Tribunal’de tanıkların ifadeleri sürüyor: Bugünkü Türkiye’nin 90’lı yıllardan iyi olduğunu söyleyemeyiz 2018-03-16 16:16:13 PARİS – Türkiye’nin yargılandığı Uluslararası Tribunal Mahkemesi’nde, tanıklar ve uzmanlar, “devlet adına işlenen suçlar”ı anlattı. Gazeteci Ferda Çetin, “AKP iktidarına geldiğimizde, 1990’lı yılların koşullarında daha iyi olduğumuzu söyleyemeyiz. Tırmanan bir devlet terörü var. Korkunç bir tablo var” dedi.  Uluslararası Tribunal Mahkemesi’nin (Daimi Halk Mahkemesi) ikinci ve son günün devam eden oturumlarında, Roboski Katliamı ve kadına yönelik devlet şiddetinin ele alınmasından sonra “devlet terörizmi”, tanıklar ve uzmanlar tarafından değerlendirildi. Bu başlık altında faili meçhul cinayetler, Musa Anter cinayeti, DEP’e yönelik bombalı saldırılar ve Özgür Gündem gazetesinin bombalanması ele alındı.    ‘TANIK OLMAK ZOR BİR ŞEY’   Bugünkü oturumun ilk tanığı Ahmet Nesin, “Bizler mahkemelere sanık olarak çıkmaya alışığız. Şimdi tanık olarak çıkacağım, bu biraz zor bir şey” diyerek başladığı sözlerine Efrîn’e yönelik işgal saldırılarında AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın öldürdüğü insanlarla övündüğünü söyledi. Nesin, “Ölümlerin alkışlatıldığı bir ülkeden geliyorum” diye belirtti.    Nesin, “Siz devletin istediği kadar Kürt, Alevi ve komünist olmadığınız zaman orada faili meçhuller başlar” ifadelerini kullandı. 1990’lı yıllarda Tansu Çiller dönemindeki faili meçhullerin sayısının 14 bin, Erdoğan döneminde bin 200’ü aşkın olduğunun tahmin edildiğini vurgulayan Nesin, faili meçhullerin sorumluların bugün devletin başında ya da iktidar ortağı partilerin başında olduğunu söyledi.    NEZAN: JİTEM ÖLDÜRME YETKİSİNE SAHİPTİ   İkinci tanık Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan dinlendi. Nezan, Kürt aydını Musa Anter cinayetini anlattı. Anter cinayetinin eski Başbakan Tansu Çiller döneminde, JİTEM’in görevlendirilerek işletildiğini hatırlatan Nezan, “JİTEM istediğini öldürme yetkisine sahipti” dedi. Çiller’in cinayet listesini anımsatan Nezan, önce gazetecilerin katledilmeye başladığını belirterek, örnekler verdi. Nezan, Türk devletinin entelektüelleri katlederek Kürt halkının parçalanmaya çalışıldığını ifade etti. O dönemde 3 milyon Kürt’ün göçertildiğini, köylerin yakıldığını ve bunların tam bir cezasızlık içerisinde yapıldığını sözlerine ekleyen Kendal Nezan, daha sonra Musa Anter’in önemi üzerinde durdu. Anter’in her şeyden önce Kürt sorununun barışçıl şekilde, diyalogla çözümünü savunduğunu dile getiren Nezan, “Bir barış adamı öldürüldü” diye belirtti. JİTEM elemanı Abddulkadir Aygan’ın itiraflarına da değinen Nezan, Anter’in ölüm emrinin Ankara’dan verildiğini kaydetti. AİHM’in Anter davasında verdiği küçük tazminat cezasını da eleştiren Nezan, “Türkiye bu mahkumiyetle binlerce cinayet daha işleyebilir” diye konuştu.    ‘EFRİN HERKESİ İLGİLENDİRİYOR’   Türkiye’nin 1990’lı yılların başında Kürt illerinde yaptığını, bugün Efrin’de yaptığına dikkat çeken Nezan, “Aynı yöntem uygulanıyor. Köyler imha ediliyor ve tam bir cezasızlık içerisinde” dedi. Batının dış politikasını eleştiren Nezan, bu ihlallerin “insan olan herkesi” ilgilendirdiğini hatırlattı.    HATİP DİCLE: HEP VE DEP’İN 400 ÜYESİ ÖLDÜRÜLDÜ   Bir sonraki tanık, Kürt siyasetçi Hatip Dicle oldu. Türkiye’de birçok dönemin doğrudan tanığı olan Dicle, özellikle HEP ve DEP dönemlerindeki yaşanan hak ihlallerinden örnekler verdi. 