Buldan: Yol yakınken somut adım atılmalıdır

img

ANKARA - İktidarın infaz düzenlemesiyle kutuplaştırma yarattığını söyleyen HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, cezaevlerinin boşaltılarak karantina merkezleri haline getirilmesi gerektiğini belirterek, “Yol yakınken, henüz tasarı Meclis’teyken, somut bir adım atılmalıdır” çağrısında bulundu.

Koronavirüs salgını (Kovid-19) hızla yayılırken, iktidarın almadığı önlemler tepkiyle karşılanıyor. Salgın nedeniyle Meclis'ten geçmesi beklenen infaz düzenlemesi "ayrımcılık" eleştirilerine neden olurken, cezaevlerinden ölüm haberleri gelmeye başladı. Salgın sürecinde “Kardeş Aile Kampanyası” başlatan Halkların Demokratik Partisi (HDP), bu süreçten dayanışmayla çıkmayı hedefliyor.
 
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, yaşanan sıcak gelişmelere, partisinin önerilerine, infaz düzenlemesi ve kampanyalarına dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
 
Sıcak gündemle başlayalım, cezaevleri. İktidarın Meclis’e getirdiği kanun teklifiyle siyasi tutuklular kapsam dışı bırakılıyor. On binlerce üyesi siyasi nedenlerle cezaevinde olan bir parti olarak, hükümetin bu tutumu neyi ifade ediyor? 
 
Bu yasanın eşit bir yasa olması gerekiyor. Cezaevleri boşaltılarak, o mekanların birer karantina haline getirilmesi gerekir.
 
Öncelikle herkese sağlıklı günler diliyorum. Uzun bir süredir evden çıkmıyoruz ve yaşam alanlarımız daraldı. Toplantı ve röportajlarımızı daha çok sosyal medya ve sanal ortamlarda yapmak durumundayız. İnfaz yasası uzun zamandır Türkiye’nin ve partimizin gündeminde. Bu düzenleme çok önceden hazırlandı. AKP-MHP bu yasa tasarını hazırlamıştı ve salgını bahane ederek Meclis’ten geçirmeye çalışıyorlar. Cezaevlerini rahatlatacak bir tasarı değil. AKP’nin kendi yandaşlarına söz verdiği ve onları kurtarmak adına hazırladığı yasadır. Meclis Genel Kurulu ve Adalet Komisyonu’na gelmeden önce, muhalefet partileriyle görüşmeler yapıldı. Usulen yapılan bu görüşmelerde bizim ve başka bir partinin sunmuş olduğu değişiklikler kabul edilmedi. Noktasından virgülüne nasıl hazırlandıysa aynı şekilde çıktı. Cezaevleri en korunmasız alanlar. Cezaevlerine girecek olan bir salgının çok ağır sonuçlara yol açacağını bilmelerine rağmen ayrımcılık yapıyorlar. Nasıl bir kutuplaştırma yarattıklarının göstergesi. Kendileri gibi olmayanları kapsamayacak bir yasa ile karşı karşıyayız.
 
Cezaevlerinde 300 bine yakın tutuklu ve hükümlüden bahsediyoruz. Bu oldukça yüksek bir sayı, 10 kişilik, 15 kişilik koğuşlarda 60 kişinin kaldığı bir ortamdan bahsediyoruz. Bunları bilerek sadece 80-90 bin kişiyi kapsayacak infaz yasasını çıkarmaya çalışıyorlar. Oysa cezaevlerinde 60 yaş üzerinde ve ağır hasta olan birçok insan var. Hiçbir şekilde suç işlemeyen, şiddete bulaşmayan, düşüncelerinden, belediye başkanı seçildiklerinden, barışı ve demokratikleşmeyi istediklerinden dolayı cezaevine konulan binlerce insandan bahsediyoruz. Bu yasanın eşit bir yasa olması gerekiyor. Cezaevleri boşaltılarak, o mekanların birer karantina haline getirilmesi gerekir. Önümüzdeki günlerde bu vakaların sayısında gittikçe arttığı günleri yaşayacağız ve karantina merkezlerine oldukça ihtiyaç olacak.
 
Tasarının Meclis Genel Kurulu’nda olduğu gibi geçmesi halinde toplumsal etkisi nasıl olacaktır? 
 
