'Ticaret 3'üncü Dünya Savaşı'nın önemli bir boyutunu oluşturuyor' 2025-04-26 09:12:22   ANKARA - ABD-Çin arasındaki ticari gerilimin 3'üncü Dünya Savaşı'nın temel ayaklarından biri olduğunu belirten gazeteci-yazar Aykan Sever, bununla bağlantılı olarak önümüzdeki dönemde İran'la sıcak savaşın yaşanacağı bir döneme girileceğini söyledi.     Amerika-Çin arasındaki ekonomik gerilim, Donald Trump'ın yeniden başkan seçilmesiyle yeni bir evreye girdi. ABD, getirdiği ek gümrük vergileriyle "liberal ekonominin" temelini oluşturan "malların serbest dolaşımı" ilkesine ciddi bir darbe indirdi. Trump'ın ithal mallara yüzde 10 ila 50 arasında değişen ek gümrük vergileri getiren kararnameyi imzalamasına Çin, aynı şekilde ek gümrük vergileriyle yanıt verdi. "Malların serbest dolaşımı" ilkesi üzerine kurulan liberal ekonominin kalbi sayılan küresel finans piyasasının, ek gümrük vergilerine olumsuz tepki vermesi üzerine ABD, 90 gün süreyle Çin hariç çoğu ülkeye uygulanan gümrük vergisi kararını geri çekti. Ancak Çin'e yönelik ithalat vergisi, kademeli bir şekilde yüzde 145'e kadar yükseltildi. ABD ile Çin arasındaki ticaret ve teknolojik üretim savaşının önümüzdeki dönemlerde yeni adımlarla şekillenmesi bekleniyor.   Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtlayan gazeteci Aykan Sever, ekonomideki bu rekabetin 3'üncü Dünya Savaşı’nın önemli bir boyutunu oluşturduğunu belirterek, sürecin İran'a karşı sıcak bir savaşa dönüşeceğini dile getirdi.     Trump yönetiminin Çin odaklı gümrük vergisi politikaları ve sermayeyi Amerika'ya taşıma hedefi, 3'üncü Dünya Savaşı olarak nitelendirilen süreci nasıl etkiliyor?   Şimdi bu '3'üncü Dünya Savaşı" denilen süreç, yeni dönemde daha da şiddetlenerek karşımızda duruyor. Öyle gözüküyor ki, içerisinde biz de yer alacağız. Ticaret savaşları da bunun bir boyutunu oluşturuyor ve kuşkusuz önemli bir boyutunu teşkil ediyor. Şu anda savaşın liderliğini yapan ABD'nin, özellikle Trump yönetiminin, Biden yönetiminden farklı olarak, savaşı derinleştirmek ve kendi lehine çevirmek için daha pervasız politikalar uyguladığını görüyoruz. Ancak bu politikalarda Trump yönetimini, Biden dönemiyle karşılaştırdığımızda, tutarlılığın daha az olduğunu söyleyebiliriz. Trump yönetimi, daha çok tehdidin ve şiddetin ağır bastığı, aynı zamanda pazarlığa da açık bir yaklaşım tarzını esas alıyor. Sonuç olarak, en genel anlamda şunu görüyoruz: Bir tür pazarlık yapmak isteyen, ama bunu da eline yüzüne bulaştıran bir Trump yönetimi söz konusu. Şimdi bu politikalar tabii ki bir sürü kargaşaya da neden oluyor.   Trump'ın "Amerikan sermayesini ülkeye geri getirme" vaadi bağlamında uygulanan politikaların hangi sermaye kesimlerine hizmet ettiği söylenebilir?   Trump'ın açıkladığı özellikle sermayeyi Amerika'ya taşıma doğrultusunda pozitif herhangi bir adım yok. Bu politikanın etkisi şu ana kadar görülmedi. Diyelim ki: Özellikle Amerikan sermaye sahiplerinin, özellikle imalat üretimi yapan sermaye sahipleri ki Trump'a yakın olanlar da dahil sıkıntıya girdiğini ve büyük kayıplar yaşadığını görüyoruz. Burada kim kazanıyor? Burada daha çok spekülatif sermaye diyebileceğimiz kesimler kazanıyor. Bunlar da Trump'a yakın olan ve aslında hiçbir şey üretmeyen,  Trump'ın yapmak istediğini söylediği sermayeyi Amerika'ya taşıyarak, Amerika'yı yeniden sanayi üretimine kavuşturmayı iddia ettiği politikalara hizmet eden kesimler değildir. Bunlar daha çok borsa ve benzeri alanlarda oynayan ve saniyeler içinde milyar dolarlar kazanan kesimlerdir ve Trump'ın bunlarla mutlu olduğunu görüyoruz. Yani şu ana kadar en azından onlarla birlikte poz veriyor ve yapılan açıklamalar da kendisinin sonuç aldığını iddia ediyor.   