Cumhuriyet’in karar duruşması başladı: Gazetecilik suç değildir 2018-04-24 13:55:36   İSTANBUL - Cumhuriyet gazetesinin 18 yöneticisinin yargılandığı davanın 4 gün sürecek karar duruşması başladı. Duruşmada esasa dair savunma yapan gazeteci Kadri Gürsel, yazılarının kriminalize edildiğini belirterek, gazeteciliğin suç olmadığını ifade etti.    Cumhuriyet gazetesi İcra Kurulu Başkanı Avukat Akın Atalay’ın tutuklu olduğu 18’i Cumhuriyet gazetesi çalışanı 20 kişinin yargılandığı davanın karar duruşması Silivri Cezaevi Kampüsü karşısında bulunan İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. Duruşma öncesi Silivri Cezaevi kampüsü önünde jandarma ekiplerinin peş peşe kurduğu iki kontrol noktası nedeniyle uzun araç kuyruğu oluştu. Duruşmayı, Cumhuriyet Halkı Partisi (CHP) Milletvekilleri Barış Yarkadaş, Sezgin Tanrıkulu ve çok sayıda basın kuruluşu takip etti.    ATALAY: CEM KÜÇÜK’TEN BAŞKA TANIK YOK   Kimlik tespitiyle başlayan duruşmada ilk olarak Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Avukat Akın Atalay,  İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi’nden duruşma öncesi dosyaya gönderilen dijital evraklara dair söz aldı. Atalay konu ile ilgili şunları söyledi: “Cem Küçük, ‘Cumhuriyet gazetesi FETÖ’nün elinde oyuncak olmuş, FETÖ’nün ele geçirdiği Cumhuriyet, mahkeme kararıyla asıl sahiplerine iade edilecek’ diye yazmış. Alev Coşkun'un Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı dava ve FETÖ soruşturmasında ilk ifadesine başvurulan tanık Cem Küçük’tür. Küçük dışında, arama ve gözaltı kararı gerçekleştirilene kadar başka bir tanık ifadesi yok. Koskoca Cumhuriyet gazetesi operasyonu bu şahsın ifadesi sonrası yapılmış ve operasyon bu kişinin ifadeleri üzerine kurulmuştur. Anımsayalım; 4 Şubat 2016 Mustafa Balbay yazılarına son verilmesine tepki olarak attığı tweetten bir gün sonra Alev Coşkun dava açıyor. 22 Mart 2016'da Alev Coşkun, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine isimsiz bir ihbar mektubu gönderiyor ve Cumhuriyet gazetesinin yörüngesinden çıkarılıp terör örgütlerine yardım eder hale geldiğini söylüyor. 19 Temmuz 2016'da gazetenin yöneticileri hakkında Küçük’ün ifadeleri üzerine FETÖ üyeliğinden dava açılıyor. Sonra gazete yöneticilerini yakalayıp tutuklatıyorlar. Suçlamalar arasında bir kişi için yapılan yönetim kurulu üyeliği seçiminin yasaya uygun olarak yapılmadığı ve vakfın ele geçirildiği iddia ediliyor. Deliller arasında Can Dündar'ın el yazısıyla yazılmış bir tweetine de yer veriliyor ancak içeriğe bakınca onun bu dava ile ilgili olmadığı görülüyor. Sadece bana ait antetli bir kağıda yazıldığı için benimle ilişkilendirilmiş. Kaderin cilvesi, tweet tarihi 17 Aralık 2015. Ama MİT TIR’ları soruşturması nedeniyle tutuklu olduğu için Silivri Cezaevinde olması gerekiyor o tarihte. Can Dündar o sırada Silivri'den Çağlayan'a getirilmiş. Ben de o duruşmada vekil olarak vardım. Dündar duruşma esnasında benden not kağıdı istemiş ve duruşma devam ederken, twitter hesabından paylaşılmak üzere arkadaşına bu mesajı vermiş” diye konuştu.   