19 Aralık tanığı: Açlık grevlerinin yayılması devleti zorlar 2018-12-18 09:25:41 İSTANBUL - 19 Aralık Cezaevi Katliamı döneminde Çanakkale Cezaevi’nde bulunan Vefa Serdar, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlatılan açlık grevlerinin yayılmasının devleti zorlayacağını söyleyerek, "Toplum, Önderliğine sahip çıkmaya devam edecektir" dedi. Çeşitli cezaevlerinde bulunan siyasi tutuklular F Tipi cezaevleri dayatmalarına karşı 20 Ekim 2000 tarihinde açlık grevi eylemi başlattı. Açlık grevinin 45’inci gününde eylemlerini ölüm orucuna dönüştüren siyasi tutuklulara, 60’ıncı günde devlet tarafından adına “Hayata Dönüş Operasyonu” denilerek müdahale edildi. 20 cezaevinde eş zamanlı yapılan müdahale, 3 gün boyunca sürdü. Müdahaleye 8 özel jandarma komando taburu, 37 bölük asker ile binlerce çevik kuvvet ve ceza infaz memuru katıldı. Operasyonda binlerce mermi  ve el bombasının yanı sıra kimyasal gaz bombaları da kullanıldı. Operasyon sırasında 30 tutuklu yaşamını yitirirken, yüzlercesi yaralandı.    19 Aralık Cezaevi Katliamı olarak tarihe geçen bu dönemde, Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist (TKEP/Leninist) davasından tutuklu Vefa Serdar, Çanakkale E Tipi Cezaevi’nde kalıyordu.    Çanakkale Cezaevi’ne müdahale sırasında 4 arkadaşı yaşamını yitiren Serdar, dönemin hem tanığı hem de mağdurlarından biri. Katliamın ardından Edirne F Tipi Cezaevi’ne götürülen ve ilerleyen süreçlerde bir kolunu kaybeden Serdar yaşadıklarını anlatarak, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle cezaevlerinde başlatılan açlık grevlerinin önemine dikkat çekti.    ‘FİTİL 95’TE BAŞLADI’    19 Aralık’ın bir geçmişinin olduğunu belirten Serdar, cezaevlerindeki tutukluların eylemlerinin dışarıyı çok etkilediğini söyleyerek, “Bu saldırının fitili, 1995’in sonunda Buca Cezaevi’nde 4 devrimci tutsağın, cezaevi koridorunda demir sopalarla vurularak katledilmeleriyle başladı. O zaman bir açlık grevi vardı ve ağır koşullarda yapılıyordu. Cezaevleri komple hem Kürt hem de Türk halkının gündemindeydi. Devlet saldırıyı buralardan başlattı. Sonra 1996’nın başında Ümraniye Cezaevi’nde yine 4 tutsak katledildi. Bu o dönem devletin cezaevlerine nasıl yöneleceğini gösteriyordu. Biz de bunun farkına varmıştık” dedi.    ‘AĞAR F TİPİ SÜRECİNİ HIZLANDIRDI’   1996 yılında Mehmet Ağar Adalet Bakanı iken, 6 Mayıs 1996’da cezaevleriyle ilgili bir genelge yayınladığını dile getiren Serdar, “Bu genelge, merkezlerde bulunan cezaevlerinin kapatılacağı ve bu cezaevlerine bir daha tutukluların alınmayacağına dair konuları içeriyordu. Genelgenin çıkmasıyla Mehmet Ağar’ın gelmesi F Tipleri sürecini hızlandırdı. O dönem cezaevlerinde birçok ihlal yaşanıyordu. Ancak Mehmet Ağar’ın gelmesiyle bu saldırıyı bir üst boyuta taşıdılar. Daha sonra 1996’da, 69 gün süren ölüm oruçları başladı. Ben de, o ölüm oruçlarında yer alanlardan biriydim. Devlet, ilk defa bu kadar uzun süreli bir ölüm orucuyla karşılaştı. 1996’da girdiğimiz ölüm orucu sonuç verdi ve genelge geri çekildi” ifadelerini kullandı.    ‘TUTSAKLARI İZOLE ETME DÜŞÜNCESİ VARDI’    Aynı süreçte Diyarbakır Cezaevi’ne de saldırı yapıldığını ifade eden Serdar, şöyle devam etti: “Saldırı gerekçesi, plastik kapları ailelerden alıp koğuşlarına götürmek istemeleriydi. Ama resmen bir organizasyonla, kapattılar kapıları ve koridorda kalan arkadaşlara demir çubuklarla saldırdılar. İşkence ederek arkadaşları orada da katlettiler. Devamında 99’da Ulucanlar’da katliam oldu. Ulucanlar’da yapılan saldırı, zindanlardan büyük tepki aldı. Çeşitli zindanlar hemen ardından eyleme geçti. Bunun üzerine devlet geri çekildi. Ulucanlar’dan sonra F Tipleri süreci başladı. Tutsakları tekli hücrelere alma, ailesinden, toplumdan izole etme düşüncesi o zaman kafalarında vardı. Bunu uygulamak da Ecevit hükümetine nasip oldu” dedi.    ‘ HAZIRLIKLARIMIZI YAPTIK’    19 Aralık sürecine katliamlarla gelindiğine dikkat çeken Serdar, “Bizler de her an saldırı olacak diye bekliyorduk. Hazırlığımızı ona göre yapıyorduk. Diğer siyasi tutsaklarla karşılıklı tartışmalar yürüttük. Biz bu sürecin 1996 gibi olmayacağını ve 69 günlük ölüm orucuyla sonuca ulaşamayacağımızı biliyorduk. Cezaevlerinde o süreçte tutsaklar hakimdi. İsteseler cezaevlerinde durumu tersine çevirebilirlerdi” diye konuştu.    ‘DİRENMEDEN OLMAZDI’    Cezaevlerinin F Tipi’ne dönüştürmek istenmesi üzerine başlatılan açlık grevinin ölüm orucuna dönüştürüldüğünü hatırlatan Serdar, şunları söyledi: “Bizler, olası bir saldırıya karşı kendimizi savunmak için hazırlık halindeydik. O gün arkadaşların koğuşa gelip ‘koridorda askerler var’ demeleri üzerine biz de koridorlara çıktık. Askerler koridora girmişti. Hepsinin yüzleri maskeliydi. Hepsinin özel harekatçı olduklarını tahmin ediyorum. ‘Yere yatın’ diye talimat veriyorlardı. Bizim mukavemetimiz ne olabilirdi ki?  En fazla yataklarla, dolaplarla kendimizi korumaya çalıştık. Hızla saldırmaya başladılar. Bizim odaya daha çok gaz bombası atarak girmeye başladılar. Siyahlar giyip maskeler takarak bizi öldürmeye gelmişlerdi. Tabi biz serinkanlılığımızı koruduk. Sonuçta biz düşüncelerimiz, inançlarımız için yaşayan, bunları için zindana giren insanlardık. Bunlara karşı koyacaktık, koymamız gerekiyordu. Çünkü tarih bizi yargılayacaktı. 19 Aralık gibi bir katliamda direnmeden geri çekilmek olmazdı. Bir savaşın ortasındaydık. Üstümüze bombalar, mermiler atıyorlardı. Müdahalenin ilk gününde cezaevinde Fidan Kalşen arkadaş kendini yaktı.  Fidan, ‘Eğer operasyonu durdurmasanız kendimi yakacağım’ dedi. Kendini tepeden tırnağa ah demeden yakan bir insanı görünce içinizde hiçbir tereddüt kalmaz. Ben ilk defa hayatımda yanmış bir insan eti kokusu hissettim.”   ‘YARALI HALİMLE TERS KELEPÇELEDİLER’   Kaldıkları yerin üst tavanının delindiğini ve oradan kendilerine gaz bombaları atıldığını dile getiren Serdar, “Birçok arkadaşımız boğulacaktı. Astımı olan, onlarca arkadaşımız vardı. En son ölüm oruçlularının olduğu bir yer vardı. Biz onlar gazdan etkilenmesin diye battaniyeyi üstlerine atmaya çalışıyorduk. Ölüm orucundaki arkadaşların kaldıkları yerin duvarını da deldiler. Arkadaşları korumak için battaniyeyi deliğin üstüne tuttuk. O esnada bir gaz bombası benim koluma gelmiş. Gaz bombasının hareketli döner başlığı dirseğime oturmuş. Öyle yaralandım. Daha sonra ağır yaralılar gelip alındı. Beni de o halimle ters kelepçe takarak götürmeye çalıştılar. Bizi bir süre arabada beklettiler. Sonra hastaneye götürüldüğümüzde insanların bizden haberi olması ve teslim olmadığımızı anlamaları için ‘biz kazandık’ diye slogan atmaya başladık” diye konuştu.     ‘YARAM İYİLEŞMEDEN EDİRNE’YE GÖTÜRÜLDÜM’    Hastanede hiçbir doktorun, ameliyatını yapmayı kabul etmediğini ifade eden Serdar, “Sonra Tabipler Birliği’nden olan bir doktor tedavimi yapmayı kabul etmiş ve beni ameliyata almıştı. Beni ameliyat eden doktor, ‘kolun kurtulur kestirme’ demişti. Sonra bayram ve yılbaşı dolayısıyla bir hafta boyunca kimse yanıma gelmedi. Ben parmaklarımda uyuşukluk, morarma gördüğüm halde bunu söylemiştim. Ancak kimse gelmedi ve sonra gelip ‘kolun kangren olmuş keseceğiz’ dediler ve kestiler” dedi.    Yarası iyileşmeden Edirne F Tipi Cezaevi’ne götürüldüğünü söyleyen Serdar, “Edirne’de çıplak arama dayattılar. Bunu kabul etmeyince, yaralı olduğumu gördükleri halde saldırdılar. Sonra beni götürüp tek kişilik hücreye koydular, uzun bir süre tek başıma kaldım. Tecridi ilk o zaman yoğun olarak hissettim. O zaman şunu anladım; yan tarafındaki arkadaşın aç da kalabilir, senin fazla ekmeğin olabilir; ama senin o ekmeği ona ulaştırmanı engelleyecekler” dedi.    ‘EYLEMLER DEVLETİ ZORLAR     PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kalkması talebiyle süresiz dönüşümsüz açlık grevine giren Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in eylemine de değinen Serdar, hem dışarıda hem de cezaevlerinde destek eylemlerinin sürdüğüne dikkat çekti. Serdar, “Cezaevleri toplum için duyarlılığın olduğu yerlerden biri. Toplum, kendi Önderliğine sahip çıkmaya devam edecektir. Bu eylemler de yayılmaya devam edecektir. Siyasi iktidarın da asıl korktuğu budur” diyerek yaygınlaşacak eylemlerin devleti zorlayacağını dile getirdi.    Serdar, tutuklularla dayanışmayı büyütmek, cezaevlerine getirilmek istenen tek tip elbise uygulanmasına karşı da içeride ve dışarda mücadele edilmesi gerektiğini söyledi.