Peki, ABD'nin bu kararı sonrası ABD liderliğine karşı bazı itirazlar da gelişti gibi…   Özellikle Kanada, İngiltere, Avrupa Birliği, Çin gibi ülkeler birbirlerine yaklaşmaya başladılar ve kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiğini düşünüyorlar artık. Bu bir yanı ile tırnak içerisinde "iyi bir şey" olabilir. Çünkü bugüne kadar Amerikan liderliğinde şekillenen dünyaya bunun barış getirmediği, savaşı derinleştirmekten başka bir işe yaramadığını görüyoruz. Bunun aksine adaletsizlikler arttı ve özgürlükler azaldı. Bu ülkeler henüz böylesi bir arayışa girmiş değiller, ama en azından kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiğinin de farkındalar.   Tüm bunlar yaşanırken 10 Nisan günü ABD ve Rusya Türkiye'de bir araya geldi ve iki ülke arasında görüşmelerin devam ettiği de biliniyor. Bu görüşmeler ne anlama geliyor?     ABD ile Rusya arasında da belli bir yakınlaşma var. Çünkü zihniyet olarak belli bir paralellikleri var. Trump, 3'üncü Dünya Savaşı'nda Rusya ile belli bir ittifaka girerek Çin'e karşı cephe almasını sağlamaya çalışıyor   Evet, ABD ile Rusya arasında da belli bir yakınlaşma var. Çünkü zihniyet olarak belli bir paralellikleri var. Trump, 3'üncü Dünya Savaşı'nda Rusya ile belli bir ittifaka girerek Çin'e karşı cephe almasını sağlamaya çalışıyor. Tabii ki burada Çin'in de bu süreci seyrettiği söylenemez. Çin'de Rusya'yla geçen haftalarda yeniden kendi etkisini artırmak için yeni stratejik irtibat anlaşmaları imzaladı.  Bununla süreci sürdürmeye ve Rusya'yı kendi yanlarında tutmaya çalışıyorlar. Özet olarak şu söylenebilir;  Trump'ın bu politikalarının iddia ettiği gibi bir karşılık bulma olasılığı yok.   Neden?   Bir defa Amerika'daki sosyal hakların Çin düzeyinde ya da Vietnam ve benzeri ülkelerindeki düzeyde olması gerekiyor. Şimdi Trump Sosyal Politikalar Kurumu'nu ortadan kaldırmaya çalışıyor ve oradaki birikimi kendine yakın zengin kesimlere aktarmaya çalışıyor. Bu da Amerika'da tepkilere neden oluyor. Trump bunları yapabilir mi? Ondan emin değilim, çünkü Amerika'da da direniş var. Ve direnişler olmaya devam edecek. Çünkü Trump'ın bu politikaları devam ettirmesi için kölelik koşullarında bir çalışma sistemi kurması gerekiyor. Sermayeye daha çok kâr getirebilecek koşullarda bir zemin kurması gerekiyor. Bu olasılık da sıfıra yakın. Çünkü bu koşullarda çalışabilecek tek kesim göçmenlerdir. Bütünüyle işe muhtaç kesimlerdir diyebiliriz. Onun da olmayacağını Trump'ın kendi sergilediği göçmen karşıtı tavrı ve ırkçılığı bunu gösteriyor.   Böylesi bir durumda ABD'nin bir B planı olabilir mi?   Tabii ki Trump ve Amerikan yönetimi şu yeteneğe sahip. Yarın bir gün tamamen bu iddiaları bir kenara bırakıp başka başka alternatiflere yönelebilirler. Ortadoğu'nun ucuz emek cennetine dönüşmesi mümkün mü? Bunun Amerikan çıkarlarına nasıl hizmet etmesi mümkün olur mu, olabilir. Ancak bugün Trump'ın ticaret savaşlarını bu kadar tırmandırırken söylediği şeyler ile aynı şeyler değil, zıt söylemlerdir.   