17 Ağustos'un yıl dönümünde sordular: İstanbul depreme hazır mı? 2018-08-17 13:02:54   İSTANBUL - İstanbul ve çevresinde deprem riskinin giderek arttığını belirten TMMOB İKK Sekreteri Cevahir Efe Çelik,17 Ağustos 1999'da yaşamını yitirenleri anarak, "İstanbul depreme hazır mı" diye sordu.    Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İstanbul İl Koordinasyon Kurulu (İKK), 17 Ağustos 1999 depreminin yıldönümünde "İstanbul depreme hazır mı" diye sordu. Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nde düzenlenen toplantıda konuşan TMMOB İKK Sekreteri Cevahir Efe Çelik, 17 Ağustos 1999’da meydana gelen Marmara depreminin etkisinin uzun yıllar devam ettiğini ve aradan geçen on yıllara rağmen gerekli derslerin çıkarılmadığını söyledi. İstanbul nüfusunun büyük bir kısmının deprem bölgesinde yaşadığına dikkat çeken Çelik, “Ulaşım yapıları ve köprülerin, dolgu alanlarının ve tarihi eserlerin depremden nasıl etkileneceklerinin belirsiz kalmaya devam etmesi, okul, hastane, yurt gibi yapıların mevcut durumlarındaki belirsizlikler, kentsel dönüşüm projelerindeki yanlışlıklar, su taşkınlarında bile yetersizliği açığa çıkan altyapının sorunları, dere yataklarını bile yerleşime açan imar uygulamaları, imar afları, afet sonrası çalışmaların taşıdığı soru işaretleri ve deprem bilincinin yeterince yaratılamaması, İstanbul’un tahmin edilenden öte yıkıcı bir etki altına gireceğini göstermektedir” dedi.    ‘ACİL DURUM PLANLARI HAZIRLANMALI’   Türkiye’de, deprem nedeniyle ortaya çıkan toplumsal ve ekonomik kayıplara bakıldığında ciddi tedbirler alınmasını gerektirdiğini ifade eden Çelik, “Olası bir depremde kimyasallar hala büyük bir tehlike kaynağı olmaya devam etmektedir. Kimyasalların üretim, depolama ve taşıma süreçlerinin oldukça yoğun olduğu, kimya tesislerinin birçoğunun kent ile iç içe geçtiği İstanbul’da, olası bir depremde kimyasallardan kaynaklı felaketleri önlemek amacıyla bütün ilgili kurumların katılımıyla Kentsel Risk Yönetim Raporu ve büyük endüstriyel kazalara yönelik acil durum planları hazırlanarak kamuoyu ile paylaşılmalıdır” uyarısında bulundu.      ‘ULAŞIM, GIDA VE BARINMA MERKEZLERİ SAĞLANMALI’   Depremlere ilk müdahale anında ve sonrası süreçte sürekli ve yeterli elektrik sağlanması ve haberleşme olanaklarının sürdürülmesi gerektiğinin altını çizen Çelik, “Gerek arama-kurtarma, gerek sağlık gerekse farklı disiplinlerin alandaki çalışmalarının organize edilmesi açısından yaşamsal bir öneme sahiptir. Bunun için, kamu kurum ve kuruluşları başta olmak üzere tüm toplumsal ve sivil kuruluşların alternatif enerji ve iletişim kaynakları edinmesi konusunda teşvik edilmesi gerekmektedir. En kötü senaryoyla bütün sistemin çökmesi halinde bile bu yedek sistemin anında devreye alınarak en azından ana arterlerin enerji aktarımına açık tutulması ve bu yolla sağlık, ulaşım, gıda ve barınma merkezlerinin beslenmesi sağlanmalıdır” diye belirtti.         ‘KANAL İSTANBUL DEPREM RİSKİNİ ARTTIMAKTA’   Deprem alarmı verilmiş olan kentlerde deprem riskini artıracak eylemlerden kaçınmak gerektiğine vurgu yapan Çelik, “100 Günlük Eylem Planı’nda yer alan Kanal İstanbul, yörede insan nüfusunu ve yapılaşmayı artıracak, dolayısıyla da olası bir depremde daha fazla can ve mal kaybının yaşanmasına neden olabilecektir. Özellikle kanalın görece zayıf zeminler içerisine gömülmüş olan kısımları ile Marmara’ya açılan ucunun beklenen depremden çok etkileneceği muhakkaktır. Diğer bir husus da gerek normal gerekse afet zamanında Kanal İstanbul’un İstanbul ile Trakya arasında özellikle ulaşım, tedarik ve ikmal açısından ciddi bir bariyer oluşturacağıdır” ifadelerini kullandı.   ‘DEPREM VE SONUÇLARINA KARŞI TEDBİRLER ALINMALI’   İstanbul ve çevresinin deprem riski giderek arttığını belirten Çelik sözlerini şöyle tamamladı:  “Depreme ve sonuçlarına karşı tedbirlerle ilgili mevzuat tamamlanmalı, denetim, gözetim ve uygulama sisteminin taşıdığı sorumluluğu yerine getirmesi sağlanmalıdır. Doğanın er ya da geç intikam alacağını söyleyerek kendi sorumluluklarını gölgelemeye çalışanları, hamaseti kamuoyunu yanıltmak için silah olarak kullananları, kentsel alanları sermaye gruplarına peşkeş çekenleri, su havzalarını, yeşili yok edenleri, 'İstanbul’un kalbine hançer gibi gökdelen dikenleri', kenti insanın değil, sermayenin ihtiyacına göre düzenleyenleri, bilimi ve meslek disiplinlerini önemsizleştirerek kaderciliği yönetim biçimi haline getirenleri tarih, İstanbul dramını yazanlar ve sahneleyenler olarak anacaktır.”