Çocuk şiddetine odaklanan sergi: Şefkatsiz

img
İSTANBUL – Çocukluk ve çocuk şiddetine odaklanan Feminist sanatçı Neriman Polat'ın “Şefkatsiz” adlı kişisel sergisi izleyicilerle buluştu. Polat, "Devlet şiddetinin olduğu yerde her türlü şiddet artıyor. Doğal olarak çocuklara yönelik olan şiddet de artıyor" dedi. 
 
Feminist sanatçı Neriman Polat’ın “Şefkatsiz” adlı kişisel sergisi, Fındıklı’da bulunan Merdiven Art Space‘te izleyiciyle buluştu. Daha önceki sergilerinde toplumsal cinsiyet, erkek şiddeti, devlet şiddeti ve iktidar ilişkilerine yer veren sanatçı, “Şefkatsiz” sergisi ile bu defa çocukluğa ve çocuk şiddetine odaklanıyor. 
 
Sergi, toplumsal şiddetin giderek daha görünür hale geldiği bir dönemde, aile kavramının korunaklı yapısını sorgulamaya açarak, çocuk kırılganlığı üzerinden toplumsal ve kentsel bir bozulmaya işaret ediyor. 
 
Polat, 8 Aralık'a kadar açık olacak olan serginin ortaya çıkış hikayesini ve içeriğine ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. 
 
Böylesine bir sergi fikri kafanızda nasıl oluştu? 
 
Son yıllarda çok fazla yükselen toplumsal şiddet mevzusuyla ilgili, yani hayatın her alanına yayılmış olan topyekûn şiddet ve bu halkanın içerisinde şiddete uğrayan en masum hali çocuklar ve biraz da şehir teması üçlemesiyle birlikte sergi var oldu. Bunun bir takım medyumları oldu benim için. Mesela bunlardan biri battaniyeler, tuğla duvarlar, fotoğraf, bir çocuk pijaması ve birtakım kumaşlar gibi malzemeler üzerine çalıştım. Neden bunları yaptım ve neden şefkatsiz dedim? Çünkü şefkatsiz kelimesi döneme ait olarak bana göre sevgisizlikten, sorumsuzluktan, ciddiyetsizlikten, şiddetten daha da güçlü geliyor. Ki ben yaptığım işlerde kendimi bugünün kayıtçısı olarak da düşünüyorum. 
 
Siz battaniye gibi nesneleri kullanmaya yönelten nedir?
 
Battaniyeler de bu anlamda bir tür çocukların üzerine örttüğümüz şefkat nesneleri aslında. Çocukların da onlarla güçlü bir bağı vardır. Bazıları için de fetiş nesnesidir, yanında götürür, koklar oynar. Tam da bu mesele üzerinden iyi bir metafor diye düşündüm. Marketler, pazarlar gibi dükkanlardan aldığım battaniyelerin üzerine yorumlar yaptım. Bunlar hem vaat edilen dünya hem de gerçek dünya arasındaki kopukluğu gösteriyor. 
 
Örneğin; biz onlara son derece güzel peyzajlar sunarken, aslında onları karanlık bir peyzajın içerisinde yaşatıyoruz. Onlara ayıcıklar vs. gösterirken aslında inanılmaz bir çevre katliamının içinde yaşıyorlar ya da yaşayacaklar. Bazı battaniyelerde son derece toplumsal cinsiyet kodlarının olduğunu gördüm. Bir dişi tavşancık, erkek tavşancığı doyuruyor. Beslemenin sürekli kadına verilmiş bir rol olduğunu düşünürsek, bunu da çocuk yaşta empoze ediyoruz. Bu imajı 'besleme' diye değiştirmek istedim. Birtakım müdahalelerde bulundum. Battaniyelerin birinde ‘ah’ var, ‘sus’ var. ‘I love you (Seni Seviyorum) yazan battaniyeyi ‘You hate me (Senden Nefret Ediyorum’a)  çevirdim. Güya biz çocukları çok sevip önemsediğimiz bir dünyada yaşıyoruz ama onların yaşam haklarını ellerinden alıyoruz. Son derece zor koşullarda yaşatıyoruz. 
 
Türkiye’de çocuk olma meselesini sorguladığınız sergi, aynı zamanda toplumsal cinsiyet kodlarına da bir gönderme mi?
 
