'İstanbul Sözleşmesi'yle birlikte kadın eşitliği hedef alınıyor' 2020-07-10 09:52:34 ANKARA - Kadına yönelik şiddetle mücadele için mahalle karakolundaki polisin CİMER’den talimat almadan harekete geçmediğine dikkati çeken feminist aktivist Berrin Sönmez, İstanbul Sözleşmesi'nin iptaliyle kadın eşitliğinin hedef alındığını söyledi.  Kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin hukuksal anlamda en ileri adımlardan biri olarak görülen İstanbul Sözleşmesi, bir müddettir iktidarın hedefinde. 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaya açılan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi, imzaya açıldığı kent olan İstanbul'un adıyla anılıyor. Sözleşme, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girse de o tarihten bu yana uygulanmada yaşanan eksiklikler kadın örgütlerinin eleştirisine neden oldu.     Yıllardır bir kısım iktidara yakın muhafazakar çevreler tarafından “Aile bütünlüğünü tehlikeye atıyor” iddiasıyla hedef haline getirilen sözleşme bu kez AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’un sözleşmeden çıkılabileceğine dair açıklamasıyla bir kez daha gündeme oturdu. Sözleşmeyi bir diğer hedef alan isim de Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan oldu ve  “çalışıp gözden geçirin halk istiyorsa kaldırın” dedi.   Feminist aktivist Berrin Sönmez, Türkiye’nin yıllarca ilk imzacısı olmakla övündüğü İstanbul Sözleşmesi’ni ve hedef haline getirilme nedenlerini Mezopotamya Ajansı'na (MA) anlattı.     Kadına yönelik şiddete karşı hayati öneme sahip olan İstanbul Sözleşmesi’nin iktidar tarafından dönem dönem hedef alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?    İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe girdiği zaman iktidarda olan, sözleşmeyi imzalayan ve şu anda da iktidarını sürdüren parti, aynı sözleşmeyi hedef alarak hafifletiyor, gücünü kırıyor. Ama aynı zamanda bu iktidar hiçbir zaman sözleşmenin gereklerini yerine getirmedi. Burada gerçekten siyasi pazarlık ve oyunların döndüğünü düşünüyorum. Sözleşmeye karşı olan bazı gruplar var bütün dünyada olduğu gibi. Ama iktidarın imzasının arkasında durması gerekir. Muhafazakar politikaların, günden güne yıldan yıla değişen ilkesiz siyasetler olduğunu biliriz. Bu doğrultuda o günün çıkarı ile bugünün çıkarı farklı olmuş olabilir. Ama iktidarın, sözleşmeye karşı olan grupların hiç de o kadar oy hesabında etkili olacak güçte olmadığını görmesi gerekiyor. Sosyal medya kampanyalarında etkililer, siyasi parti temsilcileriyle bizden çok daha fazla görüşebiliyor ve onların zihinlerini etkileyebiliyorlar ama toplumun düşünce yapısını etkileyebilecek güçte değiller, böyle bir düşünce zeminleri yok. İtiraz üzerinden gösterdikleri birkaç şey var. Dolayısıyla son derece marjinal gruplar olduğunu bilmemiz gerekiyor. Şu anda Türkiye’de marjinallerin peşine takılan bir siyasi akıl var.   İktidarın, bahsettiğiniz “marjinal grupların” peşine takılarak İstanbul Sözleşmesine karşı ürettiği söylemler nelere yol açıyor?   