ABD'nin bu yeni ekonomi sistemine geçişi olarak da tarif edilen bu sistem Amerika'da hangi adımlarla kendini hissettiriyor?     Şu anda, geçmişteki burjuva demokrasinin kalıntılarına dair ne varsa Amerika'da ortadan kaldırılıyor. Bir defa bunun altını çizmemiz lazım. Trump yönetimi aynı zamanda kalıcı olmaya çalışıyor. Bir tür imparatorluk kurmaya çalışıyor.   Şimdi görünen şey, yeni bir dönemde olduğumuzdur. Amerikan kapitalizmi açısından neoliberalizmin bir anlamda bittiği yeni bir döneme geçtik. Yani yeni bir sermaye yapılanması dönemine geçtik, bunun yansımalarını görüyoruz. Şu anda, geçmişteki burjuva demokrasinin kalıntılarına dair ne varsa Amerika'da ortadan kaldırılıyor. Bir defa bunun altını çizmemiz lazım. Trump yönetimi aynı zamanda kalıcı olmaya çalışıyor. Bir tür imparatorluk kurmaya çalışıyor. Sosyal hakları ortadan kaldırmaya çalışıyor. Binlerce kişiyi işten çıkardılar ve bu durum zamanla bazı problemlere yol açacak. Zaten hatırlayacak olursanız birkaç hafta önce Amerika'nın genelinde toplam 52 eyalette, Trump'a karşı binin üzerinde protesto gösterisi yapıldı. Bu, aynı zamanda ticaret politikalarından zarar gören kesimlerin de tepkisiydi. Bu ticaret savaşları Amerikan halkına doğrudan pahalılık olarak yansıdı. Başka boyutları da var, ama en başta bunun pahalılık olarak yansıması doğal olarak insanların tepkisini çekiyor. Sadece Amerika değil tabii. Dünyanın genelinde de bir tepki var. Bunun da altını çizmek lazım. Diyelim ki geçmişte kapitalizmin ihtiyaçları gereği burjuvazi üniversiteler yaratırken ve kurarken, eğitim kurumlarını geliştirirken, mevcut Amerikan kapitalizmini örneğin üniversiteleri ortadan kaldırmaya çalışıyor. Çünkü özellikle sosyal bilimler gibi alanlar mevcut Amerikan yönetimi için gereksiz alanlar olarak görülüyor. En son Horward Üniversitesi'ni tehdit etti. Oraya yapılan kamu yardımlarını ortadan kaldırmayı planlıyorlar. Yani görünen o ki giderek bu tür yerler ve eğitim kurumları da tasfiye olacak. Çünkü bu tür yerleri kendilerin göre bir ihtiyaç olarak görmüyorlar. Çünkü onlara sömürgeleştirebilecekleri, rahatlıkla köleleştirip yönetebilecekleri kitleler lazım.  Sonuçta ABD yönetimi kendi ihtiyaçlarına göre bunları yapıyor, oligarşiler kendileri dışındaki insanların ihtiyaçlarını gözetmiyorlar. Ama şimdiki bu yeni post-modern oligarşiler diyebileceğimiz oligarşilerin yaptığı şey ise kendi dar çevrelerinin dışındaki insanları insan olarak görmemek. Dolayısıyla Amerikalılar ne yapar? Dünyanın geri kalanında bulunan insanların nasıl ihtiyaçlarını karşılar? Ya da şu olur, bu olur gibi kaygıları yoktur. Bunların değerleri yok aslında. Yani değerleri yok derken, insanlığa ait herhangi bir değerleri yok. Para ve güç önemli bunlar için.   Üçüncü Dünya Savaşı denilen sürece dönecek olursak; bu süreçte yeni ekonomik gelişmeler ile beraber yeni kurulacak ittifaklar, nasıl şekillenecek?     Mevcut İran yönetiminin savaşı öncelemediği görülüyor, ancak mecburen savaşacaklar. Başka şansları yok.   Zaten Amerika'nın 2012'den beri izlediği strateji Çin'i çevrelemek ve Çin'i bir biçimde Güney Denizi'nde hapsederek Çin kapitalizmini bir anlamda baltalamak, yani akışı engellemekti. Ancak bu olmadı ve olamıyor. Çünkü başka şeyler var. Özellikle, Ortadoğu'da olanlar ve hali hazırda Ukrayna'da devam eden savaş bir de son zamanlarda tartışılan İran meselesi...  