Toplum vicdanında çok büyük bir rahatsızlık oluşturur. AKP’nin kendi tabanında da bu yasanın böylece çıkmamasına dair yoğun bir baskı yapılıyor. İnsanların vicdanı buna karşı. Herhangi bir cezaevinde yaşanacak olumsuz bir durum, toplumda büyük bir kırılmaya neden olur. Bunun vebalini hükümet ve bu yasaya “evet” diyecekler ödeyecektir. Yol yakınken, henüz tasarı Meclis’te iken, somut bir adım atılmalıdır. Yoksa sonuçları hepimizi çok üzecek bir sürece götürebilir.
 
 Parti olarak, tasarının konuşulduğu günden bu yana aktif bir mücadele içerisindesiniz. Önümüzdeki günlerde neler yapmayı planlıyorsunuz ve bir çağrınız var mı? 
 
Koronavirüsten kaynaklı sokaktaki eylem ve etkinliklerimizi yapamıyoruz ancak elimizde var olan tek seçenek sosyal medya ve buradan oluşturulacak bir demokratik baskıdır. Tutuklu ve hükümlü yakınlarının, vicdan sahibi insanların, aydınların, barış isteyenlerin, siyasetçilerin, demokratik baskıyı yükseltmeleri ve toplumun, Meclis’in vicdanına hitap edecek sözler kurmaları gerekir. Bu süreçte sessiz kalmak “çıkacak yasayı onaylamak” demektir. Biz sessiz kalmayacağız, her ortamda, sosyal medya aracılığıyla da sözümüzü söylemeye devam edeceğiz. Ama sadece HDP’nin sorunu olmaktan çıkmalıdır. Bir bütün olarak Türkiye toplumunun meselesidir. Türkiye halkları eşit bir yasa olması gerektiğini mutlak ifade etmeli ve söz kurmalıdır.
 
Sayın Öcalan 71 yaşına girdi ve aynı zamanda da kronik rahatsızlığı var. Dolayısıyla risk gruplarının başında geliyor.
 
 Koronavirüs döneminde tutukluların iletişim haklarının genişletildiği duyuruldu. Ancak, diğer hiçbir cezaeviyle fiili statüsü aynı olmayan İmralı Cezaevi için bütün talepler reddediliyor. Birçok kez yakından gördüğünüz İmralı Cezaevi ile ilgili kaygılarınız hangi boyutta? Risk ne düzeyde?
 
Her ne kadar bir adada olsa bile, oraya aile ve avukat gidiş-gelişleri olmasa dahi riskli bir cezaevidir. Çünkü orada da bir sirkülasyon var. Orada görev yapan cezaevi idaresi, askeri yetkililer dönüşümlü olarak kalıyorlar. Biz barış ve müzakere sürecinde bunu gördük. Haftada bir değişiklik yapılıyor. İlgililer bir hafta kaldıktan sonra görevi başkalarına devrediyor. Bu süreçte de muhtemelen öyledir. Sayın Öcalan 71 yaşına girdi ve aynı zamanda da kronik rahatsızlığı var. Sinüzit yollarının tıkalı olması ve bronşit gibi hastalıkları yanı sıra farklı kronik hastalıkları olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla risk gruplarının başında geliyor. Mutlaka ailesiyle görüntülü telefon görüşmesi yapılmalıdır. Bağımsız bir sağlık heyetinin İmralı Adası’na giderek, orada kalanlara test yapmalı, sonuçları kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Bu önemli ve elzemdir.
 
Koronavirüs (Kovid-19) salgınının önlenmesine dair siyasi iktidarın aldığı önlemleri yeterli buluyor musunuz? Hangi noktada eleştiri ve önerileriniz var?
 