İstanbul Sözleşmesi; kadınların güvenli, şiddetsiz, eşit yaşam hakkının temel garantilerindendir. Bağlayıcı hükümlerine rağmen tam olarak uygulanmayan İstanbul Sözleşmesi’ni bu kadar zayıflattıklarında bütün kazanılmış kadın hakları saldırı altında kalıyor.   İktidar, bu marjinal grupların peşine takılıp siyasi söylem üretirken, kadın ve çocukların yaşam hakkını, hayatlarını kumar masasına sürüyor. Bu söylemlerin her biri yükseldikçe kadına yönelik şiddetle mücadele zaafa uğruyor. Kolluk görevlileri görevini yerine getiremez oluyor. Yargı organları da yasalara uygun hükümler vermiyorlar. Kadına yönelik şiddet söz konusu olduğunda ‘İstanbul Sözleşmesi kalkacak herhalde’ zihniyeti ile hakim ve savcılardan çoğu yasanın gerektiğini yapmıyor. Yargıtay’dan benzeri bir karar çıkıyor. Yargıtay, kadına yönelik cinsel şiddet için ‘babacan tavır’ ifadesini kullanabiliyor. İstanbul Sözleşmesi; kadınların güvenli, şiddetsiz, eşit yaşam hakkının temel garantilerindendir. Bağlayıcı hükümlerine rağmen tam olarak uygulanmayan İstanbul Sözleşmesi’ni bu kadar zayıflattıklarında bütün kazanılmış kadın hakları saldırı altında kalıyor.   Erdoğan sözleşme için “çalışıp gözden geçirin halk istiyorsa kaldırın” dedi. Burada kastettiği halk kesimi kimdir?   Ben bahsettiği halkın marjinal gruplar olduğunu düşünüyorum. Bunu neye dayanarak söylüyorum.  Türkiye’de toplumunun, kadın örgütlerine güvenini gösteren araştırmalar var. Toplum, kadın örgütlerine Anayasa’ya bile göstermediği kadar güven beyan ediyor. Bağımsız bir araştırmacının yaptığı bir çalışmaya göre toplumun yüzde 86’sı kadın örgütlerine güveniyor. Dolayısıyla ‘İstanbul Sözleşmesi bizim kazanılmış hakkımızdır’ diyen kadın örgütlerine güven yüzde 86 iken, ‘İstanbul Sözleşmesi kalksın’ diyenlerin oranı bunun çok çok altında. Diğer yandan hiçbir fikri olmayanlar var ve bu oran da çok yüksek. Erdoğan’ın bahsettiği halkın yüzde 50 olmadığı kesin. AKP içerisinde sözleşmenin uygulanmasını isteyen büyük bir kesim var. Bu nedenle o çok küçük marjinal gruba böyle bir göz kırpma bir onaylama halinin kesinlikle dış politika ile ilişkili olduğunu düşünüyorum.   Bu nasıl bir ilişki, neyin pazarlığını yapıyor olabilirler?   İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması, yürürlüğe girmesi süreçlerinde Avrupa Birliği (AB) süreci vardı. Sözleşme, AB ile ilişkilerin güçlendirilmesi, giriş sürecinin hızlı ve kolay ilerlemesi için kullanıldı. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Nahide Opuz davasında verdiği kararla Türkiye büyük bir prestij kaybetmişti. Mahkemenin kararıyla Türkiye, kadına yönelik şiddete devletin kadını korumadığına dair verdiği karar ile tazminat ödemeye mahkum bırakılan ilk ülke olmuştu. Dolayısıyla Avrupa Konseyi’nin kadına yönelik şiddetle mücadele ve ev içi şiddetin önlenmesi konusunda hazırladığı İstanbul Sözleşmesi en çok Türkiye’nin böyle bir suçtan tazminat ödemeye mahkum edilmesinden sonra bütün ülkelerin dikkatini çekti. Bu küresel bir sorun ve bu sorun ile ortak mücadele etmek, mücadelenin yöntemlerinde de ortaklaşmanın mücadeleyi kolaylaştıracak kararı alındı. Sözleşme, eşit kabul ettiğin bireylerin hepsini şiddetten koruyacaksın diyor. Bundan daha insani bir şey olamaz. Şiddet insan onurunu kırar ve parçalar. Müslüman'ın görevi ise insan onurunu yüceltmektir. Bunu bu şekilde düşünmeleri gerekirken, iktidar böyle düşünmeyenleri, ata erkin kurgulamış olduğu cinsiyet rollerini dini emri zannedenlere, dinin emri onlarmış gibi olanlara neden itibar ediyor? Burada da yine dış politika geliyor. İstanbul Sözleşmesi’ni kullanarak kadınları nesnelleştiriyor. Dış politika pazarlığında bunun bir payının olduğunu düşünüyorum.   