Günay: Şam’da başlayan komplo İmralı'da tecritle sürüyor 2020-02-14 09:46:23 HABER MERKEZİ – PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplonun Şam’daki suikastla başladığını ve İmralı tecrit sistemiyle sürdürüldüğünü belirten HDP Milletvekili Ebru Günay, “Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma hayat bulduğu oranda İmralı tecrit sistemi kırılacaktır” dedi. PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkarılıp, 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye teslim edilmesiyle gerçekleştirilen uluslararası komplonun üzerinden 21 yıl geçti. Öcalan’ın avukatlarından biri olan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mardin Milletvekili Ebru Günay, komplo süreci, uluslararası güçlerin amaçları ile Öcalan’ın getirildiği İmralı Cezaevi’de maruz kaldığı tecrit sistemini değerlendirdi.  Öcalan ile görüşmelerin engellenmesinin nedenlerine de dikkat çeken Günay, tecride karşı yürütülecek mücadeleye değindi.   1996’DA BAŞLAYAN KOMPLO SÜRECİ   Öcalan’a yönelik komplonun baş aktörlerinin Ortadoğu’ya hakim olmak isteyen ABD ve İngiltere olduğunu belirten Günay, küresel güçlerin hegemonik politikalarıyla uzlaşmayan, işbirliği içerisine girmeyen bütün yapılar, kişiler, devletler ve liderlerin tasfiye edilmeye çalışıldığını kaydetti. Günay, “Sayın Öcalan’ın Ortadoğu’dan çıkartılması veya çıkartılmaya çalışılması tam da bunun sonucunda gerçekleşiyor. O dönem çeşitli kanallarla mesajlar verildi ki daha sonra kendisi görüşmelerde ifade edecektir. Sayın Öcalan, kendisine ‘Bizim politikalarımıza uy’ mesajları verildiğini anlatıyor. Sayın Öcalan, her görüşmede ‘Benim onlara verdiğim cevap çok netti, ben ilke sahibiyim, halklar lehine sonuçlar yaratırım, halkların eşitlik ve özgürlük ütopyalarına bağlı kalırım. Ben başkasının savaşçısı olmam, ben özgürlük savaşçısıyım’ ifadelerini kullandı” diye aktardı.   Öcalan’ın, küresel devletlerin politikalarına karşı duruşu için “Hegemonik, sömürgeci politikaları boşa çıkartmanın ilk adımlarıydı” diyen Günay, komplonun Suriye’nin başkenti Şam’da Öcalan’ın bulunduğu evin yakınlarında 6 Mayıs 1996'da bombalı saldırı sonucunda gerçekleştirilen suikastla başladığını belirtti.   TÜRKİYE’NİN ROLÜ   Öcalan’ın Türkiye’nin komplodaki rolüne dair ‘Türkiye’ye düşen gardiyanlıktı’ tespitine atıf yaparak Türkiye’nin komplo sürecinde aktif rol sahibi olmadığını dile getiren Günay, dönemin Başbaşkanı Bülent Ecevit’in ‘Öcalan Türkiye’ye neden teslim edildi, anlamış değilim’ sözlerini hatırlattı. Günay, bu konuda şunları söyledi: “Gardiyanlık; ‘Siz söz sahibi değilsiniz, verilen emir ve talimatları yerine getirmekle yükümlüsünüz’ şeklindedir. Türkiye’nin pozisyonu bu, uluslararası güçlerin kendisine biçtiği rolü ve misyonu yerine getirmekti. Komplonun planlanması, hegemonik güçlerin oluşturması, Ortadoğu’daki dengelerde Türkiye bir aktör değil. Türkiye buradaki herhangi bir devlet gibi, hegemon güçlerin işbirliği yapması gereken bir ülke konumundaydı.”.   KOMPLONÜN TEMEL AMACI   Komplonun temel amacı olarak Öcalan’ın görüşlerinin, paradigmasının ve felsefesinin halklara ulaşmasının engellenmesinin 21 yıldır tecrit sistemiyle sürdürüldüğünü ifade eden Günay, “Amaç, Sayın Öcalan ile halka arasında bir set örmek, egemenlerin Ortadoğu’yu daha rahat hareket edebilecekleri bir zemine dönüştürmek. Şimdi tecritteki mantık da aynı. Tecritle de Sayın Öcalan’ın düşüncelerinin, görüşlerinin halklar için esasları oluşturduğu demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmanın hayat bulmasını engellemek, halkla bağını koparmak” diye konuştu.  Komplonun amacının aksine Öcalan ile temas kurulan dönemlerde halkla bağının güçlendiğine dikkat çeken Günay, “Sayın Öcalan tüm olumsuz koşullara rağmen bu topraklarda muazzam etkiler yarattı. 21 yıllık süreçte, her şeye rağmen boşa çıkartılan bir komplo gerçekliği var” ifadelerini kullandı.   TECRİT VE SAVAŞ ORANTISI   Günay, Öcalan’a yönelik 21 yıldır İmralı arasında uygulanan tecrit ile Ortadoğu’da yaşanan savaş ortamının bağlantılı olduğu da ifade etti. Günay, bunu şu sözlerle açıkladı: “Savaş arttığında tecrit artıyor, tecrit arttığında savaş artıyor. Bu iki denklemi birbirinden ayırmak mümkün değil. Çünkü egemenlerin, bir alana girip kendi hegemonik varlıklarını hissettirmeleri için savaşmaları gerekiyor. İktidarlar kendilerini savaş ve güç üzerinden var ederler. Kendi güçlerini en iyi anlattıkları yer, savaş zemini oluyor. Dolayısıyla Ortadoğu’da çatışan halklar, çatışan farkındalıklar, egemenlerin işlerine geliyor. Kürt-Türk çatışması bu anlamıyla bir araç yada Kürt-Arap çatışması bu anlamıyla bir araç. Halkların bir araya gelmesi, ortak bir zeminde, ortak bir paydada, demokratik ulus perspektifinde bir arada toplanmaması bu anlamıyla bir esas.”   