İran meselesi tabii sadece Ortadoğu'nun meselesi değil. Aynı zamanda Çin'in de meselesidir. Çünkü Çin için; bir kuşak, bir yol projesi, kendi kurdukları emperyalist ağın vazgeçilmez ülkelerinden bir tanesidir. Dolayısıyla, İran'a karşı yapılacak bir hamle aynı zamanda Çin'e karşı yapılacak bir hamledir.  Diğeri ise hali hazırda Ortadoğu'da devam eden bir savaş var. İsrail Suriye'nin bir kısmı da dahil olmak üzere Güney Lübnan'ı bombalamaya devam ediyor. Burada işgali sürdürüyor. Filistin ve Gazze bombardımanı devam ediyor. Gazze'deki insanların teşhiri meselesi hala sıcak gündemde. Yemen'de Husilere dönük savaşın daha da yoğunlaşacağı görülüyor. Basına yansıyan bilgilere göre Amerika'nın yönettiği bir kara harekatı gündemde. Savaşın burada bir biçimde büyüyeceği görülüyor. ABD ve İran görüşmelerinin geçen haftalarda Umman'da başlamasına rağmen uzlaşma olasılığı, hemen hemen sıfıra yakın. Son olarak Amerika, İsrail'e silah sevkiyatlarını da artırdı. Özellikle ağır bombardımanla ilgili silah sevkiyatlarını artırdı. Bu da şuna işaret ediyor: Sonuçta o silahları süs için göndermiyorlardır. Muhtemelen ve özellikle İran'a karşı sadece pazarlık değil, büyük olasılıkla sıcak savaşa dönüşecek bir süreçle de karşı karşıya kalacağız. Mevcut İran yönetiminin savaşı öncelemediği görülüyor, ancak mecburen savaşacaklar. Başka şansları yok.   İsrail, Azerbaycan ve ABD arasındaki yakınlaşma ile birlikte İran'a karşı kuzeyden de bir cephe açılma olasılığı da görünüyor mu?   İsrail, Azerbaycan ve ABD arasındaki yakın temaslar son dönemde artış gösterdi. Hatta bu kapsamda askeri hazırlıkların da yoğunlaştığı görülüyor. Bu durum, olası bir İran savaşında, İran'a kuzeyden yani Azerbaycan üzerinden de saldırılar gerçekleşebileceği ihtimalini güçlendiriyor. Muhtemelen bu Aliyev yönetiminin, Peşinyan yönetimi ile Ermenistan'daki Paşinil ünitesinin barış anlaşmasını imzalamasında ısrar etmesine rağmen, barış anlaşmasını tercih etmemesi, anlaşmak yerine gerilimi artırmayı tercih etmesinin arkasında da bu saldırının beklentisi yatıyor. Büyük olasılıkla o bölgede de onlar da Ermenistan'ın işgalini gerçekleştirecek gibi gözüküyor.   ABD'nin Avrupa'dan çekilmesine yönelik de açıklamaları oldu. Özellikle geçtiğimiz aylarda Trump "Avrupa'yı daha fazla sırtımızda taşımak istemiyoruz" minvalinde bir açıklama yapmıştı. Bu adımlar ABD'nin kurmak istediği yeni ekonomi sisteme  ve Üçüncü Dünya Savaşı dediğimiz sürece nasıl etki edecektir?   Şimdi NATO'nun geleceğinin tartışması sadece yeni Amerikan yönetiminin problemi değil, aynı zamanda Avrupalılar için de önemli bir sorundur. Hatırlayacak olursak; yıllar önce Macron, "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti" gibi açıklamalar yapmıştı. Bunun da asıl nedeni, NATO 2'nci Dünya Savaşı sonrası şekillenen kurumlardan bir tanesiydi. Şimdi o dönemde kurulan Birleşik Milletler (BM) gibi kurumların tamamı, Soğuk Savaş döneminin kurumlarıydı diyebiliriz. Sovyetler Birliği'nin yıkılması sonrası NATO, kendine göre yeni bir anlam kazandı; ancak 3'üncü Dünya Savaşı dediğimiz süreç, Sovyetler Birliği'nin yıkılması sonrası başlamıştı ve şimdi başka bir evreye geçiyor. Başka bir evreye geçtiği için de bu süreçte BM dahil birçok kurumun varlığı, geleceği tartışma konusu olmuş haldedir. Dolayısıyla 2'inci Dünya Savaşı sonrası kurulan bütün o kurumların hemen hemen tamamının