Peki iktidar en çok sözleşmenin hangi maddelerine itiraz ediyor?   Toplumsal cinsiyet kavramı üzerinden karşı çıkarak "LGBTİ meşrulaştırılıyor" diyorlar. İstanbul Sözleşmesi ve toplumsal eşitlik kavramı ortaya çıkmadan önce yeryüzünde LGBTİ bireyler yokmuş gibi konuşuyorlar. "Dinde günah" diyerek karşı çıkıyorlar. Oysa ki din eğer ki günah diyorsa olmayan bir şeye günah demedi herhalde. Yöneten, zayıfları Allah’ın emirlerinin aksine zorbalıkla yönettiği zaman helak edildiğine dair kuranda kıssalar var. O zaman yöneten zorbalığını düşünmek gerekiyor. Eşcinsellik zorla dayatılırsa tamam hepimiz karşı çıkalım ama böyle bir durum yok. Eşcinsellerin birey olarak toplumda eşit varlığı söz konusu. Ataerkil ellerinde kullanılacak seks objesi olarak kalsın diye kendi normlarına uymayan erkekleri de seks nesnesi olarak kullanabilmek için LGBTİ bireylere karşı çıkıyor. Ama asıl dertleri ve kesinlikle kabul etmedikleri kadın eşitliği. Kadınlarla eşit olmamak için LGBTİ bireylerin de eşitliğine itiraz ediyorlar. LGBT bireylerin varlığını bahane ediyorlar.   Sözleşmemin bazı muhafazakar kesimler tarafından aileyi yıkmakla itham edilmesini nasıl yorumluyorsunuz?   Aileyi niye yıksın? Aileden anladığınız şiddet mi sizin? Şiddetle mücadele neden aileyi yıksın. Şiddet uygulamadan vazgeçmek yerine aile içi şiddeti korumak için İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmemizi istiyorlar.    Sözleşmenin dayandığı “toplumsal cinsiyet eşitliği” ilkesi de “İslami değerlere aykırı” denilerek karşı çıkılıyor. Bu ilkeden ne anlamak gerekiyor?    Toplumsal cinsiyet eşitliği, bu kimliklerin cinsiyetimizle alakalı olmaması gerektiğini söylüyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği eşcinselliği savunmak değildir. İnsan olarak onurlu yaşam hakkını savunmaktır.   Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı işin içine girdiğinde nedense bir anda kafalar karışıyor. İnsanların farklı kimlikleri var. Her an gündelik hayatımızda değişen kimliklerimiz var ve farklı görevler üstleniyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliği, bu kimliklerin cinsiyetimizle alakalı olmaması gerektiğini söylüyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği eşcinselliği savunmak değildir. İnsan olarak onurlu yaşam hakkını savunmaktır. Herkes kendi inancında nasıl isterse öyle yaşar. Bir başkasının hürriyetini, yaşam hakkını ihlal edecek şekilde kimse kendini dayatamaz. "Günah" deniliyor. Ben de bir Müslüman olarak şunu diyorum, günahsa Allah hepimizi günah işleme iradesiyle yarattı. Herkes kendi günahından mesul. Hiç kimsenin günahının hesabını bir diğeri çekmeyecek. Hiç kimsenin bir günaha ceza ödeme yetkisi yok. Bu Allah’a karşı haddi aşmaktır. Hüküm Allah’a ait. Bu dünyada insan onurunu yüceltmek, insanların her ne olduğuna bakmaksızın bir birey olarak onurlu yaşam hakkını savunmak zorundayız.   