Êzidî Sosyolog: Şengal saldırısı yarım kalmış cihadın saikleriyle yapıldı 2018-12-18 09:05:04 İSTANBUL - Türkiye’nin Şengal’e yönelik saldırısının bölgeyi Êzidîsizleştirme projesinin bir parçası olduğunu belirten Êzidî Sosyolog Azad Barış, "Yarım kalmış 'cihad'ın saikleriyle yapılan bu saldırı, aynı zamanda 73'üncü fermanın devamıdır" dedi.  Türk savaş uçakları, geçtiğimiz gün Federe Kürdistan Bölgesi’nde bulunan Maxmur Kampı’nım yanı sıra Êzidîlerin yaşadığı Şengal’i bombaladı. Bombardıman sonucu 4 sivil yaşamını yitirdiği Maxmur kampında büyük çapta yıkım oluştu. Yapılan saldırının bir diğer adresi olan Şengal ise, DAİŞ tarafından işgal edilmesinin ardından 2015 yılında kurtarılmıştı. Benzer bir saldırı daha önce de yapıldı. 25 Nisan 2017’de TSK’ya ait savaş uçakları Kuzey Suriye’deki kimi bölgelerle birlikte Şengal’e eş zamanlı hava saldırıları düzenlemişti.    Dünden bu güne devam eden bu saldırıların neden ve amaçları ile birlikte saldırıya örtülü olarak destek veren ve sessiz kalan güçlerin tutumunu Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkan Yardımcısı olan Êzidî sosyolog Azad Barış değerlendirdi.   Şengal ve Maxmur’a dönük hava saldırısına şahit olduk. Türkiye’nin böylesi bir saldırıya girişmesinin arkasında ne var?    Öncelikle Şengal ve Mexmûr halkımız başta olmak üzere yüreği yanan bütün halkımıza başsağlığı diliyor ve acılarını kalben paylaşıyorum. Sorunuza yanıt vermeden önce 3 Ağustos 2014’te DAIŞ’in Şengal saldırısı esnasında kendilerini çöllere vuran ve susuzluktan ölen çocuklardan birinin cesedini toprağa verirken bir Êzidî pirinin söylediklerini hatırlatmak isterim. Gökyüzünün şahitliğinde susamış toprağa bir çocuğun bedenin veren Êzidî pirinin söylediği o söz şöyleydi: “Toprak imanın, irfanın ve onurun anasıdır. Ondan geldik, ona döneceğiz ve onun için bedellerin en ağırını ödemek ilahi bir azizliktir."    Bu bizim toprakla olan ilişkimizin ne denli içli olduğunu anlatan bir sözdür. İşte bizim oralarda kadim toprağın en kısa tercümesi Pir’in yeminle kapanmış bu sözünde saklıdır. Dolayısıyla saldırıların neye yönelik olduğunu anlamak açısından Pir’in söylediği önemli bir metafordur.   Şengal ve Mexmûr’un yerleşim yeri ve orada yaşayan toplulukların karakteri dolayısıyla saldırılara maruz kaldığı çok açık. Şengal’in sembolik olarak imgelediği şey, ötekinin ötekisi olması, bir topluluğun en kadim kodlarını taşıyan topluluk olması, bu saldırıların amaçlarını anlamak açısından önemlidir. Şengal, tesbih tanesi gibi dağıtılan Êzidîlerin hala yerlerini, yurtlarını terk etmedikleri ve topluluk olarak yaşadıkları bir coğrafya. Amaç ipe dizilmiş son kalan tespih tanelerini tekrar dağıtmak ve o ipin bir daha bir araya gelmemesi üzere tamamıyla koparmaktır. Şehirleri, kasabaları ve köyleri yıkılan Êzidîlerin, sığındıkları kutsal dağ bombalanmaktadır. Bütün amaç, Êzidîleri dağıtmaktır ve bir daha bir araya gelmemelerini sağlamaktır. Tarihi düşmanlıkların sebebi Êzidîlerin çetin direniş geleneğidir. Yani kendi köklerinden kopmama iradesidir. Bütün baskılara, fermanlara ve asimilasyon