Ekonomist Nas: Sistemik bir krizle karşı karşıyayız 2018-04-16 09:11:47 İSTANBUL – Son 3 yılda 70’ten fazla uluslararası markanın Türkiye’yi terk ettiğini söyleyen Ekonomist Nesrin Nas, “Kurlardaki her artış reel sektörde deprem etkisi yaratıyor. Münferit değil sistemik bir krizle karşı karşıyayız. Bu kez 2001 krizinde olduğu gibi yardım da gelmeyecek” dedi.  Anavatan Partisi eski Genel Başkanı ve ekonomist Nesrin Nas, ekonomideki son gelişmeler üzerine değerlendirmelerde bulundu. Günümüzde ekonomiden siyasete yaşanılan bunalımın temelinde “güven krizi”nin yattığını dile getiren Nas, “OHAL’in koruyucu zırhını giymiş olan iktidar ve müttefiki MHP dışında toplumda hiçbir birey, hiçbir topluluk, hiçbir kurum kendini güvende hissetmiyor. Oysa ekonomi güvene dayanır. Yatırımcı ister yerli, ister yabancı olsun hukuki güvenlik arar. Tüketici işinin, gelirinin güvende olduğundan emin olmak ister. İktidarın düşündüğü gibi düşünmeyenlerin terörist, vatan haini ilan edildiği bir ülkede ‘güven’in ağır yara almayacağını ve ülke ekonomisinin uzun vadede sağlıklı kalacağını ummak safdillik olur” diye konuştu.   ‘70’TEN FAZLA ULUSLARARASI MARKA TÜRKİYE’Yİ TERK ETTİ’   Merkez Bankası dahil yayınlanan tüm güven endekslerinde yatırımcı güveninden tüketici güvenine çok büyük bir aşınmanın olduğuna dikkat çeken Nas, “Merkez Bankası verilerine göre uluslararası doğrudan yatırım girişi, Türkiye tarihi boyunca ilk kez bu yılın Şubat ayında açık vermiş. Şubat ayında 511 milyon dolarlık doğrudan yatırım girişine karşın 779 milyon dolar sermaye çıkışı olmuş. Bununla kalmamış. Son 3 yılda 70’ten fazla uluslararası marka Türkiye’yi terk etmiş. Bir hesaba göre Türkiye’yi terk eden milyonerler sayısı da 13 bini geçmiş” dedi.   ‘YILI 60 MİLYAR DOLARLIK BİR CARİ ARTIŞLA KAPATACAĞIZ’   “Cari işlemler açığı, artış hızı yavaşlasa da büyüyor” diyen Nas, şöyle devam etti: “Öyle görünüyor ki, yılı 60 milyar dolarlık bir cari açıkla kapatacağız. İktidar sürekli ihracat artışına vurgu yapsa da, ithalatın ihracattan daha hızlı büyüdüğünü gözlerden saklayamıyor. Yılın ilk iki ayında 2,5 milyar dolarlık bir ihracat artışına karşılık ithalat tam 9 milyar dolar fırlamış ve böylelikle yıllık dış ticaret açığı 65,4 milyar doları bulmuş.”    ‘GERÇEĞİ YANSITMAYAN AÇIKLAMALAR OLAĞAN HALE GELDİ’   İthalat rakamlarını gözden saklamak için gerçeği yansıtmayan açıklamaların yapılmasının olağan hale geldiğini kaydeden Nas, “Mesela Bakan Zeybekci, ‘Merkez Bankası’nın yurtdışında belirli merkezlerde tuttuğu altınların Türkiye’ye transferinin ithalat veya dış ticaret işlemi olmadığı halde ithalat gibi gözükerek cari açığı artırdığı’ açıklaması, böyle bir açıklama. Oysa ödemeler dengesi çift kayıt sistemine göre çalışır ve mülkiyet değişiminin olduğu anda bu kayıt gerçekleşir. Dışarıda tutulan bu altınlar hali hazırda TCMB’nin mülkiyetinde olan ve bilançosunda Dış Varlıklar Kalemi altında takip edilen altınlardır. Dolayısıyla geçmiş dönemde TCMB mülkiyetine geçmiş ve muhasebe kaydı yapılmış altınların bir daha ithalat içinde gösterilmesi mümkün değildir” diye konuştu.   ‘İÇ KAYNAKLAR TIKANDI’   Nas, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Gelelim zurnanın zırt dediği yere. Finans dışı şirketler kesiminin uluslararası net yatırım pozisyonu yani döviz varlıklarıyla yükümlülükleri arasındaki fark 2017 sonunda eksi 450 milyar dolara ulaşmış. Son 10 senede 250 milyar dolarlık bir bozulma var. Kurlardaki her artış, bu nedenle, reel sektörde deprem etkisi yaratıyor. Mesela Ocak 2018 itibariyle reel sektörün net döviz açık pozisyonu 221,6 milyar dolar, bunun 6 Mart tarihinde Türk lirası karşılığı 841,7 milyar TL idi. Bugün aynı borcun Türk lirası karşılığı 920 milyar Türk Lirasını aşmış durumda. Aradaki fark 78,3 milyar lira. Ne finans kesimi ne de reel kesim bir ayda bu kadar para kazanmadı.  Sürekli devalüasyon şirketleri finansman giderlerini taşıyamaz hale getirdi. Ziraat Bankası Genel Müdürü’nün deyişiyle elde avuçtaki tüm kaynaklar kredi garanti fonu aracılığıyla şirketlere aktarıldığı için bankaların nefesi tıkanmış durumda. Çünkü bu fondan dağıtılan 207 milyar liranın geri gelmesi zaten beklenmiyor. Dolayısıyla iç kaynaklar tıkandı.”    ‘SİSTEMİK BİR KRİZLE KARŞI KARŞIYAYIZ’   Son çare olarak finansal olmayan şirketlerin Ocak ayında 793 milyon dolar, Şubat ayında 294 milyon dolar yurtdışı mevduatlarını ülkeye getirdiğini belirten Nas, “Arkası yok gibi... O nedenle şirketler birbiri ardına bankalardan mevcut borçlarını yeniden yapılandırma istiyorlar. Kaldı ki, bankalar uzun bir süredir Türk Telekom ve Türkcell’in kredilerini de karşılık ayırmamak için bilanço dipnotlarında taşıyorlardı. Ayrıca üçüncü hava limanı işletmecileri, daha havalimanı açılmadan borç ertelemesi istediler. Bu da gösteriyor ki, münferit değil sistemik bir krizle karşı karşıyayız. Ne yazık ki, ülkeyi yönetenler bu gerçeği kabul etmek yerine sorunu hala dış güçlerin bir oyunu olarak görmek ve sunmak çabasındalar” dedi.   ‘BU ATEŞE KİM NE KADAR DAYANIR?’   Ürkek bir biçimde de olsa iş dünyasının, OHAL’in güven ortamını bozduğunu ve yatırım ortamına zarar verdiğini defalarca ifade ettiğini hatırlatan Nas, “Ne var ki, ülkeyi OHAL’siz yönetemeyen ve seçimlere OHAL’in sopasıyla muhalefeti sindirerek gitmek isteyen ‘iktidar ittifakı’nın bu gerçeği kabul etmeye yanaşmayacağı açık. Daha tehlikeli olan ise, iktidarın, olmayan kaynaklarla ekonomik büyümeyi zorlayarak krizi aşacağını düşünmesidir. İktidar ‘milli ve yerli Türkiye’ gazıyla ekonominin ateşini daha da artırmaya hevesli görünüyor. Bu ateşe kim ne kadar dayanır? Önceliği seçim olan Cumhurbaşkanı ve Ekonomi Bakanına ‘İngiliz beslemesi’ diyen danışmanlarının, bu pek umurunda değil. Kaldı ki, sistemik krizi şirketlerin, iktidarın baskısıyla, finansal güçlerini aşan yatırım yapmaları ve aşırı kaldıraç kullanmaları ateşledi” ifadesinde bulundu.   ‘TEŞVİK PAKETLERİ CANLANDIRMAYACAK'   Nas, son açıklanan teşvik paketini de şöyle değerlendirdi: “Bu paket, aslında nefessiz kalan bazı şirketlerin yaşadıkları tıkanmayı kamu kaynaklarını devreye sokarak aşmayı hedefleyen bir pakettir. Kesinlikle mevcut ekonomik yapıyı değiştirmekten uzaktır. Ama paketin en can alıcı noktası Ekonomi Bakanı Zeybekçi’nin söylediği gibi, bu teşviklerden yararlanacak olan firmaları tek tek Cumhurbaşkanı’nın seçmiş olmasıdır. Yani kriterler ekonomik değil siyasidir ve bu güveni değil güven erozyonunu artırır. Üstelik her yatırıma destek eşit değil, desteklerin oranlarını bakanlık belirliyor. Teşvikler Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe giriyor. Yani son derece keyfi ve istismara açıktır. Bunun yanı sıra işletme süresince sağlanan süper destekler de var. Ama bütün bunlara rağmen bu paket piyasalarda öyle büyük bir heyecan da yaratmış görünmüyor. Ne kurlar üzerinde ne de borsada etkili oldu. Hem bölgede büyüyen savaş tehlikesinin gölgesinde kaldı, hem de OHAL ve KHK’lar nedeniyle artık iyice güvenilmez olan yatırım ortamı, suni ve keyfiliği çok açık teşviklerle canlandırılmayacak kadar çoraklaştı.”    'CUMHURBAŞKANI’NA İZİN VERMEYECEK’   Nas, dış kaynak bağımlılığının aşırı kırılganlaştırdığı bir ekonomi ve OHAL’in yarattığı güven erozyonunun bundan sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gündemi belirlemesine pek izin vermeyeceğini dile getirdi. Nas, şöyle devam etti: “Güven erozyonuna bir katkı da çok büyük iddialar ve beklentilerle kamuoyuna duyurulan Varlık Fonu’nun, başka ülkelerin varlık fonlarından farklı olarak, iktidarın elde avuçta kalan varlıklarımızı kullanarak kendi gücünü tahkim edecek kaynakları yaratmak amacıyla kurulmuş olduğunun tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmasıdır. Türkiye’nin en değerli kuruluşlarını içine koyduğumuz Varlık Fonu’nun bir yılda tek icraatı, bünyesindeki Ziraat Bankası aracılığıyla Demirören Grubu’na Doğan Medya’yı satın alması için, 2 yılı ödemesiz 10 yıllık vadede geri ödenecek 700 milyon dolarlık kredi temin etmek oldu.  Şirketler, hem de Türkiye’nin görece iyi yönetilen ve global piyasalarda iş yapan şirketleri teker teker finansal güçlük içine düşerken, iktidardan kimsenin aklına varlık fonu kaynaklarını harekete geçirmek gelmedi.  Oysa birçok ülkede varlık fonları bu tür krizlerde koruyucu kalkan görevi görüyor. Cumhurbaşkanı da, Başbakan da şu anda ekonomimizin saldırı altında olduğunu söylediklerine göre Varlık Fonu neden atıl duruyor sorusunun cevabı yok maalesef. Tabii, Varlık Fonu’nun şu ana kadar ne yaptığını, KHK ile eklenen maddenin verdiği yetki ile Fon’a devredilen kuruluşların varlıkları ve yönetimleri üzerinde nasıl bir tasarrufta bulunduğunu bilmiyoruz. Bildiğimiz kurumsal ve kurallı Hazine’nin dışında iş yapma, borçlanma, varlık satma gibi işlemlerin bu kanaldan yapılmak istendiği ve Varlık Fonu’nun Merkez Bankası, Hazine ve Özelleştirme İdaresi’nin bazı işlevlerini üstleneceği.  