Peki, toplumsal cinsiyet eşitliğinin İslam’da yeri nedir?   Eşitlik ilkesi, Hucurat Suresi’nin 13’üncü ayetinde yer alıyor. Ayette, "Allah sizleri çiftler halinde yarattı. Dilleri yarattı, kavimleri yarattı" der. Bu sure hem ırkçılık hem de cinsiyetçilik karşıtıdır. Bu onların arasında hiçbir şekilde üstünlük olmadığını belirtir. İnsanların yaratılıştan gelen eşitliği burada çok belli. Bu ayette ‘kadın ya da erkek’ yaratıldı diye bir hiyerarşi getirilmiyor. ‘Eşler, çiftler halinde yarattım’ diyor. O ayette "Ey Müslümanlar" demiyor, "Ey insanlar" diyor. Bütün insanlara sesleniyor. Bu eşitlik ayetidir. Peygamberimizin bir hadisi vardır. Veda Hutbesi dile getirdiği söylenir. Bu hadiste peygamberimiz; "canınız, malınız, ırzınız masundur" yani korunuyor diyor. Aslında burada temel hakları sayıyor. Can güvenliği, mal güvenliği, ırz. Burada kastettiği ırz toplumda cinsellik olarak algılansa da kastettiği insan haysiyetidir. İnsanın onuru, canı, malı mukaddes. Bu aslında kendi çağına göre ne kadar ileri bir hüküm. Ama bu ileri hükümleri bırakarak patriarkalın "erkekler üstündür" sözü dinin gereği yapılıyor.   "İşleri kadınlara bırakanlar felah bulmaz" gibi bir hadis peygamberimize atfediyorlar. Oysa ki o söz İsrailiyat’ta geçen bir şey. İsrailiyatta, bundan birkaç binyıl önce hastalık ve felaketlerin üst üste geldiği bir dönem ve burada "kadınlar mabetlere" girdiği gerekçesiyle bunların yaşandığı belirtiliyor. Bundan sonra da kadınların mabede girmesi istenmiyor. Bugün bizim Diyanet İşleri Başkanı da Kovid-19’u zina ve LGBTİ’ye bağlıyor. Bu patriarkal din yorumlarının çağlar üzerinden birbiriyle irtibatı hiç bitmiyor. Birisi Yahudilerin, birisi Hıristiyanların hayatını cehenneme çeviriyor. Bizimkiler de şimdi yapıyor. Uzun zamandır devam ettiriyorlar.   Pandemi sürecinde kadına yönelik şiddetin arttığına ve çok sayıda kadının katledildiğine şahit olduk. Bu tablo göz önündeyken İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çekmesi ile var olan şiddet kadınların hayatına nasıl yansıyacak?   Kovid-19 karantina süreçlerinde bütün ülkelerde kadına yönelik şiddet yüzde 30’un üzerinde arttı. BM’nin de tespit ettiği bir şey bu. Pandemi sürecinde açıklama yapan İstanbul Emniyet Müdürü de kadına yönelik şiddetin yüzde 38,2 arttığını söylemişti. Ondan bir süre sonra konuşan İçişleri Bakanı ise insanların sokağa çıkmadığı için azalan basit asayiş olaylarını gerekçe göstererek, kadına yönelik şiddetin de azaldığını söyledi. Fakat kadına yönelik şiddetin arttığını kadın örgütlerinin çalışmalarından ve kadınların başvurularından biliyoruz. Alo 183 Şiddet İhbar Hattı’na Kovid-19 sürecinde kadınlar ulaşamadı. Hat cevap vermedi. Bunun dışında kadın örgütlerinin kendi çabalarıyla ulaştığı kadınlar var. 155-156 üzerinden aramalar var ve bunlara cevaplar geldiğinde şunu da biliyoruz; polisler karantina sürecinde kapıya gelerek, kadına ‘iyi misin’ diye uzaktan seslendiğini, içeri girmediğini, kadını kurtarmadığını biliyoruz. Ancak araya bazı hatırı sayılır kişiler sokularak, kadının evden alındığını biliyoruz. CİMER arandığında yerel güçlerin harekete geçtiğini biliyoruz. Diyelim ki İzmir’in bir köyünde şiddet gören bir kadın arıyor ama kendisi ya da bir sivil toplum örgütü CİMER’e başvuru yapmamışsa kadına ulaşılmıyor. Ancak CİMER’den talimatla kasabadaki ya da köydeki görevli harekete geçip, kadını kurtarıyor. Kadına yönelik şiddette bu kadar uzun bir prosedür.   