Demirtaş: ‘Öcalan’ın heykelini dikeceğiz’ dediğimde, Erdoğan’ın elinde Öcalan’ın iki mektubu vardı 2019-04-24 14:47:40   ANKARA - HDP'li Selahattin Demirtaş, “Günü geldiğinde detayları sizinle paylaşacağım, çok şaşıracaksınız. O video çok kullanıldı. Ben ‘Öcalan'ın heykelini dikeceğiz’ dediğim günde, Erdoğan'ın elinde İmralı’dan Öcalan tarafından yazılmış 2 tane mektup vardı. İmralı çözüm sürecini başlatan mektuplardı. Zaten kısa süre sonra da çözüm süreci başladı” dedi.    Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklu yargılandığı davanın duruşması Sincan Cezaevi Kampüsü’nde kurulan Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor. Duruşmaya SEGBİS ile katılan Demirtaş, savunmasının devamında 15 nolu fezlekenin bilirkişi raporlarına değindi.    Demirtaş, şunları söyledi: “Bilirkişi raporunda eksikler var. Bu hali ile de zaten suç oluşturan bir şey yok. İtirazım olduğundan değil, fakat örneğin ben sanki orada tek başıma konuşmuşum. Herkes susmuş ben konuşmuşum. Polis müdürleri ne demiş, Emniyet ne demiş, bu muhataplı konuşmada ne geçmiş, en küçük bir bilgi göremiyorsunuz. Ben tek başıma konuşmuşum. 100-150 kişi etrafımızda 500 kişilik polis koridoru sürekli Emniyet Müdür Yardımcısı’yla muhatap oluyorum, fakat ilginçtir ki kendi kendime konuşmuşum bilirkişiye göre. Neler yaşanmış, milletvekilimiz nasıl yere düşmüş, nasıl yaralanmış, bilirkişi raporunda yok. Eğer CD’de benim ses kaydım ayıklanmış, diğerleri imha edilmişse delil karartma vardır. Dolayısıyla mahkemenin suç duyurusunda bulunması lazım. Çünkü bu fezlekeden, bu bilirkişi raporundan o gün orada tam olarak ne olduğu anlaşılmıyor. Ben anlatayım mahkemenize ve yeniden Diyarbakır Emniyeti’nden daha geniş görüntü içeren CD istemenizi talep edeceğiz duruşma sonunda ve o CD’ler geldikten sonra yeniden çözüme göndermenizi isteyeceğiz.”   ‘POLİS SÜREKLİ GERİLİM YARATIYOR DEDİLER’   Demirtaş, fezleke konusu olan Sivil Cuma Namazı ve çadır kurma etkinliğine dair bilgi verdi. Söz konusu etkinliklerde planlamanın grup başkanvekili üzerinden yapıldığını, etkinliğe katılmadığını, aynı gün Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Konferans Salonu’nda düzenlenen bir konferansta olduğunu belirten Demirtaş, “Söz konusu cuma namazının kılındığı Dağkapı Meydanı ile Diyarbakır Belediyesi arasındaki mesafe de en fazla 600-700 metredir. Çok yakınındaydım yani. Cuma namazından sonra arkadaşlarım beni aradılar dediler ki ‘burada polis milletvekili grubumuzun ablukaya almış durumda, çembere almış durumda. Ne kimse çıkabiliyor çemberden, ne de girebiliyor, buraya gelebilir misin?’ Çünkü ‘polis sürekli gerilim yaratıyor’ dediler. Ben de hemen toplantıya ara verdim ve Dağkapı Meydanı’na geçtim” diye konuştu.   ‘DAVUTOĞLU ÖZELEŞTİRİ Mİ YOKSA İTİRAF MI EDİYOR’   Demirtaş, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’nin bu hale gelmesinden birinci derece sorumlu olduğunu söyleyerek, Davutoğlu’nun geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile ilgili eleştiri yaptığı açıklamaya değindi. Demirtaş,  şöyle konuştu: “Sizin görüp görebileceğiniz en büyük bilim insanlarından birisi, büyük akademisyen, siyasetçi fikir insanı, pratik ve önerileriyle barışın mimari, tırnak içinde ‘hepsi’ tabii kişiden alıntı yapayım, Ahmet Davutoğlu. Ne demiş bu ünlü fikir ve bilim insanı? İki gün önce dün yaptığı açıklamada, Başbakanlık yaptı, Dışişleri bakanlığı yaptı. Bizim tutuklandığımız siyasi dönemde Başbakan’dı, bütün bu kararların altında da imzası var.    