Bölge coğrafyası 'eko-kırım politikası' tehdidi altında 2020-07-15 09:11:10 ŞIRNAK - Bölge coğrafyasının “eko-kırım politikası” tehdidi altında olduğunu söyleyen MEH aktivisti Selman Karasu, yol açılan tahribatlara klasik çevre hassasiyeti refleksinin ötesine geçerek ancak karşı durulabileceğini belirtti. Eşsiz güzelliğe sahip bölge kentlerinin coğrafyası son yıllarda baraj, HES, köprü, yol, karakol ve kalekol inşaları ile yıkım ve tehdit altında. Hasankeyf gibi binlerce yıllık geçmişe sahip bir insanlık mirası Ilısa Barajı’nın suları altında bırakılırken, diğer yanda inşa edilmeye devam edilen karakol ve kalekollar ile ağaç kıyımına devam ediliyor. Son dönemde özellikle Diyarbakır ve Şırnak başta olmak üzere bölgenin birçok kentinde yürütülen askeri operasyonlar sırasında ormanlar ateşe verildi, karakolların etrafındaki ağaçlar bilinçli olarak yakıldı.    Şırnak’ın Cudi ve Gabar dağlarındaki asırlık ağaçların son bir aydır korucular eliyle kesilmesiyle bir doğa katliamına imza atılmış durumda.   Bölgede kendisini her yaz tekrar eden bu durumu Mezopotamya Ekoloji Hareketi (MEH) aktivisti Selman Karasu değerlendirdi.   ‘SAVAŞ KONSEPTİNİN BİR PARÇASI’   Karasu, doğaya dönük saldırıların güvenlik kaygısı ile gelişen savaş konseptinin bir parçası olarak açığa çıktığını ifade etti. Bölge doğasına yönelik saldırıların Cumhuriyet tarihi boyunca farklı düzeylerde devreye konulduğunu dile getiren Karasu, askeri mantık içerisinde bu yola başvurulduğunu ifade etti. 2015 yılından sonra yeniden çatışmalı sürece dönülmesiyle orman yangınlarının arttığını söyleyen Karasu, özellikle Lice, Bingöl, Bagok Dağı, Cudi Dağı ve Dersim başta olmak üzere birçok bölgede, buraların “özel güvenlik” alanları olması nedeniyle net bir ölçüm yapamasalar da binlerce hektarlık ormanlık alanın yok edildiğini kaydetti.  Karasu, aynı alanların hemen her yıl yeniden yakıldığını kaydetti.   2015 yılında Lice’de yaşanan orman yangınları nedeniyle Avrupa Parlamentosu’ndan (AP) bazı vekillerin bir heyet olarak gelip, bölgede incelemelerde bulundukları hatırlatan Karasu, o dönem yaşanan tahribatı raporlaştırabildiklerini, sonrasında yaşanan orman yangınlarına ve tahribatına dönük herhangi bir alanda çalışma yapamadıklarını belirtti.   DOĞAL DÖNGÜYE ETKİ EDİLİYOR   Kendisini sürekli besleyebilen doğanın dıştan herhangi bir müdahaleye maruz kalınmadığı sürece bu dengeli yapısını devam ettirdiğini dile getiren Karasu, ancak askeri amaçlı yapılan müdahalelerin bu döngüye çok büyük etkileri olduğunu vurguladı.   Yakılan ormanlar, askeri bölgelerin inşası için tahrip edilen alanlar, su varlıkları üzerinde yapılan güvenlik barajları, askeri operasyonlarda kullanılan mühimmatların niteliği gibi birçok unsurun döngüsel sürekliliği tahrip ettiğini ifade eden Karasu, şunları söyledi: “Bunların sonuçlarını da görüyoruz. Mardin bölgesinde bugünlerde yaşanan kuraklık ve buna bağlı olarak ortaya çıkan susuzluk sorununu politik, askeri ve stratejik altyapısı çok güçlü olan Ilısu Barajı’ndan bağımsız düşünebilir miyiz? Tüm bunlar bugün genel olarak yaşadığımız iklim değişikliklerinin sonucu olarak da görülebilir. Lokal olarak yaşanan tüm bu yönelimlerin etkisi büyüktür ve yadsınamaz.” Karasu, savaş ve çatışma koşularının kendisinin ekolojik bir yıkım olduğunun altını çizdi.   ‘EKO-KIRIM İLE KARŞI KARŞIYAYIZ’   Bölgede karşı karşıya kalınan durumun doğru kavranması gerektiğini belirten Karasu, “Tüm bu saldırılar rant temelli gelişen çevre tahribatları mı? Yoksa ideolojik bağlamı olan ve sistematik olarak devreye sokulan politikaların sonucu açığa çıkan, eko-kırım mı? Genel tabloya bakıldığında ikinci seçenektir. Yani ideolojik bağlamı olan yoğunlaşmış bir eko-kırım ile karşı karşıyayız” dedi.   HERKESİN SORUMLUĞUNDA!   Karasu, ekolojik kırım politikalarına ise dar çevre hassasiyetini aşan bir mücadele ile karşılık verilmesi gerektiğini belirterek, bu mücadelenin etkin bir hale büründürülüp, sürekli kılınması gerektiğini vurguladı.   Sadece  ‘ağacıma, dereme dokunma’ değil, ‘coğrafyama, yaşamıma dokunma’ denilerek bir bütün olarak yaşanan tahribatın karşısında durulması gerektiğini söyleyen Karasu, “Bu sorumluluk herkesindir. Sadece ekoloji aktivistleri ya da ‘duyarlı’ kişilerin meselesi değil. Ekolojik tahribat, demokrasi ve hak mücadelesinde olan her kişinin ve kurumun öncül gündemi olmalıdır” diye belirtti.