ÖCALAN’IN ORTADOĞU’YA ETKİSİ   Öcalan’ın sağlık, özgürlük ve güvenlik koşullarının Ortadoğu’ya yansımaları üzerinde duran Günay, “İmralı Adası’nda sağlık, özgürlük ve güvenlik koşulları sağlanmayınca, Ortadoğu’nun tamamında sağlık, özgürlük ve güvenlik koşulları sağlanamadı. Ortadoğu daha derin bir savaşın içerisine sürüklendi. 5 Nisan 2015’teki görüşmeden sonra çözüm sürecinin sonlandırıldığı Türkiye’de, özellikle bölgede sokağa çıkma yasakları ve ablukalar başladı. Bu tecridin kendisiydi. Bu süreçte Kobanê’de bir gecede DAİŞ tarafından 200 insan katledildi. Bu süreci Suruç ve 10 Ekim Gar katliamları izledi. Sürekli derinleşerek giden savaş, sonrasında Efrîn işgali, Rojava işgali… Hepsi sağlık, özgürlük ve güvenlik koşullarının sağlanmamasıyla ilgili. Bu süreçte Sayın Öcalan ve Kürtler arasındaki doğrudan etkiyi bir kez daha anladık. Kürdün özgürlüğünün Öcalan’ın özgürlüğü olduğu, Öcalan’ın özgürlüğünün Kürdün özgürlüğü olduğunu anladık. Toplumsal diyalektik bağını yeniden fark ettik. Çok kısıtlı zamanlarda temasının, ne kadar etkili olduğunu, barışçıl ortamın oluşması için, toplumsal barışın inşası için ne kadar etkili olduğunu bir kez daha gördük” dedi.   GÖRÜŞMELERİN ENGELLENMESİ   Komplonun bugün tecritle sürdürüldüğünü bir kez daha vurgulayan Günay, Öcalan’ın avukat ve aile görüşünün engellenmesi üzerinde durdu. Aile görüşüne dair ‘disiplin cezası’nın gerekçe gösterildiğini, ancak avukatlarla ilgili bir yasaklama olmamasına rağmen başvuruların yanıtsız bırakıldığını belirten Günay, bu durumun yok sayma olduğunu kaydetti. Öcalan ile açlık grevi eylemleri sonucunda yapılan 5 ayrı avukat görüşüne de değinen Günay, Öcalan’ın bu görüşmelerde yüzlerce ölümün önüne geçtiğini, demokratik siyasetin ve toplumun önünü açtığının altını çizdi.   ÖCALAN’IN BARIŞ ISRARI   Öcalan’ın, 2 Mayıs 2019’daki avukat görüşmesinde ‘Ben bir haftada bu sorunu çözebilecek durumdayım’ dediğini hatırlatan Günay, şöyle devam etti: “Sayın Öcalan, yeniden tüm olumsuz koşullara rağmen, mutlak tecrit sistemine rağmen 2013’teki barış hattında ısrarcı olduğunu ve geri adım atmayacağını ifade etti. Barışmak ve müzakere sürecine geçmek, çok büyük bir kararlılık, büyük bir mücadele gerektirir. Bu süreçte kararlılığınız, ideolojinizin güçlülüğüdür. Sayın Öcalan ideolojik-politik hattının ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha bizlere gösterdi. Hala bu toplumu ikna edecek güçte, kararlılıkta, ideolojik ve felsefik güce sahip olduğunu bir kez daha gösterdi.”   ÇÖZÜM MASASINA CEVAP VERMEYEN AKP   Öcalan’ın bu çağrılarını yanıtsız bırakan AKP hükümetinin savaş politikalarıyla ayakta durabildiğini dile getiren Günay, “Güçsüz olduğunu, kendi ideolojik politik hattına güvenmeyen, bir haftada sorunu çözerim masasına cevap vermeyen AKP hükümeti, katliamlarla ayakta kaldığını bir kez daha gösterdi. Bunun sonucu olarak Türkiye’de HDP’nin kazandığı belediyelere kayyum atandı, 9 Ekim’de Suriye’ye işgal girişiminde bulundu. Ve bu politikaları sürdürmeye devam ediyor” diye belirtti.   TECRİDE KARŞI MÜCADELE   Tecridin kırılmasında yürütülecek mücadeleye dair özeleştiride bulunan Günay, sözlerini şöyle noktaladı: “Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma hayat bulduğu oranda İmralı tecrit sistemi kırılacaktır. Zaten hedeflenen o paradigmanın halkla buluşmasını engellemek. Paradigma hayat buldukça, toplum demokratikleşecek, devlet felsefik anlamda küçülecek; daha çok toplum, daha az devlet esasları örülecek, demokratik siyasetin önü açılacak. Bununla beraber sağlık, özgürlük ve güvenlik koşulları sağlanmış olacak. Sayın Öcalan görüşmelerde de söylüyor; ‘Benim için esas olan yaşatmaktır’ diyor. Aslında özgürlük felsefesi inşa etmeye çalışıyor. Bu konuda demokratik siyasetin, görüş ve düşüncelerini paylaşanların bir sorumluluğu var. Bunu yerine getirmek gerekiyor. Sonuç olarak, İmralı tecrit sistemini lağvedecek olan sağlık, özgürlük ve güvenlik koşullarının sağlanmasıdır. Başka bir çözüm yolu yok.”   MA / Özgür Paksoy