Ancak önemli bir sorunumuz var. Tüm Varlık Fonları uluslararası kabul görmüş ‘Santiago Kuralları’na göre sağlam hukuki bir temel üzerine kurulmuştur. Petrol zengini Ortadoğu ülkelerinin varlık fonlarının bile kredi notuna dayanan yatırım kriterleri var. Bu yüzden, ister onların parasına talip olun, ister başkasının; uluslararası piyasalara kredi notu olmadan çıkmak ve borçlanmak mümkün değil. Zaten Demirören Kredisi’nde de uluslararası piyasaya Ziraat Bankası çıkmış, Varlık Fonu değil.”   ‘VARLIK FONUNUN TEMELLERİ SAĞLAM DEĞİL’   Varlık fonlarının genellikle dış ticaret fazlaları olan ya da petrol gibi uluslararası bir değeri olan ülkeler tarafından vatandaşlarının gelecekteki refahını garanti altına almak amacıyla kurulduğunu belirten Nas, “Uluslararası yatırımcıları cezbetmek için hepsi şeffaftır. Oysa bizim ne yeraltı zenginliğimiz ne de ihracat fazlamız var. Toplam dış borcu milli gelirinin yüzde 50’sine ulaşmış, dış ticaret açığı veren ve cari açığı milli gelirinin yüzde 7’sine yaklaşan bir ülkeyiz. Üstelik fon ne şeffaftır ne de hukuki temelleri sağlam. Bu koşullarda bu varlık fonunun katkısından ziyade ciddi bir baş ağrısı olacağını söylemek abartı olmaz. Kuşkusuz, bu gelinen noktada global konjonktür yüzünden yükselen finansman maliyetlerinin payı da ihmal edilemez. Libor 1.70’lerden 2.70’e geldi. Batı piyasaları faiz fiyatlamasına enflasyonu dahil etmeye başladı. ABD-Çin ticaret savaşı piyasaları bozdu. Petrolün brenti 38 dolarlan 60 doların üstüne çıktı ve bizim de tam merkezinde yer aldığımız ve epey yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız Suriye krizi, her an büyük bir savaşa dönüşebilir” şeklinde değerlendirdi.   ‘KRİZ TAMAMEN BİZİM ESERİMİZ’   Tüm bu risklerin hiçbiri öngörülmeyen riskler olmadığını kaydeden Nas, “Yok hükmünde saydığımız kredi derecelendirme kuruluşları birkaç yıldır ‘Dış kaynak bağımlılığını azaltın’ diye bas bas bağırıyorlar. Dünya Bankası, IMF, OECD gibi uluslar üstü kuruluşlar da bizi birkaç yıldır en kırılgan ekonomi ilan ediyorlar. Bu uyarıların hepsini ‘bizi yıkmak isteyen kötü güçlerin oyunu’ olarak görmek yerine, güneşli havalarda ekonomimizin temelini sağlamlaştırsaydık, bugün ‘Bizi kur ile terbiye etmek istiyorlar’ diye yakınmazdık. Kaldı ki, dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi olması, 70 bin tutuklu öğrenciyle dünyanın en büyük hapishane üniversitesi olması, demokratik kriterlerde en hızlı geriye giden ülke olması, uluslararası hukuku hiçe sayması gibi Türkiye algısını dış dünyada köklü bir biçimde bozan adımların yanı sıra, OHAL altında yayınlanan KHK’lar ile devletin kurumsal yapısını parça pinçik adımları göz önüne alınca, sırf ödemeler dengesi rakamlarından bile TL’deki hızlı değer kaybını açıklamak kolaylaşıyor. Yani bu sistemik krize kimsenin katkısı yok. Kriz tamamen bizim eserimiz ve bu kez korkarım 2001 krizinde olduğu gibi yardım da gelmeyecek” diye konuştu.   MA / Yasin Kobulan