Dokunulmazlığın kaldırılması, Anayasa’nın değiştirilmesi, tutuklanmamıza yönelik çağrısı sonrasında kürsüye çıkıp bas bas bağırması... Türkiye’yi Suriye’de bataklığa batıran ve bugün de kendince yine muhteşem tespitler yapmaya çalışmış. Bunları söyleyen siyasi tarihimizin en büyük hukuksuzluğuna imza atan Başbakanlarından biridir. ‘Milletvekilleri yasama içerisinde güçlü olmalıdır’ diyen Davutoğlu bizi bizatihi milletvekili kimliği ile cezaevine gönderen başbakan olarak tarihe geçmiştir. Ama şimdi aradan geçen zaman zarfında bazı gerçekleri görmeye başlamış olmalı ki kendisi artık özeleştiri mi, itiraf mı başka bir siyasi niyeti mi var bilemem, fakat yargının ne hale geldiğini beyan etmek zorunda kalıyor. Biz söyleyince tarafız da bu mu taraf?    Ahmet Davutoğlu da mı terörist bu da mı yargıya düşman? Bu da mı vatan haini ülke düşmanı? Hani bizi öyle ilan ettiniz de yargıya bilerek yıpratmak için yapıyormuşuz gibi hükümet cephesinden salvolar yapıldı da buna ne diyeceksiniz? Durum aynen budur. Ve bunu bu hale getirenlerden biridir kendisi. Öyle bir iki yazı yazmakla da bu vebalin altından çıkamaz kurtulamaz. Sorumluluğu kendisine aittir ve kendisi bir numaralı sorumlulardan biri olarak tarihe geçmiştir.”   ‘MUSTAFA ŞENTOP ÖNÜMÜZDEKİ YILLARDA ÖZELEŞTİRİLER YAPACAK’   Dönemin Anayasa Komisyonu Başkanı şimdiki Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un da siyasi tutuklamanın mimarı olduğunu belirten Demirtaş, “Milletvekillerinin açlık grevinde ve hapiste olmasına sessiz ve duyarsız kalan bir Anayasa Komisyonu ve Meclis Başkanı eminim ki bu da önümüzdeki yıllarda özeleştiriler yapacaktır ‘biz o dönemde çok yanlışlar yaptık’ diyerek. Ama bizim için hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Kendisi de Karma Komisyon Başkanı sıfatıyla dosyalarda hiçbir inceleme yapılması gereği duyulmadan savcılıklara göndermiş, bizi adeta bu komplo ve tuzağın önüne atmıştır. Kendimizi savunma delillerimizi sunma fırsatı bile sunulmamıştır. Anlatmaya çalıştığımız siyasi komplolar, bırakın iktidar veya Parlamento tarafından, mahkemeler tarafından bile dikkate alınmamıştır. Bu komploları dikkate almayı bırakın, bizatihi yeni komplolar yapılmaya devam etmiştir” diye konuştu.   ‘PARTİMİN OY ORANI YÜZDE 15’   Bütün fezlekelerin hedefinin HDP’nin baskı atına alınmayı amaçladığını belirten Demirtaş, savunmasına şöyle devam etti: “2011 Nisanında partimin oyu yüzde 6 idi. Yani bu fezlekeye dair söz konusu eylemi gerçekleştirdiğimizde oy oranımız yüzde 6’ydı. Ve o günün hakimleri savcıları başbakanı güvenlikçisi, - O dönem BDP idi – ‘Biz HDP’yi sıkıştırırsak bu şekilde baskı altına alırsak halk artık onların etrafında kenetlenmez bu şekilde bu partiden kurtuluruz’ diyerek alabildiğine bize vurmaya çalıştılar. Şimdi partimin sahadaki oyu yüzde 15 civarındadır. Genel seçim olsa partim yüzde 15 oranında oy alabilecek potansiyele ulaşmıştır. Halen devam ediyorlar aynı uygulamaya.   