geleceği tartışma konusudur. Yani bu normal çünkü yeni bir dönem var ve NATO'nun tartışma konusu olmasının sebeplerinden biri de yeni Amerikan yönetiminin NATO'nun Avrupa'daki faaliyetlerini masraf olarak görmesinden dolayıdır. Şimdi ise daha çok kâra odaklanmış bir zihniyetle karşı karşıyayız. O yüzden genel Amerikan yönetimi pekâlâ şöyle görüyor: Bunlar geçmişe ait değerler. Yani bir anlamda da doğrudur, çünkü tırnak içinde "burjuva değerleri" veya "burjuva demokratik değerleri" bunlar. Avrupa'nın temsil ettiği sosyal Avrupa gibi olaylar. Keza, Biden'ı ve demokratları da öyle görerek, Amerika'da bazı kurumları zamanı geçmiş olarak değerlendiriyorlar ve bu kurumları tasfiye etmeye çalışıyorlar. Aynı şey NATO için de geçerli. Tabii, kendilerine göre daha pragmatik yöntemler de bulabilirler. Mesela, Amerika'nın ordusunu da muhtemelen özelleştirmenin yollarını arayacaklar zamanla. Yani, orduyu bir kamu kurumu olmaktan çıkarıp, belli bazı patronların kontrol ettiği bir yapıya dönüştürmek isteyecekler. Bu çok ütopik ve fantastik gibi gelebilir, ama en azından kurguladıkları şey budur.   Türki devletler" olarak nitelendirilen Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan, Türkiye'yi Kıbrıs'ta işgalci kabul eden BM kararını neden kabul ettiler? Bu durum ne anlama geliyor?"   Şimdi Avrupa'da yeniden militarizm yükseliyor ve bu doğrultuda bazı girişimler var. Yeniden silahlanmayı artırmak için birtakım adımlar da attılar. Bu konuda da kendilerine göre ciddi adımlar attılar. Avrupa Birliği (AB), özellikle Amerika'yla ve Çin'le rekabet edemeyen ekonomileri de aynı zamanda Çin'le ve yine Orta Asya ülkeleriyle yakınlaştırarak yeniden kurmak ve büyütmek niyetiyle bu adımı attı. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, geçtiğimiz haftalarda Orta Asya ziyaretinde yeni birtakım anlaşmalara imza attı. Bu hamlelerin kapsamında Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan bir anlamda Türkiye'yi Kıbrıs'ta işgalci kabul eden BM kararını kabul ettiler ve Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan,  Güney Kıbrıs'a el açtı.   Bu durumun Türkiye'ye yansımaları nasıl olacak?     Amerika ve İsrail'in yeni Ortadoğu politikalarında Güney Kıbrıs önemli bir yeri işgal ediyor ve özellikle son aylarda Trump'la birlikte daha da hızlanan bir Güney Kıbrıs'ın militarize edilmesi söz konusu.   Şimdi bu kaçınılmaz olarak Türkiye'deki yönetimi iki açıdan hem Orta Asya'da hem de Doğu Akdeniz'de yeni açmazlara sokacaktır. Yeni tercihlere zorlayacaktır ve Türkiye içine de bunun yansımaları olacaktır. Örneğin, CHP yönetimi, hemen milliyetçi bir tonda açıklamalarda bulundu. Henüz mevcut Erdoğan yönetiminin bu konuda herhangi bir şey söylemediğini biliyoruz. Ancak uzun vadeli, Ortadoğu'daki gerilimlerin odak noktalarından birisi Kıbrıs olacak. Bu tartışma kendisini sürdürecek ve tabii ki daha çok Türkiye'deki iktidar çekişmelerinin nereye gideceğiyle de bağlantılı olarak bu konuda önümüzdeki dönemde, yeni tercihler gündeme gelebilir. Ancak Amerika ve İsrail'in yeni Ortadoğu politikalarında Güney Kıbrıs önemli bir yeri işgal ediyor ve özellikle son aylarda Trump'la birlikte daha da hızlanan bir Güney Kıbrıs'ın militarize edilmesi söz konusu. Aynı zamanda Yunanistan'ın da böyle bir pozisyonu var hem de İsrail ile paralel anlaşmalar çerçevesinde. Bunu da unutmayalım.   