politikalarına karşın Êzidîler, kendi orijin kültürlerini, inançlarını ve değerlerini muhafaza etmiş din değiştirmeye karşı dik durmuşlardır. Bütün mesele bununla ilgilidir. Êzidîlerin yoğunluklu olarak yaşadığı tek yer Şengal’dir. Buraya dönük saldırıların bu ana bağlamdan kopuk olmadığını unutmamak lazım. Son saldırı dalgasıyla jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle Şengal’i Êzidîsizleştirme projesinin bir parçasıdır ve bunu yarım kalmış ‘cihadın’ saikleriyle yapıyorlar.   Yine Mexmûr Kampı, Bakur’da 90’lardan itibaren sistematik olarak uygulanan köy boşaltma, yakma ve insansızlaştırma politikalarının bir sonucu olarak oluşmuş bir bölgedir. Burada yaşayan insanların evleri yakıldı, çocukları, eşleri aileleri hunharca bir saldırı konseptiyle yok edilmeye çalışıldı. Köyleri boşaltılan faili meçhullerle büyük insanlık dışı uygulamalara maruz kalan Mexmûr halkı, şimdi Birleşmiş Milletler’in kontrolünde bir yer olarak yine bu saldırıların hedefi oldu.   Bombalanan merkezlerden biri olan Maxmur Kampı, BM'nin kontrolünde olan bir yer. BM bu duruma hali hazırda sessiz kalmış olması neyi ifade eder?    Kürtler ve diğer bölge halklarına yönelik yapılan bütün saldırıların hem uluslararası hem de bölgesel güçlerin bilgisi ve onayı olmaksızın gelişemeyeceği kanısındayım. Nitekim Irak hava sahası, ABD’nin denetimindedir. ABD’nin onayı olmadan böyle saldırıların gelişmesinin imkan ve olağanı yoktur   BM’nin kendi koruması altında bulunan Mexmûr kampına yönelik saldırılara karşı, kendi mesuliyeti gereği bir tutum almaması kabul edilebilir bir durum değildir. Böylesi sessiz bir tutum BM’yi de zan altına bırakmaktadır.    Ayrıca Efrîn işgali sırasında olduğu gibi günümüzde Kürtler ve diğer bölge halklarına yönelik yapılan bütün saldırıların hem uluslararası hem de bölgesel güçlerin bilgisi ve onayı olmaksızın gelişemeyeceği kanısındayım. Nitekim Irak hava sahası, ABD’nin denetimindedir. ABD’nin onayı olmadan böyle saldırıların gelişmesinin imkan ve olağanı yoktur. Daha önce de benzer saldırılara maruz kalan Mexmûr, tıpkı Şengal gibi yok edilmeye, etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. IŞİD saldırılarından sonra korunmak amacıyla geliştirdikleri öz savunmayla yeniden saldırıların hedefi halinde. Bu iki yerleşim yerinin Kürdistan coğrafyasında ifade ettiği yer ve önem açısından da saldırılara maruz kaldığını belirtmek gerekir. Öte taraftan son yapılan saldırı ile Rojava’da gelişen ve Suriye halklarına dönük devreye konulan yeni saldırı konseptinin bir parçasıdır. Süleymaniye’den Efrîn’e kadar büyük bir coğrafyaya dönük bu saldırılarda Şengal ve Mexmûr stratejik olarak önemli bir yerdedir. Kürt coğrafyasının, Kürtlerin birbiriyle bağını koparmak, Kürdistan’ı insansızlaştırmak bu saldırıların müşterek tarafıdır.   Saldırı ‘73’üncü fermanın devamı’ olarak yorumlanıyor, sizce de öyle mi?   