Gazeteciler ve meslek örgütlerine 'seçici dayanışma' tepkisi 2025-01-22 09:41:37   İSTANBUL - Özgür Basın’a dönük saldırılara yönelik sessizliğe tepki gösteren İnci Hekimoğlu ve Ruken Tuncel, “Tartışmamız gereken gazetecilerin, toplumun, meslek örgütlerinin ortaya koyduğu bu ‘seçici' dayanışma. Bu tutum iktidarla aynı yerde durmak demektir” dedi.    İstanbul merkezli soruşturma kapsamında 17 Ocak'ta yapılan ev baskınlarında gözaltına alınan gazeteciler Necla Demir, Rahime Karvar, Ahmet Güneş, Welat Ekin, Vedat Örüç ve Reyhan Hacıoğlu, savcılık ifadeleri alınmadan sevk edildikleri Sulh Ceza Hakimliği tarafından "örgüt üyesi olmak" iddiasıyla tutuklandı. 20 Aralık’ta da gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'in katledilmesini protesto eden 7 gazeteci, 22 Aralık'ta sevk edildikleri aynı hakimlik tarafından tutuklandı.   Gazeteci İnci Hekimoğlu ve Bianet (Bağımsız İletişim Ağı) editörü Ruken Tuncel, gazetecilere yönelik baskılara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.   ‘YENİ SÜREÇ’, SURİYE VE ÖZGÜR BASIN   Kürt basınının iktidarın hedefinde olduğunu söyleyen İnci Hekimoğlu, “Bağımsız gazetecilik halkın haber alma hakkının güvencesidir’ anımsatması yaparak ya da hep dillendirdiğimiz gibi Türkiye ve Ortadoğu’daki Kürtlere ilişkin, Türk basının vermediği veya veremeyeceği haberleri verdiği için hedefte olduğunu söyleyebilirim. Üstelik bu hukuk dışı baskı ve zorbalığın her süreçte devam eden bir devlet politikası olduğunu da ekleyebilirim” dedi.   Özgür Basın’a dönük baskıların nedenlerinin “yeni süreç” tartışmalarıyla Kuzey ve Doğu Suriye’deki Özerk Yönetim’e yönelik saldırıların olduğunu ifade eden İnci Hekimoğlu, “Amaç oradaki Kürt yapılanmasının ABD dahil neredeyse tüm uluslararası aktörler tarafından meşru görüldüğü bir sahadan gelen ve gelecek olan ve ancak Kürt medyasının yazabileceği her bilgiyi engellemek. Bu tuhaf süreçte Kürt medyası ile birlikte Kürt siyasetçilere de operasyonları sürdürüyorlar. Herhalde ‘Ya bizim koşullarımıza boyun eğersiniz ya da sizi sözümüzün geçtiği tek yer olan Türkiye’de rahat bırakmayız’ demek istiyorlar. Bu politika yüz yıldır sonuç vermedi ama devletin ezberini değiştirmesi de pek mümkün görünmüyor. Bugünkü ulusal ve uluslararası koşullar ezberleri bozmak için tarihi bir fırsat sunsa da ‘Reis’in açıklamalarını duyunca tek dertlerinin rejimi sürdürmeye yetecek ve en asgari düzeyde tavizlere Kürt halkını razı etmek olduğunu anlıyoruz. Abdullah Öcalan’la ‘diyalog’ girişimi de Türkiye’yi halkların barış ve huzur içinde yaşayacağı demokratik hukuk devletinin adımları değildir. Suriye’deki tabloyla bağlantılı ve uluslararası baskı zeminin doğmasıyla ilgili olduğu ve mecbur kaldıkları açıktır” ifadelerini kullandı.    ‘YARATICI ETKİNLİKLERE YÖNELMEK GEREKİYOR’   Basına yönelik baskılara karşı tavır alınması gerektiğinin altını çizen İnci Hekimoğlu, “Bir yanda sermaye-devlet-medya üçgeninde algı bombardımanına tutulmuş, diğer yandan Türk, Sünni Müslüman olarak yetiştirilen nesillerden oluşmuş bir toplumun eşitliği kolayca kabul etmesini beklemiyoruz.  