Kıbrıs'a yönelik müdahale senaryolarının konuşulduğu bir dönemde, Türkiye'nin bu konuda sessiz kalırken aynı zamanda Irak ve Federe Kürdistan Bölgesi'ne yoğun bir şekilde sevkiyat yaptığı yönünde haberler çıktı. Türkiye bu süreçte ne yapmaya çalışıyor, asıl hedefi nedir?   Türkiye Irak ve Güney Kürdistan'da yeni bir süreç başlatmaya çalışıyor. Musul ve Kerkük'e kadar, özellikle petrol bölgelerinin işgali gündemi var. Irak yönetiminin de bu duruma itirazları var. Fakat güçlü bir tepki söz konusu değil. Bu mesele, İran'ın çevrelenmesinin bir parçası olarak gündeme alındı. İsrail, ABD, KDP ve Türkiye arasında bir mutabakat var gibi görünüyor. Mesrur Barzanî geçen haftalarda ABD Dışişleri Bakanı Rubio ile görüşmüştü. Bu görüşmede ön plana çıkan ana başlık; Irak ve Türkiye arasındaki petrol hatlarının biran önce açılmasıydı. Bu petrol İsrail'e akacak tabii ki. Hem bu petrolün İsrail'e akması hem İran'ın çevrelenmesi harekatı açısından kerhen bir mutabakat olduğu gözüküyor. Buradaki petrolü de sonuç olarak uluslararası şirketler paylaşacak. Bu hikayeden Türkiye'ye pek bir şey kalmayacak. Şu anda özellikle PKK için kongre şartlarının yaratılmaması da bu meseleyle bağlantılıdır. Türkiye'nin bugün bu konuda adım atmamasının sebebi benim görüşüme göre PKK'yi İran parantezine sıkıştırmak istiyorlar. PKK'nin silahsızlanması veya değiştirilip dönüştürülmesi onların bugüne kadar yarattığı işgal bahanesinin önünde engeldir. Çünkü şu anki işgal için halen PKK'yi gerekçe gösteriyorlar. Uluslararası güçlerde bu duruma herhangi bir karşı çıkış göstermiyorlar. Deyim yerinde ise Türkiye'nin Irak'ta attığı adımlar haber bile olmuyor.   3'üncü Dünya Savaşı yaklaşıyor ve şiddetlenerek karşımızda duruyor" dediniz. Savaşın özellikle büyük yıkımlara sebep olduğu herkesin malumudur ki sizde buna birçok kez değindiniz. Ancak diğer yandan "bazı fırsatlar da yaratabilir" dediniz. Bu fırsatlar nelerdir? Toplumsal yapılar devletlere karşı bu savaşlarda ne yapmalı sizce?   Dünyanın geleceğini düşünüyorsak eğer bir defa bu savaşa, yani 3'üncü Dünya Savaşı dediğimiz sürece son vermek zorundayız. Nerede politika yapıyorsak yapalım, savaş karşıtlığını besleyen politikalar üzerinden şekillendirmemiz gerekiyor. Bu yüzden Türkiye'de, bir barış sağlanırsa gerçekten önemli olur. Bunun dünya çapında da karşılıkları olacaktır. Tabii ki bu barışı, demokratikleşme doğrultusunda ilerletebilirsek... Asıl belirleyici olan yanlardan bir tanesi de budur. Bu barışın benzerliğini dünya için de düşünmemiz gerekiyor. Yani benzer derken dünyadaki halklar aslında bu gidişata karşı hoşnut değil. Özellikle Türkiye'deki yeni nesil gençlerin geleceklerinin olmadıklarını düşünmeleri dikkat çekiyor. Daha böyle nihilist bir pozisyonda duruyorlar.   Şimdi dünya genelini bundan sıyırmamız gerekiyor ve bu da şu anlama geliyor; dünyada ortaklaşa bir yaşam kurabilecekleri, elle tutulur bir ütopya sunmamız gerekiyor. Özellikle de politikacılar için söylüyorum. Yani toplumsal hareketlerin de tabii ki barışı ve yeni bir dünyayı yaratmayı birlikte odak noktasına aldıkları takdirde ve bunu bütün dünyada ortaklaştırabildikleri takdirde başarı şansı var. Bunun için de yeni bir enternasyonal gerekiyor.  Bir devrimci mücadele vermek istiyorsak, bir şeyleri değiştirme istiyorsak, bunun tartışmanın ana ekseni böyle şekillenmeli."   MA / Ömer Güngör