Sözleşme uygulamada iken tablo buysa…   Kadına yönelik şiddet bu kadar merkezi yönetim üzerinde yürütülecek mücadele ile mümkün değil. Her şey merkezileşti ve Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla yapılıyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele için mahalle karakolundaki polis memuru Ankara’dan CİMER’den talimat gelmesini bekliyor. Bu nedenle şiddet bu kadar arttı. ŞÖNİM’ler çalışmıyor. ŞÖNİM’deki görevlilerin kadınlara "sığınma evleri hapishaneden daha kötü, evin senin için daha iyi evine git" dediğini biliyoruz. Kadına yönelik şiddetle mücadele alanında uzmanlaşmış olması gereken ve temel işi kadını şiddetten korumak olan ŞÖNİM görevlileri bunu söylüyorsa burada şiddetle mücadele yok ve İstanbul Sözleşmesi uygulanmıyor demektir. Sığınma evi sayısı, ŞÖNİM sayısı artmadı, uzmanları şiddetle mücadele alanında uzman olmadı. İstanbul Sözleşmesi gereği, şiddet uygulayan bir fail hapisten izinli çıkacağı ya da tahliye olacağı zaman ŞÖNİM’in kadınlara haber vermesi gerekiyor. İnfaz yasası ile failler serbest bırakıldığında sadece bir ilde ŞÖNİM kadını arayarak haber verdi. Çoğunun yapmadığını, kadını şiddetten korumadığını biliyoruz. İstanbul Sözleşmesi uygulamada iken bunlar yapılıyorsa kaldırıldığında halimiz kim bilir ne olacak.   İktidarın sürekli gündemde tuttuğu İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekebileceğini düşünüyor musunuz?   Çekemezler, çektirmeyeceğiz, biz yaptırmayacağız. Diğer yandan da uluslararası sözleşmelerden imza çekmek son derece meşakkatli bir iş. Bunu Ak Parti içerisindeki pek çok politikacı da kabul etmez. Diğer yandan bu bir uluslararası prosedürdür. Bu kadar büyük bir eksen kaymasını, bu kadar açık kullanırsalar opsiyon olarak kullanamaz hale gelir. Böyle bir kararı netleştiremezler sadece pazarlık meselesi olarak ortada tutmaya devam ederler. Çekebileceklerini hiç zannetmiyorum.   Sizin de içinde bulunduğunuz kadın örgütlerinin bir çalışması var mı?    İktidarın herhangi bir teşebbüsü karşısında tüm siyasi partilerin kadın örgütlerinin yanında olmasını sağladık.   TCK 103 Çocuk Cinsel İstismarı Affına Karşı Kadın Platformu olarak bir mücadele yürütüyoruz. Çünkü bu tehlike hala devam ediyor. Çocuk Cinsel İstismarına karşı ortaklaşmış kadınlar olarak basın toplantımız ardından yerellerde bir kampanya başlatacağız. İstanbul Sözleşmesi de temel konularımızdan, siyasi partilerle sürekli görüşme halindeyiz. İktidarın herhangi bir teşebbüsü karşısında tüm siyasi partilerin kadın örgütlerinin yanında olmasını sağladık diyebilirim.   Peki AKP ile de görüşecek misiniz?   Randevu taleplerimize cevap verirse evet.   MA / Zemo Ağgöz - Berivan Altan