Hükümet başından beri yeterli tedbirleri almadı. 11 Mart’ta ilk vakanın açıklanmasıyla birlikte insanlara “evde kalın” çağrısı yapıldı ancak evde kalamayan, çalışmak zorunda olan milyonlar var. Hala işe giden, ekmek parası kazanmaya çalışanlar var. Sermayedarlar hala işçileri çalıştırıyor. İşçinin, emekçinin işten çıkması ya da çıkartılması, onların geleceğe dair iş güvencesini yitirmesi anlamına gelir. HDP olarak hep şunu savunduk; işçi ve emekçiler mutlaka evlerinde kalmalı, ücretli izin talebi sağlanmalı, insanlar karantinaya alınmalıdır. Biz başka ülkelerde hükümetlerin çağrılarını duyuyor ve görüyoruz. Birçok Avrupa ülkesinde hükümetler insanlarına, geleceklerine kaygıyla bakmamaları gerektiğini, çalışmasalar bile kendilerine belli bir ücretin her ay ödeneceğini, işlerini garantisini verebiliyor. Türkiye’de ne yazık ki böyle bir şey söz konusu değil. Hatta bırakın işçi, emekçinin evine kapanmasını sağlamayı, vatandaşlarından para bağışı yapmasını isteyen anlayış var. Bu süreci yürütemediğini, salgının gittikçe yayılacağını ve ölümlerde artış olacağı kaygısını taşıyoruz.
 
 Halkın vergileriyle yapılan Sarayların, alınan uçakların bir an önce elden çıkarılıp, bu zor günlerde halka ulaştırılması gerekir.
 
 İktidar da bazı durumlarda muhalefet gibi davranıyor. Devlet bankaları, Hazine, işsiz fonları gibi dev bütçeleri kontrol etmesine rağmen Cumhurbaşkanı yardım kampanyası başlattı ve İBAN numarası verdi. Bu tutumu ve “Tekalifi Milliye” açıklamasını nasıl değerlerdiniz?
 
Kurtuluş Savaşı döneminde, insanlar arasında ayrım yapılmıyordu. Bugün hükümet ise sadece kendi reklamını yapan, kendi imajını kurtarmaya çalışan şekilde bunu yapıyor. Cumhurbaşkanının ulusa sesleniş programlarında yaptığı açıklamalara baktığımızda, büyük şirketler ve sermaye sahipleri dışında halka bir şey verilmediğini görüyoruz. Halka kolonya ve ücretsiz maske dışında ne verildi? Hükümetin başlatmış olduğu kampanyaların sahiplerine ulaşmadığını birçok kez gördük. Elazığ depreminde bu çok netti. 15 Temmuz Darbe Girişimi sırasında yaşamını yitiren insanların aileleri için toplanan paraların hiçbir şekilde kendilerine ulaşmadığını biliyoruz. Halkın vergileriyle yapılan Sarayların, alınan uçakların bir an önce elden çıkarılıp, bu zor günlerde halka ulaştırılması gerekir. Hükümetin yapması gereken budur. Hükümet ise tam aksine “halkan nasıl para alabilirim” yöntemini aramakta. 
 
Hiçbir ülkenin Cumhurbaşkanı televizyona çıkıp, kendi halkına yardım talep etmez. Tüm ülkeler kendi yurttaşlarına para dağıtırken, bizim ülkemizde Cumhurbaşkanı kendi vatandaşından para isteyen bir duruma geldi. Bu da şunu gösteriyor; Türkiye’nin kasasında para yok. Tüm paralar kendileri için kullanılmış. Halkın geleceği dikkate alınmadığı gibi bu tür salgın günlerinin yaşanacağı göz ardı edilerek, paralar çarçur edilmiş. Halkımız bugün ki koşullarda bile çalışmak zorunda kalıyorsa bunun vebali hükümete aittir. Bu hükümet bunun hesabını mutlaka vermelidir.
 
HDP olarak muhalefetin tamamının krize karşı mücadele yer alması gerektiğini söylediniz. Bu noktada hükümet sizinle hiç temas kurdu mu? 
 
Hükümetin sağlık örgütleri ve muhalefetle bu süreci yürütmesinin önemli olduğunu söyledik. Çağrılarımız topluma ulaşıyor ancak hükümette yankı bulmuyor. Biz çağrılarımızı yapmaya devam edeceğiz. Bunun yanı sıra Sağlık Bakanlığı ile az da olsa bir iletişimimiz var. Birçok ilden, il ve ilçe örgütlerimizden gelen bilgileri kendileriyle paylaşıyor, riskleri, tehlikeleri iletiyoruz. Yapılması gerekenleri ve tedbir alınması konusunda görüşlerimizi iletiyoruz.
 