1990’lı yılların başında İHD’nin başında bulunan Dicle, Halkın Emek Partisi (HEP) döneminde genel başkan yardımcısıydı, Demokrasi Partisi (DEP) döneminde de genel başkandı. HEP’in kurulduğu andan itibaren devletin hedefi olduğunu anlatan Dicle, dönemin HEP Amed il başkanı Vedat Aydın cinayetini ve ailesinin yaşadıklarını aktardı. Vedat Aydın’ın defnedildiği gün de 8 kişinin katledildiğini belirten Dicle, dört ay sonra da 20 Ekim 1991’de Sosyaldemokrat Halkçı Partisinden (SHP) milletvekili seçildiğini hatırlattı. Amaçlarının demokratik zeminde Kürt sorununu çözmek olduğunu ifade eden Dicle, ama bir kaç ay sonra 103 insanın Cizre’de katledildiğini söyledi. Dicle, 1992’de HEP hakkında kapatılma kararı alındığını sonra HEP’in faili meçhullerle katledilen üyeleri ve sorumlularından bahsetti. 1993’de devlet içinde de hesaplaşmaların başladığını sözlerine ekleyen Dicle, eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a yakın Adnan Kahveci’nin trafik kazası süsü verilerek öldürüldüğünü anımsattı. O döneme ait bir kaç cinayeti daha örnek veren Dicle, 1993’te PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ilan ettiği ateşkese dikkat çekti. Dicle, “16 Nisan 1993’te Sayın Öcalan süresiz ateşkes ilan etti. Bir gün sonra 17 Nisan’da Özal’ın ölüm haberini aldık. Özal’ın da şahin kanat tarafından öldürüldüğü konusunda ciddi şüphelerimiz var” dedi. Daha sonra DEP dönemini anlatan Dicle, aynı dönemde Madımak katliamı gerçekleştiğini belirtirken, “Eylül 1993’te benim de dahil olduğu bir milletvekili grubu Batman’a gitti. O sırada Mehmet Sincar öldürüldü” diye belirtti. O dönemde tepki olarak DEP’e geçen belediyelerin bulunduğu kentlerin yakılıp yıkıldığını anlatan Dicle, “Dünyada 400 üyesi sokak ortasında öldürülen başka parti var mı?” sorusuyla HEP ve DEP üyelerine dikkat çekti. DEP döneminde çok büyük saldırılar başlatıldığını aktaran Dicle, daha sonra 1994’te DEP’in bombalanmasını anlattı. Dicle, “5’inci 6’ncı katlar bize aitti, tüm binadan sadece kolonlar kalmıştı. Askeri bir çanta içerisinde, asansör içerisinde bizim kata gönderiliyor” diyerek saldırıyı anlattı.   Bir soru üzerinde AKP’nin 2002’den itibaren yükselişini İttihat Terakki’ye benzeten Dicle, çözüm adı altında yürütülen süreçlerden de bahsetti. İmralı heyeti içerisinde de yer alan Hatip Dicle, “Erdoğan’ın 5 Nisan 2015’te masayı devirmesiyle o süreç bitti” dedi. Mahkeme heyeti, söz konusu sürecin nasıl işlediği ve nasıl sonuçlandığına ilişkin birçok soru sordu. Dicle, Özal dönemindeki çözüm çabalarının nasıl başladığı ve nasıl sabote edildiğini de özetledi.   ÇETİN: TIRMANAN BİR DEVLET TERÖRÜ VAR   Hatip Dicle’den sonra mahkeme heyeti Özgür Gündem’in bombalanmasına ilişkin sözü sürgündeki gazeteci Ferda Çetin’e verdi. O dönem Özgür Gündem ve Özgür Ülke’de çalışan Çetin, gazetelerin köy yakmalar ve faili meçhuller gibi devletin suçlarını yazdığı için sürekli hedef olduğunu kaydetti. Çetin, Özgür Gündem’in 580 sayısından 480’i aşkının dava konusu olduğunu hatırlatırken, “Özgür Gündem’in gazetecileri ve yazarları sadece katledilmiyordu, bayileri de katlediliyordu” dedi. Özgür Gündem’in bombalanması ardından binanın sadece sütunlarının kaldığını hatırlatan Çetin, Erzin Yıldız’ın hayatını kaybettiğini 18 kişinin yaralandığını anımsattı. Yaralı 17 kişinin o halde gözaltına alındığını da vurgulayan Çetin, şöyle devam etti: “Olaydan 15 gün sonra bizim Ankara muhabirimize, Ankara’dan bir bürokrat bir belge verdi. Çiller imzalıydı. Gizli ibaresi vardı. Özgür Ülke isimli gazetenin devlet düşmanlığı yaptığını ve hızlı bir şekilde bertaraf edilmesini emreden bir belgeydi. 30 Kasım 1993’te bu belge yollanıyor.” 