eylemlerinin olağan bir tepki olduğunu vurgulayan Tamur, "Devlet, yaratmak istediği korkunun karşılık bulmamasına öfkelenip gazetecileri tutukluyor. Gelişen protesto eylemleri ve basın açıklamaları açısından herhangi bir bildirim yükümlülüğü dahi bulunmazken, böyle bir açıklamadan kaynaklı gazetecilerin gözaltına alınıp tutuklanması hukuki açıdan izahı olan bir durum değildir" dedi.
"Gazetecilerin soruşturma veya kovuşturmalarını, öldürülmelerini meşrulaştırmak için kullanmak çok büyük bir tehlike içeriyor" diyen Tamur, şöyle devam etti: "Özellikle Kürt basınına baktığımızda; Nazım ve Cihan’a yönelik ithamlarla suçlanmayan tek bir gazetecinin bile olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla hepsinin yargısız infaz ile tehdit edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nazım ile Cihan'ın herhangi bir suç ithamından kaynaklı yargısız infaz edilmiş olması, uluslararası hukuk açısından da bu saldırı biçimini tartışmaya açmaktadır. Özellikle insansız hava araçlarının yargısız infazda kullanılması, önü alınamayacak savaş suçlarının ortaya çıkması anlamını taşımaktadır” diye belirtti.
MA / Rukiye Adıgüzel