Êzidî demek, ferman demektir ve bu hakikat neredeyse kara bir yazgı gibi tarihimizin içine yerleşmiştir. Yani 73'üncü ferman deyince öncesinde 72 kez bu fiil yaşanmış demektir. Nitekim 73 kez yok edilmeye çalışılan, bütün bir tarihi bu saldırı silsilesi etrafında yaşayan bir topluluktan bahsediyoruz. Ne acıdır ki bütün fermanlar en yakın komşuları tarafından yapılmıştır. Din ve Allah adına Êzidîlerin kanı dökülmüştür. Bugün yapılanlar da diğer fermanların bir devamdır. Onun için Şengal’i sürekli hedef haline getirmeleri tesadüf değildir. Özellikle 73’üncü fermandan sonra Şengal direnişi şahsında tekrar iradeleşen yerel halklara karşı bu tür saldırıların yoğunluk kazanması dikkat çekicidir. Asırlardır fermanlara tabi tuttuğu, etno-kültürel ve inançsal olarak aşağıladığı, sürgünler dayattığı halkımızın iradi olarak güçlenmesini hazmedemedikleri için hedefe koymuşlardır. Zira DAİŞ’le yapamadığını, bizzat kendisi yapmak için savaş ilan etmiştir.   Peki, tek hedef sadece Êzidîler mi?   Hayır. Özünde bize karşı ilan edilmiş olan bu savaş hali, başta Alevilere olmak üzere Kakaileri, Şebekleri, Asuri-Süryani-Keldani ve diğer Hıristiyan grupları da kapsamaktadır. Tabii ki birinci derecedeki düşman her zaman olduğu gibi Êzidîlerdir. Çünkü Êzidîler, Êzidî olmanın yanında, Kürt olmaktan kaynaklı olarak da hedef haline getirilmişlerdir. Bu saldırılar özellikle Ortadoğu’da 2011 yılından itibaren yeniden ortaya çıkan paylaşım ve bölüşüm savaşında DAIŞ ve onun hamiliğini yapan güçlerin soykırımlarına karşı Kürt modern hareketin ortaya koyduğu direnişle alakalıdır   Unutmamalıdır ki Êzidîler tarihten bugüne değin ilk kez kendi öz savunma birliklerini oluşturarak, fermanlara karşı modern bir karşı koyuş örgütlemişlerdir. Dolayısıyla tarih boyunca sistematik olarak yok edilmeye çalışılan, hem domestik (içten) saldırılara, hem de inanç merkezli saldırıların hedefi olmuş bir topluluktan bahsediyoruz. Özellikle 3 Ağustos 2014 yılından sonra bu kara tarihsel yazgıya bir itiraz olarak Êzidîler de kendini bu saldırılardan korumak, deyim yerindeyse ‘var olmak’ için kendi öz savunma imkanlarını geliştirdiler.    Bir insanın kendini savunması en doğal hak iken, bir topluluğun bu ihtiyacı duyması maruz kaldığı saldırıların boyutlarını göstermesi açısından önemlidir. Êzidîlere dönük saldırıları tarihsel, coğrafik ve ideolojik olarak tartışmak, onların maruz kaldıkları saldırıları anlamak açısından önemlidir. Tarih boyunca yaşanan saldırıların hızlandırılmış halini 2014’ten itibaren tekrar tekrar yaşıyoruz ve bizler Türkiye’nin saldırılarını bu tarihsel saldırı silsilesinin bir devamı olarak görüyoruz.   Erdoğan’ın "Birkaç gün içinde Fırat’ın doğusuna operasyon başlatacağız" sözlerinin hemen ertesinde bu saldırının gelmesini nasıl okumak lazım?   Erdoğan’ın emperyal hevesleri Kürt düşmanlığı ile birleşince ortaya bütün Kürt coğrafyasına saldıran ve milliyetçi histeriye oynayan coğrafyamız için tehlikeli tablo ortaya çıkıyor.   Erdoğan’ın hem söylem hem de eylem anlamında nerede olursa olsun, kendi varlığını Kürtlerin kazanımlarına saldırmak üzerinden kurduğunu belirtmek isterim. Bu söylem ve eylem, Cumhuriyet öncesine uzanan saiklerin bir devamıdır ve cumhuriyetle birlikte daha somut bir biçim almıştır. Zira Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte halledilmemiş iki önemli sorun günümüze kadar adeta cumhuriyetin üzerine karabasan gibi çökmüş bir şekilde devam etmektedir.    