Ama gerçeği bütün çıplaklığı ile görmesine ve bilmesine rağmen konforunu bozmamak için susmayı hatta bir günde karşı saflara geçip ırkçılıkta yarışanları da unutamayız. Böyle bir iklimde maalesef Kürtler yalnız kalıyor. İnsan hakları kurumları da dahil Batı, Türkiye’de olup bitene 1990’lı yıllardaki kadar bile dönüp bakmıyor. ‘Yeter ki sığınmacı/mülteci deposu olarak kalmayı sürdürsünler’ diyorlar.  Durum bu olunca iş başa düşüyor. Özellikle demokratik kitle örgütlerinin, siyasetçilerin Türkiye toplumu ve uluslararası toplumu harekete geçirecek yaratıcı eylem ve etkinliklere yönelmesi gerekiyor” diye belirtti.    ‘TÜRK BASINI MUHALİF DEĞİL ÜSTÜNLÜKÇÜDÜR’   İnci Hekimoğlu, “Meslektaş dayanışması önemlidir. Meslektaş dayanışmasından kastettiğim, gazeteciliğin evrensel tarifi içinde yer alır. Ve asıl önemlisi bu tarif, devletlerin biçtiği rolü reddeden bir tariftir. Aksi gazetecilik değil, memurluk olur. Dönüp tepeden var olan medya kuruluşlarına baktığımızda bu tarife uyan kaç örnek görürsünüz? Mesleki etik ve etnik köken, inanç, dil, cinsel yönelim, cinsiyet ayırt etmeksizin herkesin eşit olduğunu kabul etmek. Siyahlara yapılanları, Filistin’deki dramı gözyaşları içinde izleyenlerin Kürt halkını görmezden gelmesinin tek açıklaması eşitliği reddetmeleridir. Anlayacağınız birkaç istisna dışında Türk basını muhalif değildir. Bağımsız hiç değildir, evrensel gazetecilik ilkelerinden bihaberdir, açık ya da gizli Türk üstünlükçüdür. Dolayısıyla fazlasını beklemediğim için çağrı yapmayı da anlamlı bulmuyorum” diye konuştu.    KÜRT BASINI NEDEN İKTİDARIN HEDEFİNDE?   Bianet editörü Ruken Tuncel, gazetecilerin olaylara eleştirel bir şekilde bakması gerektiğini belirterek, “Fakat Türkiye'de iktidarın yanı başında durduğunda ancak gazeteci sayılıyorsun. Eğer iktidarın istediği şarkıyı söylemiyorsanız, ‘teröristsiniz’ ve gözaltına alınmak, tutuklanmak,  öldürülmek ‘normal’ görülüyor. Sokrates savunmasında ‘Ben Tanrı'nın, devletin başına musallat ettiği bir at sineğiyim, her gün her yerde sizi dürtüyor, azarlıyorum; peşinizi bırakmıyorum’ diyor. Kürt basınını da böyle görüyorum. Kürt basını 1990'lardan bu yana tüm yaptıklarıyla devlete rahatsızlık veriyor. Bu nedenle devletin hedefinde” dedi.   ‘SEÇİCİ DAYANIŞMA’   Türkiye’de “yeni süreç” tartışmaları devam ederken, Kuzey ve Doğu Suriye’de de saldırıların olduğunu anımsatan Ruken Tuncel, “Böyle zamanlarda iktidarlar toplum ne bilsin, nasıl düşünsün istiyorsa; onu söyler ve öyle yazılsın, çizilsin ister. Toplumun bilgi edinme hakkını yerine getiren Özgür Basın da bu yüzden hedef oluyor. Ama asıl konuşmamız ve bağıra bağıra tartışmamız gereken gazetecilerin, toplumun, meslek örgütlerinin ortaya koyduğu bu ‘seçici dayanışma’. Kürt basını söz konusu olduğunda, hemen herkes ‘gazetecilik nedir, ne değildir’ tartışmasına başlıyor. İki gazeteci katlediliyor, gazeteciler tutuklanıyor, gözaltına alınıyor meslek örgütleri suspus! Bu tutum iktidarla aynı yerde durmak demektir” diye konuştu.    MA / Ömer İbrahimoğlu