Paris'teki Halk Mahkemesi Cizre tanıkarını dinledi 2018-03-15 23:11:09 PARİS - Paris’teki Halk Mahkemesi’nde Cizre tanıkları Faysal Sarıyıldız ve Leyla İmret yaşananları anlattı. Bilirkişi olarak dinlenen Prof. Eric David, yaşananların çatışma hukuku çerçevesinde ele alınabileceğini söyledi. Türkiye’nin yargılandığı Paris’teki halk mahkemesi tanık anlatımları devam etti. Duruşmanın öğleden sonraki kısmında iddia makamında Jan Fermon burada yaşanan durumun bir ‘savaş hukuku’ kapsamında elin alınabilmesi için bir çatışmanın olması gerektiğini belirterek yaşananların çatışma olup olmadığının bilirkişiden dinlenilmesini istedi. Bunun üzerine mahkeme heyeti ‘çatışma hukuku’ ve ‘savaş hukuku’ konusunda uzman olan Brüksel Özgür Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Eric David’i bilirkişi olarak dinledi. Kürt illerinde yaşananlara bakıldığında yaşananların uluslararası hukukta tartışma götürmez bir biçimde silahlı çatışma kategorisinde ele alınması gerektiğini söyleyen David, “PKK siyasi ve hiyerarşik yapısı olan silahlı bir grup ve yaşanan çatışmaların da bir tarafı. Yaptıkları açıklamalar ve angajmanlarına uyuyor. Cenevre Çağrısı’nın antipersonel mayınlara karşı çağrısına imza atmış, yine Cenevre Sözleşmesi kapsamında birçok protokole uyacağını belirtmiş ve bunu yapmış bir örgüt. Bölge ve yol kontrolü yapıyor. Çatışmaların sürekliliği ve karakteri ele alındığında buradaki bir çatışmadır ve burada insancıl hukuk ile çatışma hukuku esas alınmalıdır. Burada terörle mücadele söz konusu değildir” dedi.   CİZRE’Yİ ANLATTILAR   Daha sonra sokağa çıkma yasakları ve askeri operasyonlar döneminde Cizre’de bulunan HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ve Cizre Belediye Eşbaşkanı Leyla İmret tanık oldukları olayları anlattı.   Cizre’de yaşananların bir plan dahilinde yapıldığını belirten Sarıyıldız, tüm dünyanın gözü önünde insanların diri diri yakıldığını söyledi. Yaşananlara ait fotoğraf ve videolar eşliğinde konuşmasını yapan Sarıyıldız, “Bodrumlarda insanların isimleri ve fotoğraflarını paylaştık hükümet yetkilileriyle ama yine de buradaki insanlar öldürüldü ve yakıldı. Bu bir savaş suçudur. İnsanlığa kara bir suçtur” dedi.    Belediye olarak olay yerine gönderdikleri ambulansların asker ve polislerce engellendiğini söyleyen Leyla İmret ise kentin büyük bir kısmının yıkıldığını ve binlerce insanın yerinden edildiğini söyledi. İmret daha sonra Cizre’deki sokağa çıkma yasakları ve operasyonları kronolojik olarak nasıl yaşandığını anlattı.   Cizre’deki ölümlere ilişkin ayrıca bu süreçte 3. bodrum olarak bilinen yerden sağ olarak kurtulmayı başaran tanığın anlattıkları Skype üzerinden alındı. Tanık şöyle konuştu: “Bodrumda 50 kişiydik, 25’i yaralıydı. Aralarında çocuklar ve anneler de vardı. Evde mahsur kaldı. Sürekli bu eve saldırılar vardı. En son evin etrafını kuşattılar, tanklarla top atışlarına tuttular. Ardından biber gazı attılar. Kimyasal da olabilirdi, nefes alamıyorduk. Sonra da benzin şişeleri attılar ve çakmakla ateşe verdiler. İnşaat olduğu için yangın çok yayılmadı. Yakın olanlar yandı, 25 kişi yanarak can verdi. Çok ağır bir vahşetti.   Yaralıları yaktılar. Ben köşedeydim. Ne yapacağımı bilmiyordum, üst kata çıktım. Orada da 20 kişi vardı (...) Ulaşabildiğimiz her yere telefon ettik. 16 yaşındaki bir çocuk da vardı. Annesi aradı yardım için. Akşam ambulans geleceğini söylediler, gelmedi. Sık sık telefon açıyorduk, ‘gelin bizi kurtarın’ diye. Ben de yaralıydım, ağır değildi ama yaralıydım. Bazılarının yarası çok ağırdı. Sağlık malzemelerimiz de yoktu. Örneğin Güler Eroğlu’nun hem ayakları hem de elleri gitmişti, sadece nefes alabiliyordu. Sürekli top atışları vardı. Dışarı çıkanlar da doğrudan taranıyordu. Sabah 08.00 olduğunda ambulans yine gelmedi, taradıkları için gelemiyordu. Sonra da askerler tam kuşatmaya alıp yağmur gibi mermi yağdırdılar.   