Birincisi, etnisite bağlantılı Kürt meselesi. Diğeri ise İslam dışında kalan inançlar meselesidir. Cumhuriyet her dönem bunlarla amansız bir mücadele içinde olmuştur ve elimine etmek için elinden geleni ardına koymamıştır. Bunu yaparken de kuruluşunun arifesinde tarihe büyük felaket olarak geçmiş olan Ermeni Soykırımı'nın metotlarına yakın bir sistematik program izleyerek başarı elde etmeye çalışmıştır. Bugün Erdoğan’ın yapmaya çalıştığı tam da budur. Dolayısıyla bu saldırıların mahiyetini anlamak açısından tarihin bu konudaki kesitleri çok önemlidir. Yoksa Fırat’ın doğusunu işaret edip, Şengal ve Mexmûr’a saldırmanın izahı zor olur.    Erdoğan, aslında geleneksel iktidar kodlarını güncelleyerek, bir beka söylemi etrafında emperyal hevesler peşinde koşmakta, bin yılık Turancılık efsanesini gerçekleştirme çabasındadır. Bu emperyal hevesler, Kürt düşmanlığı ile birleşince ortaya bütün Kürt coğrafyasına saldıran ve milliyetçi histeriye oynayan coğrafyamız için tehlikeli tablo ortaya çıkıyor.   Esas olarak Fırat’ın doğusu şeklinde isimlendirilmeye başlanan Rojava’ya dönük saldırıların tarihsel sebeplerinin dışında güncel bazı stratejik ve taktik boyutları var. Örneğin, İdlib’de cihatçıların hamiliği yapılarak gelinen nokta, Türkiye’nin izlemiş olduğu siyasetin açmazlarını daha da büyütmüş, Erdoğan rejimini büyük bir çıkmaza sürüklemiştir. Rojava’ya saldırıları da bu siyasetin kamuflaj aracının bir parçası olduğunu hatırda tutmak lazım. Büyük naralar atarak coğrafyayı dizayn etmeye yeltenen ama esas itibariyle kuyruğu gittikçe Rusya’nın eline geçen bir gücün Fırat’ın doğusu deyip, Dicle’nin batısına saldırması bu çıkmazın parçalarından biridir.   Özellikle bu konuyu dikkate alarak Türkiye’nin bölgeyle ilgili planlarını mercek altına almak gerekir. Demek istediğim şu; Kürtler bu haliyle Türkiye’den daha güçlü bir aktör haline gelmiş durumdalar. Bunun temel nedeni ise, DAIŞ gibi karanlığı temsil eden bir gücü mağlubiyete uğratma ve temel prensip olarak da insanlık ailesinin evrensel değerlerini sahiplenme olgusudur.   Saldırının Êzî Bayramı’na denk getirilmesi bilinçli bir tercih olabilir mi?   O gece, o saldırıyı yapanların ya da o saldırı emrini verenlerin Êzidî halkının Êzî Bayramı’nı (Tanrı Êzdan/Yezdan bayramı) kutladığını bilmediğini sanmak saflık olur. Kendi bayramını kutlayan bir topluluğa böylesi bir günde saldırmak, sistematik kötülüğün en berrak halidir.    Tarih boyunca birçok saldırıya maruz kalan, Êzidî oldukları, Kürt oldukları için yok edilmeye çalışılan, fermanlarla büyük kırımlardan geçirilen bu kadim topluluğa böylesi bir günde saldırmanın bu tarihsel saldırı silsilesinin bir devamı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Şengal’in hedef alınmasının tek sebebi, Êzidî yurdu olmasıdır. Çünkü hedef kadim Êzidî kültürüdür. Onun için kutsal bayram günümüzde halkımızın üzerine bombalar yağdırmak, varlığımıza kastetmekten başka bir şey değildir. Bizim açımızdan bir varlık meselesi olan bu tür saldırılar, onlar açısından bariz bir “cihat seferi”dir.    