Çünkü çocuk meselesine politik olarak bakmak gerektiğini düşünüyorum aynı kadın meselesinde olduğu gibi.
 
İşte işçi çocukları düşünelim, çocuk yaşta evlendirilen kız çocuklarını düşünelim. Göçmen çocukları ya da bir ailenin içerisinde çocuğun başına gelenleri düşünelim. Bütün bunlar bu serginin konusu oldu ve ayrıca tabi ki devlet şiddeti de serginin konusu. Çünkü çocuk meselesine politik olarak bakmak gerektiğini düşünüyorum aynı kadın meselesinde olduğu gibi... 
 
Ben daha önce kadın meselesi üzerine de çalışmalar yaptım. Çocuk meselesi de bundan ayrı tutulmamalı. Şehrin içerisindeki güvensizlik unutulmamalı. Çünkü bütün bu kentsel dönüşüm yaşanırken çocuklar üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu da düşünmemiz lazım. Rögar kapaklarının içine düşen çocuklar, yıkılan duvarların altında ezilen çocuklar gibi bilimum korkunç trajik olayların yaşandığı bir ülkede yaşıyoruz. Bunlar da önlenebilir şeyler aslında. 
UNİCEF’in verdiği rakamlara göre günde her gün 15 bin çocuk ölüyor ve bunlar önlenebilir sebeplerden dolayı yaşanan rakamlar. Çatışmada ölen çocukları unutmamak anlamında da bunları söylüyorum.   
 
Sergi özel olarak tasarladığınız bir teknik sonucu mu ortaya çıktı, yoksa başka bir nedeni var mı?
 
Fotoğraf ve video işleri üreten bir sanatçıyım. Fakat son dönemde yaşadığımız şeyler, patlamalar ve parçalanmaları içeren dönemde fotoğraf ve video yapmak yerine bir şeyleri boyamak istedim. Resim bölümü mezunuyum ve sanat eğitmeniyim. Bunları boyarken kendi yarattığım kumaş boyasıyla oldukça naif bir teknik kullanarak kendi içinde bir şeyler yaratarak ürettim. Amacım bir el becerisi göstermek değil, ama onun estetiğini de bozmadan basit bir estetikle bunu nasıl anlatabilirim üzerinde çalıştım. Epeyce emek harcadım ve ciddi bir işçilik var. En önemlisi de bir enstalasyonun içinde kurguladım. Bunları tek bir parça olarak görüyorum. 
 
Yani battaniyelerle birlikte siyah duvar da bu çalışmanın parçası. Bu bizim bir anlamda karanlık geleceğimizin ya da bugünümüzün metaforu. Çocuk pijaması da devlet raporlarında ya da birtakım kitaplardan taradığım kelimeler de bunun parçası. Hepsi benim için bir bütün ve tekniğin bir parçası. 
 
Teknik özel olarak benim için bir şey ifade etmiyor. Ben klasik bir sanatçı gibi teknik yerine daha çok duygu ve düşüncelerin notlarını tutmakla meşgulüm. 
 
Son yıllarda artan şiddet sarmalından en çok etkilenen kesimlerden biri de çocuklar. O yüzdendir ki sergide içerisinde taciz, şiddet, tecavüz, devlet şiddeti, cezasızlık ve bunun gibi bir sürü kelimenin yazıldığı duvar da mevcut. Burada ne anlatmak istiyorsunuz?
Nasıl ki biz 16 kilo ya da ekmek dediğimiz zaman Berkin Elvan'ı hatırlıyorsak, katırlar dediğimiz zaman da Roboski’yi hatırlıyorsak, belki 10 sene sonraki kişi bunu hatırlamayacak. O yüzden de özellikle yazdım.
 
Devlet şiddetinin olduğu yerde her türlü şiddet artıyor. Doğal olarak çocuklara yönelik olan şiddet de artıyor. İfade özgürlüğünün kesildiği yerde çocuğun ifade özgürlüğü de kesilmiş oluyor. Ben konuşamıyorsam o da konuşamıyor aslında. O yüzden bu anlamda kelimelerle de düşünmek istedim. Bir taraftan rapor ve mahkemelerde yer alan hukuki terimleri düşünürken, diğer taraftan da tacize, tecavüze maruz kalan bir çocuğun da aynı korkunç terimlerden geçtiğini, aslında bütün o işlemler sırasında ne kadar zor bir süreçten geçtiğini fark ettim. 
 