 Hükümetin çağrılarınıza kulak vermesi bir yana, HDP belediyelerine virüs sürecinde kayyım atanıyor…
 
Koronavirüs salgınıyla mücadele sırasında 8 belediyemize el konuldu, gasp edildi. İnsanların sokağa çıkamadığı ve tepkisini dile getiremediği bir dönemde, AKP fırsatçılığını ortaya koydu. Belediyelerimizin yardım ettiği insanlar bu ülkenin vatandaşlarıdır. AKP’li belediyelerin, il ve ilçe örgütlerinin dışında hiçbir partinin belediyelerine, il ve ilçe örgütlerine yardım yaptırılmaması kabul edilemez. Biz tüm engellemelere karşı halkımıza ulaşmanın, yanında olmanın, eksikliklerini, taleplerini gidermenin yollarını mutlaka buluruz. Cevap olmaya çalışan bir yerden bakıyoruz. Tüm mesele, HDP’nin halka temasını kesmek ve halka götüreceği dayanışmayı engellemektir. 
 
Kardeş Aile Kampanyasına durumu iyi olan, paylaşacak gücü olan her insanın katkı sunması gerekir. Dayanışma bizleri bu süreçten oldukça moralli bir şekilde çıkaracaktır.
 
 “Kardeş Aile Kampanyası” ile bu sürece yanıt olmayı mı düşünüyorsunuz? Kampanyanıza dair çağrılarınız var mı? 
 
Son bir haftadır insanlar kısmen de olsa eve kapandılar. Ancak evine ekmek götüremeyen, yardıma muhtaç insanlar var. Kardeş Aile Kampanyamızı bu kapsamda başlattık. Türkiye’nin her yerinde kampanyamızı yürütüyoruz. İl, ilçe örgütlerimiz aracılığıyla insanlara ulaşmaya çalışıyoruz. Dayanışmanın yöntemlerini buluyoruz. Bu çağrıyı bir kez daha yapmak istiyorum; Herkes başta kendi binası olmak üzere, kentinde, ilçesinde, mahallesinde, köyünde, caddesinde, sokağında, ihtiyaç sahibi olan herkesle dayanışma içerisinde olmalıdır. Daha az ölüm ve vaka ile bu süreci bitirmek ancak dayanışma ve paylaşma yöntemleriyle giderilecektir. Ekmeğimizi ve erzakımızı paylaşarak süreci aşmak önemlidir. Kardeş Aile Kampanyasına durumu iyi olan, paylaşacak gücü olan her insanın katkı sunması gerekir. Dayanışma bizleri bu süreçten oldukça moralli bir şekilde çıkaracaktır.
 
 Önümüzdeki dönemde farklı kampanyalar ve etkinlikler yapacak mısınız? Çalışmalarınız hangi düzeyde?
 
Salgının başladığı günden itibaren kriz masası oluşturduk ve her gün düzenli olarak toplantılar gerçekleştiriliyor. Kriz masasında ekonomi, ekoloji, kadın, hukuk ve sağlık sözcülerimiz, eş genel başkan yardımcılarımız yer alıyor. Bizde eş genel başkanlar olarak toplantılara mutlaka katılıyoruz. Toplantılarımızda ‘bu krizden sağlıklı bir şekilde nasıl çıkabiliriz, en az ölümle nasıl atlatabiliriz’ tartışmalarını yürütüyoruz. Bunun dışında MYK toplantılarımızı her hafta Skype üzerinden gerçekleştiriyoruz. Daha çok sosyal medya üzerinden kampanyalar yürütmek durumunda kalıyoruz. Alternatif Bilim Kurulu’na ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Bununla ilgili bir hazırlığımız var. Yakında bilim kurulunda kimlerin olduğu ve çalışmaları nasıl yürüteceğine dair bir açıklama yayınlayacağız. Sağlık Politikaları Kurulu oluşturuyoruz. Bu haftaki MYK toplantımızda kesinleşecek. Bunun yanı sıra bir Strateji Kurulumuz var. Strateji Kurulumuz sürecin atlatılmasına ilişkin çeşitli tartışmalar yürütecek. Bu zor günlerde elimizden geldiği kadar halkımızın bu süreçten daha sağlıklı çıkmasını sağlayacağız
 
Evlerde, kadına yönelik şiddette artış söz konusu. Buna dair parti olarak bir çalışmanız var mı?
 