Bu saldırının amacı, DAİŞ’ın bırakmak zorunda kaldığı yerden başlamaktır. Bu saldırılar Êzidîlerin dinine, inancına, tarihine ve kültürüne karşıdır. Hedefleri bizleri kültürel olarak ortadan kaldırmaktır. Ecdatlarının başaramadıklarını onlar başarmak istiyorlar. Onun için içlerindeki cihat canavarlarını üzerimize salıyorlar. Hedefinde Êzidî inancının kutsal dağı Şengal vardır. İnancımıza göre bu dağ, Nuh dedemizin tufanından beri kutsaldır, inanç ve kültürümüzün mirasıdır. Onun için bu saldırıları bir askeri müdahale olarak görmüyoruz, sistematik bir kültür katliamı ve talanı olarak görüyoruz.   Yani hedeflerinde kültürel mirasımızı tamamıyla ortadan kaldırmak vardır. Unutulmamalıdır ki kültür, kültürel olanın yanı sıra zamanlar arası bellek ve aktarım geçişleri sağlayan yegane mirastır ve evrenselliğe evirebilmesi için özerk olmak zorundadır. Êzidîler bugün özerk bir Şengal’i talep ettiklerini alenen söylüyor ve savunuyorlar. Saldırıların ana hedefinde bu nokta da vardır. Yani bu saldırıları Kürdün hak talebini bastırma refleksi olarak görebiliriz. Ama bunun arkasında daha planlı ve rafine bir düşmanlık teorisi vardır.    Êzidî halkının benzer bir durumla karşılaşılmaması için kime ne görev düşüyor?    Başta Güney Kürdistan hükümeti, Irak merkezi hükümeti, BM ve bölgedeki müttefiklerin saldırıyı taraflı bir şekilde kınamalarını ve sorumluların uluslararası hukuka göre yargılamalarını istiyoruz.   Başta Güney Kürdistan hükümeti, Irak merkezi hükümeti, BM ve bölgedeki müttefiklerin saldırıyı taraflı bir şekilde kınamalarını ve sorumluların uluslararası hukuka göre yargılamalarını istiyoruz. Ayrıca Güney Kürdistan hükümetinden, saldırılarla ilgili yaptığı açıklamanın bir utanç belgesi olduğunu ve bu hıyanetten vazgeçmelerini talep ediyoruz. Hem dünya kamuoyuna hem de komşu halklara çağrımız, insanlığın ve komşuluğun gereğini yapmalarıdır. Kendilerini bir an bizim yerimize koymalardır. Yani biraz vicdan, merhamet ve empati bile birlikte yaşamamıza yetecektir. Düşünün ki Êzidîsiniz, Şengal soykırımını yaşamışsınız ve yaşadığınız ülkenin başındaki ‘adamlar’ her gün katillerinizi övüyor, besliyor ve şimdi de yeni bir soykırım için tekrar üzerinize gönderiyorlar. Düşünün ne kadar zor bir şeyden bahsettiğimi…    Yani katillerinizle yaşamanız gerektiğini düşünün. İşte çağrımız bütün bunların yaşanmaması içindir. Bunu yapanların kendileriyle yüzleşmelerini talep ediyoruz. Komşuluğun iç içe geçen bahçeli evlerine inşa etmek istiyoruz, yıkmak değil. Lâkin inancımıza göre kin ve nefretten, kötülük ve şerden uzak kalmanın gerekliliği temel bir olgudur ve insanın barış ve “ruhsal saflık” içinde yaşaması ilahi bir buyruktur. Onun için herkesi barışa davet ediyoruz. Çünkü bir insan öldürmek, Tanrı’yı öldürmekle aynı şeydir. Herkesi bu hakikatle yüzleşmeye davet ediyoruz. Hiç kimsenin tehditlerine boyun eğmeyeceğimizi bilmelerini özellikle istiyoruz.   MA / Sadiye Eser