GÜRSEL’İN ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMASINA GEÇİLDİ   Atalay’ın sözlerini sonlandırması ardından davanın tutuksuz gazetecilerinden Kadir Gürsel esas hakkında savunma yapmaya başladı. Gürsel, “Yeni bir delil mi ortaya çıkmıştır? Yeni bir tanık mı çıkmıştır? Hayır” sözleri ile savunmasına başladı. Savcının kendisini "Erdoğan Babamız Olmak İstiyor" yazısı nedeniyle suçladığını ifade eden Gürsel, “Benin örgüte bilerek ve isteyerek yardım ettiğim iddiası doğru değildir ve bu iddia temelsizdir. Ben şiddete karşıyım. Erdoğan'ın bir baba figürü olarak ortaya çıkarılmasına karşı çıkmam şiddet çağrısı olarak gösterilemez” dedi.    ‘MESAJLARLA GAZETECİLERİ YARGILAYAMAZSINIZ’     “İddia makamı HTS kayıtlarına bakarsa görecektir ki; Samanyolu şirketinden kimseyi aramadım ya da onlar tarafından aranmadım. Sadece Abdülhamit Bilici tarafından bir kez arandığım halde mütalaada çok kez FETÖ sanıkları ile irtibat kurduğum haksız olarak iddia edilmiştir” diyen Gürsel, savunmasına şu şekilde devam etti: “Abdülhamit Bilici ile ben Milliyet Dış Haberler Servisinin başındayken, o da Cihan Haber Ajansının müdürü iken tanışmıştım. Feza Gazetecilik’ten bana yapılan aramalar benden görüş almak amacıyla yapılmıştır, ama ben kendilerine hiç görüş vermedim. İddia makamı 32 yıllık meslek yaşamımı göz ardı ediyor. Gazetecileri arayanların ve onlara mesaj gönderenlerin niteliğine bakarak gazetecileri yargılayamazsınız. İçeriğe bakmalısınız. Ama benim yazdığım yazıların içeriğine bakarak da beni yargılayamazsınız çünkü bunlarda suç niteliğinde bir şey yoktur. Ortada sadece onların benimle irtibat kurma çabaları vardır. İletişim ve görüşme tek taraflı değildir, halbuki SMS’ler tek taraflıdır ve karşılık bulmamıştır. Bana bu SMS’leri gönderenlerle hiçbir şekilde iletişim kurmadım. Muhalif görüşleriyle tanınan bir gazeteciyim. SMS bombardımanına tutulduğum zaman ana akım bir gazetede yazı yazıyor ve ana akım bir televizyon programında yer alıyordum. FETÖ soruşturmasına tabi olanlar ve Bylock kullanıcılarının SMS atarak bir kişiyi yardım ve yataklık yapar hale getirmeleri imkansızdır.”    ‘YAZILARIM KRİMİNALİZE EDİLİYOR’    Gazetecilik faaliyetlerinin hiçbir demokratik ülkede suç olarak gösterilemeyeceğini aktaran Gürsel, “Gazetecilik suç değildir. Savcı FETO üyeleriyle sıklıkla ve çok sayıda iletişim kurduğum iddiasını dillendirememiştir. İştar Gözaydın, söz konusu kişiler haricinde 90'lı yıllardan beri tanıdığım bir kişidir. Savcı Gözaydın’la neden iletişim kurduğum hakkında tek bir soru bile sormamıştır. ‘Erdoğan Babamız Olmak İstiyor’ yazısı mı delildir? 34 günlük yayın danışmanlığım mı delildir? Haftada iki gün köşe yazısı yazmak mı delildir? En son tarafıma yapılan arama Cumhuriyet Davası'ndan 6 ay öncesine gitmektedir. Esas hakkında mütalaa Cumhuriyet haberleri, köşe yazıları ve manşetlerini kriminalize etmek istemektedir. Terör örgütlerini destekleme suçunu işlediğimi iddia etmektedir” diye konuştu.    ‘SAVCI BİR GERÇEĞİ İTİRAF ETMİŞTİR’   “Savcı bir gerçeği itiraf etmiştir” diyerek savunmasına devam eden Gürsel, “Mayıs 2016'dan itibaren köşe yazarı, Eylül 2016'dan itibaren ise yayın danışmanı olarak gazetenin dört yazı işleri toplantısından ikisine katıldığımı belirterek gazetenin yayın politikasının değişmesinde payım olduğu iddia edilmektedir. Halbuki 34 gün içinde icraİ bir görev almadan, daha önce başladığı iddia edilen bir yayın değişikliğinde görev almam akla uygun değildir. Savcı 34 günlük yayın danışmanlığım sırasında katıldığım toplantıları suç delili olarak sunmaktadır. Haberlerin sunumunun yapıldığı toplantılara katılmam suç unsuru yani haberlerin suç olduğunu ima etmektedir. Aydın Engin'in yazı işleri toplantısına katılmasının suç unsuru olarak lanse edilmesi ve bana savcının sorduğu bir soruya verdiğim yanıtın delil olarak gösterilmesi kabul edilemez. Mesleki olarak tecrübeli isimlerin yazı işleri toplantısına katılması Babıali'den kalma bir gelenektir ve normaldir. Savcı iddialarını kanıtlayamamakta ancak tekrarlamaktadır” diyerek savunmasına devam etti.    BU OLAĞAN BİR DAVA DEĞİL   Gürsel’in ardından Akın Atalay’ın esas hakkındaki savunmasına geçildi. "Bu olağan bir dava değil” diyen Atalay, “Soruşturma sırasında bizi itibarsızlaştırmak için absürt ötesi iddialar ortaya atıldı. Utanmazca ahlaksızca iddialar dolaşıma sokuldu, televizyonda dinledik, hatta iddianameye bile sokuldu. Burada yargılanan sanıkların eski eşlerine ve yakınlarına varana kadar banka hesapları ve ekstreleri dahi inceletildi. Kamuoyunda parkeci ve pideci olarak tanınmasına yol açan iddialar döndü dolaştı sahiplerini vurdu” dedi.   ‘GAZETEMİZİN KİRLİ PARALARA İHTİYACI YOK’   Cumhuriyet gazetesi ve vakfının tüm bağlantıları, reklam verenlerinin inceletildiğini dile getiren Atalay, “FETÖ bağlantılı şirketlerin, hangi gazetelere ne kadar reklam verdikleri yıllara göre karşılaştırmalı olarak anlatıldı. Peki, ne oldu? O gazetelere dava mı açıldı? Hayır. Ama haksız iddiadan vazgeçildi ve iddianameye bu yönden sahip çıkılmadı. Eğer savcılık FETÖ bağlantılı şirketlerin, hangi gazetelere reklam yoluyla destek olduğunu araştıracaksa hala geç değil. Cezaevinde tüm gazetelere bakarım ve önce gazetelerin reklam sayfalarını incelerim. Kayyım atanan şirketler, yine aynı gazetelere aynı reklamları vermeye ve onlara kaynak aktarmaya devam ediyorlar. Bizim gazetemizin o kirli paralarla işi yok. Ne isterlerse yapsınlar, bize çamur sıçratmasınlar, yeter. Hani gazeteyi ve vakfı mali yoldan batırmışız ve gayrimenkulleri usulsüz olarak rayiç değerinin altında satmışız ve devretmişiz ya… Gelin araştırın. Burada yargılanan sanıkların, gazeteyi ve vakfı batırmadığı, düze çıkardığı görülecektir” diye konuştu.    ‘GAZETENİN YAYINCILIK FAALİYETİ HEDEFLENDİ’   Davanın ruhunda bir bütün olarak gazetenin yayıncılık faaliyetinin yargılama konusu yapıldığının açık olarak belirtildiğini ifade eden Atalay, “Özetle bir bütün olarak yayın faaliyetiyle örgüte yardım etme suçunun işlendiği belirtilmiştir. Olağan bir yargılamada ne denir? Önemli olan suçlama ile eylemin birbiriyle bağlantılı olup olmadığı ve kanuna aykırı olup olmadığıdır. Oysa burada Cumhuriyet gazetesinin yayın faaliyeti suç olarak görülmektedir, gazetecilik suç olarak görülmektedir. Ne demektir bir bütün halinde yayıncılık faaliyetini yargılamak ve gazeteciliği suçlamak? Tehlikenin farkında mısınız? Cumhuriyet gazetesinin, gazetecilik ve yayıncılık faaliyeti dışında bir başka işi yoktur. Diğer gazeteler gibi başka bir ticaretin ortaklığı yoktur. Bu sebeple bu gazeteye ekonomik yoldan baskı uygulanamıyor” ifadesinde bulundu.   ‘GÖREVİ TOPLUMA GERÇEĞİ AKTARMAKTIR’   “Gazete ve gazetecilerin görevi toplumun bilgilenmesini sağlamak, nitelikli enformasyon üretmek ve bunu topluma aktarmaktır” diye savunmasına devam eden Atalay, “Gazetecilik diğer ticari faaliyetler gibi değerlendirilirse asıl amacı sahibine para kazandırmak olacağı için eleştiriden vazgeçmek zorunda kalır. Gazeteciliğin temel amacı olan gerçeklerin dışına taşarsa ticari amaçlar ve siyasi amaçları gözetirse o iş gazetecilik olmaz. Halkın devlet işleri hakkında bilgi alma ve bilgilenme hakkı basın aracılığıyla olur. Bu ülkenin en büyük medya grubuna birkaç hafta önce el konulmuştur. Bu değişim sonrası bu dava yoluyla kaybedilecek olan şey çok daha önemli hale gelmiştir. Bu siyasi bir davadır. Şimdi medya kuruluşları ve basını kontrol altına almak istiyorlar. Ama bu gazeteyi baskıyla tehditle korkutarak teslim alamazsınız. Gazetecilerini ve yayıncılarını tutuklayarak teslim alamazsınız” dedi.    ‘GAZETECİLİK OLMAZ’   “Gazetelerin siyasi iktidarla, devletle ilişkisi gazetecilik ilkelerinin, gereklerinin dışına taşarsa; haberin verilişinde ‘gerçeğe uygunluk’, ‘güncellik’, ‘kamu yararı’ ölçütlerinin yanına ‘siyasi iktidarın/devletin istekleri, yararları’ gibi gazeteciliğe aykırı yeni bir ölçüt koyulursa yapılan faaliyet gazetecilik olmaz” vurgusu yapan Atalay, “Gazeteler ve gazeteciler devletin/siyasi iktidarın değil toplumun yararını gözetirler. Toplum ve kamuoyu adına devlet organlarının, yöneticilerin, kamu görevlilerinin, siyasi iktidarların işlem ve eylemlerini izler, denetler. Halkın devlet işleri hakkında olan bitenden haber alma, bilgilenme hakkı basın aracılığıyla gerçekleşir” dedi.    ‘SİYASİ BİR DAVA OLDUĞU APAÇIK ORTADA’   Bu davanın siyasi bir dava olduğunun apaçık olduğunun ortada olduğunu dile getiren Atalay, “Siyasi iktidar bütün devlet organlarını, işlevlerini denetim ve kontrol altına almakla yetinmeyip, şimdi de medya kuruluşlarını, gazeteleri ve böylelikle de haber ve bilgileri denetim ve kontrol altına almak istiyor. Bu dava, bu yönde atılan bir siyasi adımın yargı alanına taşınmış görüntüsüdür. Ancak konu ve özne Cumhuriyet Gazetesi olunca büyük bir zorluk var. Bu gazeteyi baskıyla, tehditle, korkutarak teslim alamazsınız. Bu gazetenin mensuplarını, yöneticilerini hapse atarak, cezalandırarak susturamazsınız. Bu gazetenin tarihi bunun en çarpıcı örnekleriyle doludur. Yalnızca bu dönemde değil, bu ülkenin yakın siyasi tarihindeki her baskıcı, otoriter dönemde bu gazete ve mensupları sadece gazetecilik faaliyeti, eleştiri ve görüşleri nedeniyle türlü baskılara, eziyetlere, cinayetlere, teröre maruz kaldılar. Ama yine de gerçeklerden, gazetecilik ilkelerinden ve değerlerinden ödün vermediler. Bugün bir kere daha test ediliyorlar. Sonucu tarih yazacaktır. Bu gazete başta cumhuriyet ve demokrasi ilkelerini, adalet, eşitlik ve özgürlük değerlerini, insan haklarını her koşulda savunmayı ilke edinmiştir. Bunu yaparken başımıza bir bela gelir, gazetemizi kapatırlar, çalışanlarımızı mağdur ederler, kendimizi ateşe atmayalım diye düşünmez gerekirse yanmayı göze alırlar” diye konuştu.    ‘KORKUTULAMAZ SUSTURULAMAZ’   Atalay savunmasının devamında şu ifadeleri kullandı: “Bu gazetenin yüreği de adı kadar Cumhuriyet için atar. Bu gazetenin mensupları nerede, nasıl bir kurumda çalıştıklarının, topluma karşı sorumluluklarının farkındadır. O nedenle bu gazete ve mensupları baskıya, tehdide rağmen işini gereği gibi yapar, davalarla ve haksız, hukuksuz mağduriyetlere uğratılarak korkutulamaz, susturulamaz… İddianamede ve esas hakkındaki mütalaada bariz bir şekilde sergilenen yasakçı ve özgürlük karşıtı zihniyetin demokratik bir toplumda, bir hukuk devletinde yeri olamaz, olmamalıdır. Bu anlayışın toplumda yerleşmesine, sıradanlaşmasına, normalleşmesine engel olmak herkesin görevidir. Böylesi yasakçı, baskıcı, hukuk dışı anlayış ve uygulamalara karşı konulmalı, toplumsal yapıdan temizlenmeli, bir yargısal karara dönüşmesine izin verilmemelidir.   Gazetecilik faaliyetinin yargılamanın konusu olduğu açıkça ifade edilen bu dava, hukuk devleti ve özgürlükler bakımından geriye doğru gidişin, demokrasi ve çok sesliliğe tahammülsüzlüğün görünür olmasında önemli bir mihenk taşı olmuştur. Bu dava vesilesiyle bir kez daha basın özgürlüğünün boğulmasına, boğazlanmasına fırsat ve olanak tanınmamalıdır.    Bu dava vesilesiyle zarar verilen, yok edilmeye çalışılan yalnızca biz sanıkların özgürlüğü, hukuk güvencesi değil, yalnızca bu ülkenin 94 yıldır yayınlanan en eski, kadim ve saygın bir gazetesinin basın özgürlüğü değil, toplumun haber alma, bilgi edinme hakkı da değil, bunların yanında bu toplumun geleceği, şerefi ve itibarıdır.    Ülkemiz hukuk ve adalet değerleri bakımından çok büyük bir kuraklık döneminden geçiyor. Elbette bu sürdürülebilir bir siyasi, hukuki iklim değildir. Dileriz, bu kuraklık çok kısa zamanda sona erer. Norveçli bir polisiye roman yazarı, hukuku uçurumun kenarına dikilen çite benzetiyor. Hukukun çiğnenmesini de bu çitin kırılmasına… Eğer bizler de bütün bir ülke, toplum olarak uçurumdan aşağı yuvarlanmak istemiyorsak yapmamız gereken bellidir. Böylesi absürt davalar açarak uçurumun kıyısına gelmemek. Bu türlü hukuk dışı soruşturma ve davalarla kırılan çitleri onarmak, hukukun, özgürlüğün ve adaletin gerektirdiği şekilde davranmak.    Sözlerimin sonuna geldim. Gazeteciliğin yargılandığı, basın özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün çiğnendiği bu haksız dava ve suçlamalar karşısında sözlerimi, ünlü şairimiz Tevfik Fikret’in yüzyıl öncesinden sanki bu dava ve yargılama süreci için söylenmiş mısralarıyla bitiriyorum. ‘Haksızlığın envaını gördük… Bu mu kanun?    En gamlı sefaletlere düştük… Bu mu devlet? Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun; artık yeter olsun bu işkence, zulüm ve cehalet…”     Duruşma verilen öğle arasının ardından esas hakkındaki savunmalarla devam edecek.