Sosyal medyada, kadınların yaşadıklarına dair birçok çalışma yürütüyoruz. Kadınların bu süreçte daha çok mağdur olduğu, ev içi emek başta olmak üzere kadına yönelik şiddetin ve baskının arttığını görüyoruz. Kadın katliamları da devam ediyor. Dolayısıyla kadın örgütlerinin, hareketlerinin, kurumlarının sosyal medya üzerinden de olsa birlikte hareket etmesi önemlidir. Kadınlar dayanışma ağlarını örmeli ve bu süreci dayanışma içerisinde sürdürebilmenin yöntemlerini mutlaka bulmalıdır. Kadınların geleceğinin güvence altına alınmasına dair politikalar üretilmesi örgütlülükle sağlanır. Kadın hareketleri ve kurumlarının örgütlü bir şekilde hareket etmesi gerekiyor.
 
Bu süreçte ve sonrasında, özellikle muhaliflerin daha fazla bir arada olması ve ülkedeki yönetimi kamuoyuna daha fazla anlatması gerekiyor. 
 
 Koronavirüs salgınıyla birlikte yeni bir dünya düzeni tartışmaları da yapılıyor. Ya daha otoriter bir dünyanın kurulması ya da daha toplumcu bir dünya için fırsat… Dünya ve Türkiye’deki muhtemel dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Tüm hükümetler şapkasını önüne koyacağı yeni bir sürece giriyor. Kapitalizm, sermaye ve çıkar grupları artık eskisi gibi davranamayacağı, halklar üzerinde eskisi gibi etki yaratamayacağı bir döneme gireceğiz. Çünkü sağlık başta olmak üzere, emeğin, sömürünün alt-üst olduğu bir dönem yaşıyoruz. İnsanlar, savaşların, ayrımcılığın, kutuplaşmanın, katletmenin, yok saymanın olmayacağı bir ülke ya da bir dünya yaratmayı tartışacak. Türkiye’de de başta sağlık olmak üzere birçok politikanın nasıl çürüdüğünü görüyoruz. Salgın sonrasında Türkiye toplumu artık bu ülkeyi yönetenlere farklı bir açıdan bakacak. Bu süreçte ve sonrasında, özellikle muhaliflerin daha fazla bir arada olması ve ülkedeki yönetimi kamuoyuna daha fazla anlatması gerekiyor. AKP hükümetinin verdiği bu sınavda başarısız olduğu ve Türkiye halklarının sağlığı ve geleceği yerine kendi çıkarlarını düşündüğünü herkese anlatmak lazım. Salgın sonrasında işimiz daha büyük. Tüm bu gerçekliği Türkiye toplumuna anlatma gibi bir sorumluluğumuz olacak. Umarım, bu süreçten en az kayıpla Türkiye çıkmış olur. Ancak alınan önlemler yetersizdir. Veriler de kamuoyuyla tam olarak paylaşılmıyor. Bu süreçte bile manipülasyonu devreye koyan ve bunun üzerinden siyaset yapan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu bilinçle yaklaşıyoruz ve bunu halka anlatmaya devam edeceğiz.
 
 Siz de salgın nedeniyle evde kalıyorsunuz. Karantina günleriniz nasıl geçiyor? Okurlarımıza bir çağrınız var mı?
 
Karantina günleri, zorunlu günler. Ailemizin ve toplumumuzun sağlığı için bunu yapmak zorundayız. Ancak günler bana yetmiyor. Günün nasıl akşam olduğunu fark edemiyorum, yapacak çok işimiz var. Evde bile olsak sorumluluğumuz gereği her günümü planlı bir şekilde geçirmeye çalışıyorum. Telefon görüşmelerim, partiyi yönetme biçimimiz, toplantılarımız, günlük programlarımız devam ediyor. Bunların yanı sıra mutlaka bir saat kitap okuyorum. Şu an Yaşar Kemal’in İnce Mehmed kitabına tekrardan başladım. Akşamları mutlaka bir film izliyorum. Beğenerek, izlediğim birkaç filme örnek verecek olursam; Cennetin Çocukları. İran filmi ve herkese tavsiye ederim. Baran filmi de güzel bir aşk hikayesini konu alıyor. Bunların dışında 7’nci Koğuşun Mucizesi, Bizi Hatırla gibi filmlerde izlediklerim arasında.
 
Herkese kendi sağlığımızı, ailemizin sağlığı ve toplumun sağlığı için evde kalma çağrısında bulunuyorum.
 
MA / Berivan Altan