Güneydoğu’da ölen çocukları hatırlatmak anlamında bazı kelimelerin nasıl anahtar kelimeler olduğunu oluşturmak adına, bellek duvarı gibi bir şey oldu. Nasıl ki biz 16 kilo ya da ekmek dediğimiz zaman Berkin Elvan'ı hatırlıyorsak, katırlar dediğimiz zaman da Roboski’yi hatırlıyorsak, belki 10 sene sonraki kişi bunu hatırlamayacak. O yüzden de özellikle yazdım.
 
Şiddeti işleyen böylesine bir sergi açmanıza neden olan duygu ne oldu peki?
 
Her şeyden önce bunu yapmam gerekir diye düşünüyorum. Sistem çok kötü durumda ve biz hiçbir şey yapamaz hale geldik. Pasifize olduk, umudumuzu yitirdik noktası yerine ne yapabilirim, ne yapmalıyım üzerinden bakıyorum ve üretiyorum. Üretimimi kesmiyorum. Şiddet ve şiddetin ne olduğu üzerine düşünüyorum. Umut, umutsuzluk üzerine düşünüyorum. İnsan hakları konusunda sadece Türkiye’ye özgü değil, küresel ölçekte çok zor bir dönemden geçtiğimizi hepimiz zaten biliyoruz ve tanık oluyoruz. Umberto Eco’nun ‘Sistemin tek bir kalbi yoktur’ diye kapatılmış Gündem Çocuk Derneği’nde asılı bir sözü vardı. Bu güzel bir cümle. Bütün sistem şöyle böyle demek yerine neler olup bittiğini anlamaya çalışmak, buna parmak basmak bana daha anlamlı geliyor.
 
Sergide en göze çarpan eserlerden biri üzerinde balerin bir kız çocuğunun ve kafasından vücuduna doğru akan kan figürü. Bu eser hangi duygularla ortaya çıktı?
 
Kız çocuğunun balerin olduğu çok sembol var. Modern Türkiye imgesiyle de bağlantılı bana kalırsa bale ve bale eğitimi. Küçük kız çocuklarının hayalidir ya balerin olmak. Benim pek olmadı ama o yüzden biraz bütün o çağrışımları ile birlikte düşündüm. Diğerlerini bir kerede çıkartabilmiştim. Gülü kanattım, çünkü gül hayalleri temsil ediyor diye düşünüyorum. Bir çocuğun geleceğe bakışını ve gelecek konusunu. Çok abartmamaya çalıştım. Ajite etmemeye çalıştım. Daha fazla ya da başka yerlerinden kanatabilirdim ama özellikle orada durdum. 
 
Sergiyi henüz ziyaret etmeyenlere neler söylemek istersiniz.
 
Güncel sanat izleyici ile var oluyor. Bunlar evde durduklarında zaten bir anlamı yok. Onların görmesi önemli. O yüzden benim söyleyecek bir sözüm de yok. Çünkü ben de onlarla birlikte var etmiş oluyorum. Kendi söylediğim sözü yeniden üretmiş oluyorum. O yüzden herhangi bir yönlendirme yapmadan izleyiciye açık bir sergi diyebilirim.
 
NERİMAN POLAT KİMDİR?
 
1968'de İstanbul'da doğdu. 1990 yılında Mimar Sinan Üniversitesi, Resim Bölümü’nden mezun olup, yaşadığı İstanbul’da sanat eğitmenliği yapmakta. Çağdaş sanat alanının önemli isimlerinden biri olan Polat, 1996 yılından beri yurtiçi ve yurtdışı birçok güncel sanat sergisine katıldı. Fotoğraf, video ve enstelesyonlar üreten Polat, çalışmalarında çoğunlukla şehirdeki değişimler ve bu değişimlerin kişilere yansımaları, göç sonucu oluşan melez estetik, gelenek ve modern arasında kalmışlık, ataerkil sistem ve bunun mimarideki, sokaktaki yansımalarını konu edinmekte.
 
MA / Necla Demir