3 Aralık’ta da gazetenin bombalandığını belirten Çetin, gazete bombalanmasına karşı çıkan Murat Bozlak’ın açıklamasından sonra saldırıya uğradığını hatırlattı. Ahmet Altan’ın da o gün gazeteye destek verdiğini hatırlatan Çetin, bugün Ahmet Altan’ın cezaevinde olduğunu ifade ederken, “çark böyle devam ediyor” dedi.   Baskıların Özgür Gündem’den sonra da devam ettiğini ifade eden Çetin, “AKP iktidarına geldiğimizde, 1990’lı yılların koşullarında daha iyi olduğumuzu söyleyemeyiz. Basına yönelik giderek tırmanan bir devlet terörü var” dedi. Çetin, bugün tutuklu gazeteciler ve kapatılan medya organları konusunda da rakamlar verdi. Çetin, “Türkiye’de Kürt medyası başından beri bir devlet terörü altındaydı, bugün de devam ediyor. Korkunç bir tablo var. Yüzlerce kurum kapatılmış, yüzlercesi tutuklanmış” diye vurguladı. Çetin Türkiye’de baskı altında çalışan gazetecilerin yanı sıra bir de devlete bağlı rahat bir şekilde çalışan gazetecilerin varlığına dikkat çekti.   ‘SUÇ ÜRETİYOR İNKAR EDİYOR’   Daha sonra tanık olarak Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar konuştu. Aydar, devletin gerçekleştirdiği ve ürettiği suçlar, suçların üzerini nasıl örttüğü ve başkalarının üzerine nasıl attığını belgeleriyle anlattı. “Devletin Osmanlı’dan bu yana her zaman bir suç işleme örgütü var. Suç işler ve her zaman başkalarını üzerine atar” diye devam eden Aydar, Ermeni Soykırımı gibi büyük bir katliamın bile inkar edildiğini söyledi. Şimdi bu soykırımın eğitimde, “Ermenilerin zulmü” olarak anlatıldığını vurgulayan Aydar, Anadolu’da Rumlar bırakılmazken “Yunan mezalimi” denildiğini hatırlattı.   “Devlet bütün bunları inkar ediyor, ama bir süre sonra bunları yapanlardan bazıları da itiraf ediyor” diyerek sözlerini sürdüren Aydar, 5-6 Eylül 1955’te İstanbul Rumları ve tüm gayrimüslimlere yönelik başlatılan pogromun nasıl bir sahte gerekçeyle gerçekleştirildiğini anlattı. Aydar, 1964’te Kıbrıs’ta yakılan Bayraktar Camisi’nin nasıl yakıldığı, Kürtlere karşı işlenen 17 bin faili meçhul cinayetin Kürt hareketine yıkılmaya çalışılması, yine benzer şekilde AKP döneminde işlenen suçların üzerinin nasıl inkar edildiğini çok sayıda örnek ve belgelerle aktardı. 22 Temmuz 2015’te Ceylanpınar’da iki polisin gece vakti evinde öldürülerek, bundan PKK’nin sorumlu tutulduğunu da örnek olarak gösteren Aydar, “Cinayetin hükümete çözüm sürecini bitirmek için bahane yaratmak amacıyla karanlık güçler tarafından işlendiği şimdi daha iyi anlaşılıyor” dedi. Aydar, 27 Mart 2104’te internet ortamına düşen bir ses kaydına da dikkat çekti. Bu kayıt, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler arasındaki bir görüşmeye aitti. Fidan bu görüşme sırasında “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye sekiz füze attırıp savaş gerekçesi üretirim” diyordu. Aydar, şöyle devam etti: “Bu ses kaydı gerçektir, yalanlanmadı, yalnız kimin sızdırdığını bulmak için soruşturma açtılar (...) Türkiye yöneticileri tarihi tecrübelerini konuşturuyorlar ve nasıl suç üretip başkalarının üzerine atacaklarını tartışıyorlar.” Efrin’e yönelik saldırılara gösterilen gerekçelerin de asılsız olduğunu vurgulayan Aydar, bu örneklerin Türk devlet yönetiminin karakterini ortaya koyduğunu söyledi.   Aydar son olarak, “Türkiye’de bir cinayetin faili bulunamıyorsa, faili meçhul olarak kaldıysa, sorumlusu kesinlikle devlettir” dedi.   Mahkemenin öğleden sonraki son oturumunda Paris’te 9 Ocak 2013 tarihinde MİT organizasyonu ile üç Kürt kadın devrimcinin katledilmesi incelendi.