SANDIKTA HALK DERSİNİ VERDİ   Cumhurbaşkanına hakaret etti iddiası ile gece yarısı hukuk profesörlerinin evini basıp gözaltına alıp tutuklayabiliyor bu yargı, ana muhalefet partisi liderini yumruklayarak linç girişimi ile öldürmeye çalışanlar cezaevi yüzü görmesinler diye adli kontrol şartı ile serbest bırakılıyor. Neden? Muhalefet haddini bilsin, muhalefetin burnu sürtsün, hükümetin etrafında büyük bir devlet gücünün biriktiği ve bunu muhalefete karşı kullanacağı herkes tarafından hissedilsin. Toplum bu korkuyu iliklerine kadar hissetsin diye. Peki başarılı olunuyor mu? Son seçimler ortaya koydu. Beni buraya atmanızın nedeni buydu. Figen Yüksekdağ, İdris Baluken, Çağlar Demirel ve Gültan Kışanak ve tüm milletvekillerimizi içeri atmanızın nedeni buydu. Koğuş arkadaşım Abdullah Zeydan'dan Ferhat Encü’ye, Sebahat Tuncel'den Selma Irmak'a, Burcu Çelik'e kadar amacınız seçimlerde etkimizi kırmaktı. Ama ne partimiz ne halkımız ne seçmenimiz bunlara boyun eğmedi. Parti yönetimimiz de girdiği ilkeli yolda çalışmasını sürdürdü. Ve sandıkta da halk dersini verdi.   BU GİDİŞAT İYİ BİR GİDİŞAT DEĞİL   Şimdi seçimden sonrası yargı da siyaset de yeni bir değerlendirme yapmak zorundadır. Bu gidişat iyi bir gidişat değil. Hukuk bu şekilde askıya alınarak, katledilerek, Anayasasızlıkla, hukuksuzlukla ülke artık yönetilemez hale gelmiştir. Böyle olacağını defalarca söyledik. Kahin olduğumuz için değil. Böyle olacağını siyasi deneyimlere dayanarak biliyoruz. Bize yönelik bu tutumda devam edilirse seçmenin tavrı da daha da keskinleşecek, netleşecektir. Sandıkta silip süpürecektir. Irkçılığı, faşizmi, baskıyı, zulmü, halk sandıkta silip süpürecektir. Kimsenin kuşkusu olmasın. Bizim bu tavrımız da içeride de olsak dışarıda da olsak devam edecektir.   SAVUNMA YAPMA NEDENİM ADALET MÜCADELESİ   Bu fezlekelerin amacı o dönem ne idiyse bu yargılamanın amacı da aynıdır. Zihniyet değişmemiştir. Halen AİHS'in 18’inci maddesi, yani sözleşmedeki hak ve özgürlüklerin sözleşmede öngörülen amaçlar dışında kısıtlanması diye tariflenen ve AİHM Dairesi’nin politik saik olarak tespit ettiği bizim yargılamalarımızla ilgili saik değişmedi. Benim bu yargılamalarda savunma yapma nedenim adalet umudu ve beklentisi değil, adalet mücadelesidir.   YARGI ÜZERİNDE BASKI KURULUYOR   Son yerel seçimlerde de ülkenin Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan AKP Genel Başkanı meydan meydan dolaşarak bu fezlekede de benimle ilgili suçlama konusu olan ve henüz mahkemenizde savunmasını bile yapamadığım videoları izletmiştir. Beni orada kamuoyu önünde yargılamaya, hüküm kurmaya çalışmıştır. ‘Biz Öcalan heykelini dikeceğiz’ fezlekesine daha sıra gelmediği için ona girmeyeceğim, ama bu videoyu onlarca mitingde kendi seçmenlerine izleterek canlı yayınlarda izleterek bakın bazı AKP'li belediyeler, örneğin Üsküdar Belediyesi yol kenarında kurduğu dev ekranlarda 24 saat bu videoyu izletmiştir. Gelen geçenler izlesin diye. Sesli olarak bizim görüntülerimiz daha yargılanmadan kamuoyunda bir mahkumiyet algısı yaratılmak istenmiştir. Yargı üzerinde bu şekilde baskı kuruluyor.   ERDOĞAN’IN ELİNDE İMRALI’DAN GELEN MEKTUP VARDI   Günü geldiğinde ben o fezleke ile ilgili savunma yaptığımda detayları sizinle paylaşacağım, çok şaşıracaksınız. Çünkü söylediğim ve yaptığım her şeyin altında makul, meşru bir gerekçe var. O video çok kullanıldı. Ben ‘Öcalan'ın heykelini dikeceğiz’ dediğim günde Erdoğan'ın elinde İmralı’dan Öcalan tarafından yazılmış 2 tane mektup vardı. İmralı çözüm sürecini başlatan mektuplardı. Zaten kısa süre sonra da çözüm süreci başladı. Ben o konuşmayı yaptığımda gözümün önünde otobüsten göreceğim şekilde elinde bir tane Öcalan posteri var diye 15-20 kişilik bir genç grubu kıyasıya dövüyordu polis.   