‘Muhafazakar kültür kadın cinayetlerini süreklileştiriyor’ 2019-12-07 17:26:41 ANKARA- TTB Merkez Konseyi üyesi Selma Güngör, muhafazakarlığın eşitliğe, kadınlara, özgürlüğe karşı olduğunu belirterek, “Kadınlar olarak bize dayatılan yaşamı reddettiğimizde öldürülüyoruz. Bunun erkek zihniyetindeki devamlılığını sağlayanda bu muhafazakar kültürdür” dedi.   Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın (SES) ilkini düzenlediği “Kadın Sağlık Kurultayı” Eğitim Sen Genel Merkezi Konferans Salonu’nda sunumlarla devam ediyor.   İlk sunumu, KHK’yle görevinden ihraç edilen Doç. Dr. Melda Yaman, “Kadın Sağlık emeğinin tarihsel dönüşümü” konusuyla yaptı. Şifacıların birbirleriyle dayanışma ilişkisi kurduğunu ve kadınların yıllarca ebelik ve doktorluk yaptığını aktaran Yaman, kadınların bu bilgileri birbirlerine aktardıklarını söyledi. Bu mesleklerin kadınlara toplumda saygınlık da kazandırdığını vurgulayan Yaman, “Sümerlerden, Hititlerden, Mısır’dan bahsettiğimizde bile keskin bir ataerki görüyoruz ama yine de sağlık alanı ve kadınlara bir emek alanı sunmuş. Kapitalizmin şafağıyla birlikte bambaşka bir süreç başlamış. Kadınlar sağlık emeği alanından erkekler, devlet ve kilise tarafından itilmişler. Yeni bir alanın inşasında kadınları yakacak düzeye gelmiş” dedi.   ‘SOKRATES SEMBOLİK OLARAK EBELİĞİ ELE GEÇİRİYOR’   Erkeklerin ücret ve gelir alanını kadınların alanından söküp aldığına dikkati çeken Yaman, “Yaklaşık 2 bin yıl önce Sokrates ebeliği ele geçiriyor. Platon’un yapıtında Sokrates kendini akıl ebesi olarak nitelendiriyor. ‘Ben de ebelik yapıyorum ama ben bedeni değil aklı doğurturum. Ben kadınlara değil erkeklere hizmet ederim’ diyor. Burada kadını küçümsemeyi ve yüzyıllar sonra gerçekleşecek dönüşümün Sokrates tarafından sembolik olarak gerçekleştiğini görüyoruz. Ebeler Maya dilinde kadını doğurtmak anlamın çok daha ötesinde dayanışma, moral verme gibi pek çok toplumsal kavramı da içeriyor. Tarih içerisinde ebelerin bu rolleri olduğunu görüyoruz” diye konuştu.   ‘BİLİM KADINLARIN BİLGİSİNDEN DEVŞİRİLİYOR’   Kadınların konumu sağlık hizmeti ile güçlenmişse de bu gasp sürecinin kadınların kazanımlarını aşağı çeken haneye kapatan ve emek etkinliklerini ele geçiren bir süreç olarak çıktığını ifade eden Yaman, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu aynı zamanda sınıfsal bir süreç. Tıp bilimini erkek bilimi olarak inşası devletin ve kilisenin desteği ile beraber yürüyor. İlk tıp okulu Paris’te açılıyor ancak kadınların bu okula girmesi yasak. Tıp bilgisi anlatacak ama tıp bilgisi yok. Öte yandan bir bilim gelişiyor kadınların bilgisinden devşiriliyor. Sorun şu: Bilginin devşirildiği kadınlar bilginin yeniden üretildiği sürece alınmıyorlar. Kadınlar yakıldı, işkence gördü davalarda yargılandı. Bugünde ciddi bir eşitsizlik var tıp alanında. Kadınlar hâlâ pek çok alanda görünür değil. Öte yandan bu rolleri hâlâ hane içindeki emek rollerinde de görüyoruz. Bu işin cazibeli olduğu yerler ‘erkek’ işi. Bu süreç politik bir süreç. Bir mücadele hattı.”   ‘1970’LERDE ARAŞTIRILMAYA BAŞLANIYOR’   Ardından Kocaeli Üniversitesi’nden ihraç edilen Doç. Dr. Özlem Özkan, “Neoliberal ekonomi politikalarla sağlıkta dönüşüm ve kadın sağlığına etkileri” konusunu sundu. Kadın sağlığının bilimsel olarak 1970’lerde araştırılmaya başlandığına dikkati çeken Özkan, “Bu sistemin her türlü etkilerini bedende gören kadın sağlığı çok geç başlıyor. 80’lerin ortalarında ağırlık kazanıyor. Kadın buralarda ne olarak var; Kadın bu bilimsel araştırmalarda ‘etkileyen faktör’ olarak var. Kapitalist ataerki ve dinin siyasallaşması ile kadın sağlık ilişkisini hiç görmüyoruz. Neo-liberal politikalar sağlık reformlarının kadın sağlık emek gücüne zarar verdiğini ama kadınları çok fazla olumsuz etkilediğini söyleyebiliriz” diye konuştu.   ‘BEDENİMİZ ÜZERİNEDEN TANIMLANIYORUZ’   Öğleden sonraki oturumda Doç. Dr. Feryal Saygılıgil, “Kadın Bedeninin Denetimi ve kendi bedenine yabancılaşma” konu başlığıyla sunum gerçekleştirdi. Beden tartışmalarına değinen Saygılıgil, şöyle konuştu: “Bedenimiz üzerinden tanımlanıyoruz. Bedenin bu kadar önemsenecek bir şey olmadığını biliyoruz. Beden bütünün parçasını oluşturan bir şey ama patriyarka bedene çeşitli anlamlar yüklüyor ve onun üzerinden bizi tanımlıyor. Dünyada cinsiyetçi atasözlerinden bahseden Özkan, “Dudaklar, kulaklar, aklınıza gelebilecek pek çok şey şiddetle ilgili olanlar da var. Namus ve şiddet ile ilgili Haremler ve Kuzenler kitabının yazarı kitapta namusun aslında dinle ve Ortadoğu ile ilgisi olmadığını Akdeniz coğrafyasının paylaşan toplulukların ortak bir özelliği olduğunu söylemişti” diye konuştu.    ‘MÜLTECİ KADINLAR ÇİFT YÜK TAŞIYOR’   Ardından Prof. Dr. Şevkat Bahar Özvarış “Göçmen, mülteci ve mevsimlik kadın işçilerin sağlığa erişimi” hakkında sunum yaptı. Özvarış, Türkiye’de Suriye’den gelen ve kayıtlı olan mülteci sayısının 3,6 milyon olduğunu söyledi. Bu rakam içinde sadece yüzde 4’ünün kamplarda kaldığını belirten Özvarış, mülteci ve göçmen kadınların yaşadıkları sorunlara değindi. Özvarış, “Hem kadın olmaları hem de mülteci olarak çifte yük taşıyorlar. Şiddet, ayrımcılık deneyimleri gibi yaşamlarının birçok alanını olumsuz etkileniyor. Kadınları göçten önce, göç sırasında ve göç sonrasında fiziksel cinsel istismar ile karşı karşıya kalıyor. Birçok sağlık sorunu yaşıyorlar. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, mülteci kadınların ruh sağlığını etkileyen en önemli etmenler. Irkçı tutumlara ek olarak yaşamın her yerinde fiziksel şiddet ve istismar karşısında daha savunmasız kalıyorlar. Şiddete uğrayan kadınlar ne yapacaklarını, haklarını ve başvuracakları kurumlarını bilmiyorlar. Bilseler bile sınır dışı edilme korkusu yaşıyorlar” dedi.   ‘HİZMETE ERİŞİMDE SORUN YAŞIYORLAR’   Özvarış, mülteci kadınların hizmete erişimde yaşadıkları sorunlara değinerek, şöyle sıraladı: “Dil sorunu, hizmet sunanların farkındalığının düşük olması, kültürel engeller, (beslenme, istihdam , eğitim, barınma, sosyal hizmetler) kimlik sorunları, insan ticareti mağduru olmak. Yaşadıkları sağlık sorunları ise istenmeyen gebelikler, düşükler, depresyon, post-tramvatik stres bozukluları, cinsel yolla bulaşan hastalıklar.”   ‘GÖÇMENLERİN GÖÇMENİ DOM’LAR’   Özvarış, mültecilerin “3D işleri” (kirli, tehlikeli ve nitelikli olmayan) kapsamında çalıştıklarını belirterek, savaş sonrası Türkiye’ye göç eden Domlar ile ilgili konuştu. Domları “göçmenlerin göçmenleri” olarak tanımlayan Özvarış, göçmenlerin en alt grubu olduğunu söylediği 50 bin Dom’un savaş nedeniyle Türkiye’ye göç ettiğini söyledi. Özvarış, Domların yaşadıkları sorunlara dair şunları söyledi: “Sosyal dışlanmışlık, izolasyon, ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyor. Kamplarda kalmayı kabul etmiyorlar baskılardan dolayı. Hamallık, budama, tarla bağ bahçe işlerinde çalıştırılıyorlar. Şehirlerde ise kağıt toplayıcılığı, tekstil, ayakkabı atölyeleri, inşaat gibi yerlerde çalışıyorlar. Sağlık hizmetlerine erişimde ciddi sorunlar yaşıyorlar. Özellikle çocuklarda ciddi beslenme yetersizliği görülüyor, bulaşıcı hastalıklar sık olarak görülüyor.”   ‘DEVAMLILAŞMASINI SAĞLIYOR’   Daha sonra “Kadın sağlığı ve muhafazakar politikalar” başlığı kapsamında Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey üyesi Dr. Selma Güngör sunum yaptı. Güngör, muhafazakarlığın tarih olarak çok geri ancak kavram olarak hayatımıza yeni girdiğini belirtti. Güngör, muhafazakarların günümüzde de devam eden karşı oldukları durumları şöyle saydı: “Kendisini muhafazakar olarak tanımlayan ilk parti AKP oldu. O da kendisini Avrupa’ya karşı demokrat muhafazakar olarak tanımladı. Ama bu ilk örnek değildi. Muhafazakarlar, kadın erkek eşitliğine, dinler arasında eşit haklara, bütün bu farklı dinlerden, milletlerden, cinsiyetlerden olanlar arasındaki hakların, özgürlüklerin eşit olmasına karşı çıkıyorlar. İnsan haklarına karşılar. Kadına ve çocuğa yönelik politikalarda bir koruyucu önlem olarak idamı geri getirmek olarak hala gündeme getiriyorlar. Neo -muhafazakar dünyada ortaya çıkan tüm otoriterlerde hukuksuzluğu hala yaşıyoruz. Adil ve eşit yargılama hakkı yok. Laikliğe, kadınlara karşılar, kadınların siyasal yaşama katılmalarına karşılar, seçilmiş kadınlara karşılar. En tipik örneğini kayyum atamalarında gördük. Eşbaşkanlık sisteminin uygulandığı belediyelere kayyum atanarak, kadınların yönetmesi ve o yönetime oy verenlerin seçme ve seçilme hakları ellerinden alınıyor. Kadınların sosyal haklarına karşılar, eğitimine karşılar. Kadınlar olarak bize dayatılan yaşamı reddettiğimizde öldürülüyoruz. Bunun erkek zihniyetindeki devamlılığını sağlayanda bu muhafazakar kültür. Çünkü muhafazakar kültür erkeğe, kadına hükmetme hakkını tanıyor. Bunların olmadığında da erkek öldürme hakkını buluyor. Hukuksal uygulamalar bu anlayışa uygun olarak az cezalarla geçiştiriyordu kadına dönük şiddeti ama kadınların mücadelesi bunu değiştirdi” diye konuştu.   Kadın Sağlığı Kurultayı'nın bugünkü oturumu müzik dinletisiyle son buldu.