Yanımdaki herkes yaşamını yitirdi. Orhan Tunç da yanımdaydı. ‘Ben ölmek istemiyorum, yeni doğan çoğumu görmek istiyorum’ diyordu. Ben mucizevi bir şekilde kurtuldum, kapıdan kendimi dışarı atıp çöpler altında saklandım. 10 gün orada kaldım. Anneler geldiğinde, çöplerin altından çıktım ve öyle kurtuldum.”   İddia makamı bunun üzerine “yetkililerin bu bodrumda sivillerin olup olmadığından haberdar olduğuna açıklık getirir misiniz” şeklindeki talebi üzerine tanık, “Biz dışarıya, yetkililere telefon açıyorduk. Anneler de bize doğru gelmek istedi, yetkililer de aralarında vardı, onlara da saldırı oldu” şeklinde yanıtladı.    ‘SEÇİMDEN SONRA BİZE YÖNELİK YAKLAŞIMLARI DEĞİŞTİ’   Daha sonra Nusaybin’deki askeri operasyonlara ilişkin tanıklıklarını anlatmak için Belediye Eşbaşkanı Sahiba Gündüz kürsüye çıktı. Nusaybin’de ardı ardına insanlar öldürülüp ve tutuklanınca Nusaybin’de bütün sivil toplum kuruluşları ve demokratik kitle örgütleri bir araya gelerek oluşturdukları Kent Meclisi’nin kendini savunma kararı aldığını söyleyen Gündüz, “Seçimlerden önce biz devletin bütün kurumları ile iletişim halindeydik. Bir eylem için ya da herhangi bir şeyde onları bilgilendiriyorduk, izin alıyorduk. Ama seçimden sonra bize yönelik yaklaşımları değişti. Beni tutukladılar. Tahliye edildikten sonra ceza geldi. Nusaybin’de sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve insanlar öldürülmeye başlandı. İnsanlar aç ve susuz bırakıldı. Ekmek ve su almak için evinden çıkan ve komşularına giden insanlar öldürüldü” diye konuştu.    JÖH ve PÖH gruplarının sivilleri öldürdüğünü ifade eden Gündüz, “Bunların başında Hasan Ünal diye biri vardı. Şefleriydi. Benim adım James Bond diyordu. ‘Ber her şeyi yaparım’ diyordu” diye konuştu. Kendisinin aynı zamanda bir anne olduğunu belirten Gündüz konuşmasına şöyle devam etti: “Ben bir anneyim aynı zamanda. Çocuklarım ölümden son anda kurtuldu. Evimiz yakıldı ve yıkıldı. Annemi kaybettim. Hastaydı ve hastaneye götüremediğimiz için öldü. Ben dilim yasak, kültürüm yasak. Ben bir Kürt kadınıyım. Şimdi Belçika’dayım. Sizin dilinize yaşamınıza entegre olsam da kendi kültürümü bırakmam. Aynı nedenle ben hiçbir zaman Türk olmadım Kürdüm”   Nusaybin’de yaşananlara ilişkin tanıklık yapan Erhan Dinç de konuşmasına neden “özyönetim” ilanı yaptıklarını anlattı. Nusaybinliler olarak tek isteklerinin kendi kentlerinin kendilerini yönetmek olduğunu ifade eden Dinç, çokça bahsi geçen barikatların bir sivil itaatsizlik olduğunu belirterek, “Bunlar basit barikatlardı. Onlar saldırdıkça biz de barikatları daha da güçlendirmeye başladık. Ama birçoğunu öldürdüler. Çocuk, genç, kadın yaşlı demeden insanları öldürdüler” diye konuştu.    Daha sonra bazı olayları örnekler vererek konuşmasını sürdüren Dinç, “İnsanların kenti boşaltılması için baskılar gün geçtikçe arttırıldı. Kentin yönetimi tamamen askeriyeye verildi. Bütün bu kararlar Ankara’dan alındı. Buradaki asker ve polislere ‘ Her şeyi yapabilirsiniz hiçbir soruşturma açılmayacak’ dendi. Öncesi görece daha ihtiyatlı davrananlar daha vahşice saldırmaya başladılar. Harap ettikleri yerlere Türk bayrağı asıp bununla seviniyorlardı” diye konuştu.   Daha sonrası Sur Belediye Başkanı Fatma Şık ile burada yaşananlar ve yıkımlar üzerine araştırma yapan Ercan Ayboğa tanıklıklarını anlattı. Yaşanan sivil ölümlerin hem operasyon esnasında hem de sonrası yaşanan yıkıma dikkat çeken Şık ve Ayboğa kentin tarihi dokusunun yok edilmesinin yanı sıra buranın da siyasal sosyal yapısı üzerinde de oynamaların yapıldığını ifade ettiler. Yine tanık olarak dinlenen Ezio Menzione de Sur gibi binlerce yıllık tarihi ve kültürel dokuya sahip kentin yok edildiğini ve kentin ‘kuşatma altına’ alınarak sivillerin bombalandığını söyledi.