BARIŞ GELECEK ÖCALAN’IN HEYKELİ DİKİLECEK DEDİM   Ben de hem mektuptan hem de Erdoğan'ın mektuba verdiği cevaptan haberdardım. Ve Ankara'da şu konuşuluyordu: Bu defa barış çok yakın ve bu barışı gerçekleştirecek olanların heykeli dikilecek. Aslında sözün patenti bana ait değil. İsmini söylemeyeyim ama bende o an çağrışım yapan şey bu sözü söyleyen yürütme yetkilisinin kullandığı bu cümledir. Dolayısıyla ben orada ‘yakında barış gelecek, barışın mimarlarından biri olarak da Öcalan'ın heykeli dikilecek’ dedim sembolik olarak. Halk arasında kullanılacak bir deyimdir bu, heykeli dikilecek insana denir ya. Bakın öylesine kullandığım bir söze o dönem Erdoğan dahil kimse itiraz etmiyor. Aradan 7 yıl geçiyor, Erdoğan bir seçim kampanyasında videoyu miting miting dolaştırıp ‘bakın Apo'nun heykelini dikecekmiş, bunlar bilmem kiminle ittifak yapmış, bunlar böyle’ diyecek kadar küçülebiliyor. Onun düştüğü halden utanç duydum.    BU KADAR KÜÇÜLMEMELİ   Bir ülkenin Cumhurbaşkanı kendini bu kadar küçültmemeli. O konuşmayı niye yaptığımı kendisi de biliyor, o dönemin bakanları da biliyor. Neyi kastettiğimi kendisi de biliyor bakanları da biliyor. Kendisi o videoyu izletirken bunu da izletseydi samimiyetine inanırdım. Deseydi ki, ‘bak Demirtaş Öcalan'ın heykelini dikeceğiz dediğin gün Öcalan bana 2 mektup yazmıştı. Zaten 2 ay sonra da İmralı'da resmi görüşmelere başladık’ deseydi samimiyetine inanırdım. Fakat tamamı komplocu bunların. Zihniyet komplocu. Tuzak kurma üzerine. Bunlara elini veren kolunu kaptırıyor. En yakın yoldaşları bile bu halde. Resmen utanç duydum.   KÜRDİSTAN COĞRAFİ BİR GERÇEKLİKTİR   Sezai Bey ve Pervin Hanım üzerinden söylemleri çarpıtılarak provokasyonlar yapılmaya çalışıldı. Aynı komplo anlayışı. Bu fezlekedeki bu iddianamedeki aynı komplo anlayışı. Eş Genel Başkanımız Sayın Sezai Temelli ‘Kürdistan'da AKP’ye kaybettireceğiz’ demiş. O da ‘defolsun gitsin Kuzey Irak'a’ diyor. Ben Mustafa Kemal şunu dedi, Yavuz Sultan bunu dedi, Osmanlı belgeleri bunu dedi, Tayyip Erdoğan’ın kendisi de Kürdistan dedi; ona buna hiç bakmıyorum. Türkiye'de coğrafi olarak neredeyse 2000 yıl önceki belgeler de dahil olmak üzere Kürdistan ismi geçer, bu coğrafi bir gerçektir. Kürdistan coğrafyasının büyük bir kısmı da bugünkü Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları içindedir. Biz bu yüzden bu ülkeye kendi anavatanımız dedik. Kürdistan ayrı bir devlet, sınırları çizilmiş bir ülke ya da resmi bir ulus devlet olarak tariflenmemiştir ama bir coğrafya ismidir. Mezopotamya gibi, Kapadokya gibi, Kilikya gibi, Trakya gibi bir coğrafya ismidir. Erdoğan'ın gidin dedi diye de kimse kendi anavatanından sürülmez. İş o noktalara geldi mi etnik kimlik coğrafya tartışmaları ülkeyi böler parçalar.   KİMSENİN HADDİ DEĞİLDİR ‘BURADAN DEFOL’ GİT DEMEK   Buradan tekrar ediyorum ona da cevabım olsun: Kürdistan vardır, biz de bu ülkenin öz evlatları olarak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Kürtler olarak bu ülkeyi de kendi vatanımızı da Anadolu’nun her karışını da bu ülkenin yurttaşları olarak kendi malımız mülkümüz olarak görürüz. Kimsenin haddi değildir buradan defol git demek. Biz bu ülkedeyiz, özgürlük demokrasi mücadelesini de bu ülkede sürdüreceğiz. Dolayısıyla eşbaşkanlarım üzerinden bizler üzerinden yapılan komplo, algı yönetimi, toplumu bölüp parçalamıştır. Kini, nefreti artırmıştır. İnsanlara neyin ne olduğunu anlatma şansı tanınmamıştır.   Demirtaş’ın duruşması verilenen aranın ardından devam ediyor.