Oluç: Yeni bir anayasa yapısal ihtiyaç haline geldi

img

ANKARA –  Meclis’te düzenlediği toplantıda yeni bir anayasa tartışmaları üzerinde duran HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, mevcut anayasanın revizyonundan öte köklü bir değişikliğe gidilmesinin yapısal bir ihtiyaç haline geldiğini belirtti. Oluç, ABD Başkanı Trump'ın G20 zirvesinde sarf ettiği sözleri iktidar açısından “utanç verici” olduğunu da söyledi.

 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis’te gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Yeni anayasal tartışmaları üzerinde duran Oluç, “Muhalefet partileri, ‘yeni anayasa bir ihtiyaçtır’ dedi. Biz de yeni anayasa konusundaki tutumumuzu seçimlerden çok önce dile getirdik, 'Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır’ dedik” ifadelerini kullandı. 
 
'ANAYASA’DA KÖKLÜ BİR DEĞİŞİKLİĞE İHTİYAÇ VAR’
 
Yeni bir anayasaya olan ihtiyacın temel nedenlerini sıralayan Oluç, “Birincisi, Türkiye’de şu anda var olan anayasa, 80 askeri darbesinden kalma bir anayasadır. Toplumun ihtiyacı demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir anayasadır. Bu kadar eklektik ve yamalı bir bohçaya dönüşmüş bir  anayasanın değişmesi gerekmektedir. Bir nedeni bu. Biliyorsunuz 24 Haziran 2018’den bu yana Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla çeşitli uygulamalar yapıldı. Bunun üzerine tartışmalar başladı. Hatta AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan da, ‘bir revizyon ihtiyacı varsa yapılır’ dedi. Böyle bir mesele revizyona sıkıştırılamaz. Hemen söyleyelim revizyonun ötesinde bir köklü değişikliğe ihtiyaç vardır” dedi.
 
‘TÜRKİYE KHK’LER İLE YÖNETİLEN BİR PARTİ DEVLETİ HALİNE GELMİŞTİR’
 
Çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine de değinen Oluç, son 1 yıldır çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine ve kanunlara baktıklarında 39 Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, 34 kanun çıkarıldığını, Maddeler açısından baktıklarında ise CB Kararnamelerinde 1900 civarında madde, kanunlarda ise 600 civarında madde olduğunu kaydettti. 
 
Oluç, “Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin alanı çok gelişmiştir ve Meclis’te ise bu kararnameleri denetleme ve izleme mekanizması yoktur. Yani denge denetleme mekanizması yoktur.  Kuvvetler ayrılığı kalmamıştır. Bunun sonucunda Türkiye adeta CB Kararnameleri ile yönetilen bir parti devleti haline gelmiştir” diye belirtti.
 
Oluç, sonrasında sözlerine şöyle devam etti: 
 
“Basında okuyoruz, AKP’den bazı milletvekilleri ve yöneticileri bazı eleştiriler getiriyorlar, var olan sistemde Cumhurbaşkanı’na, bakanlara ulaşamadıklarını, her şeyin önlerine hazır geldiğini söylüyor. Ulaşamazsınız, kurulmak istenen sistem buydu ve biz bu sisteme yönelik eleştirilerimizi sunmuştuk. ‘Kuvvetler ayrılığının işletilmediği, denge denetlemenin olmadığı demokrasi olmaz’ demiştik. Onun için ulaşamıyorsunuz.
 
Gücün merkezileşmesi, tek kişide toplanması amacı vardı. Mutlak iktidar, anglosaksonların deyimiyle “absolute power” amacı vardı. Bu istendiği için bu sistem kuruldu. Zaten siz ulaşamayın, zaten siz etkisiz kalın, yürütme yasamanın üzerinde olsun diye bu sistem kuruldu. Dolayısıyla kararnamelerle yönetilen bir parti devletini kabul ettiğiniz andan itibaren zaten ulaşamayacaktınız. Ancak uyum gösterebilirsiniz artık. Mesele de bu zaten. 
Bu nedenle de yapısal bir ihtiyaç haline geldi yeni bir anayasa tartışması. Bu tartışmanın demokratik ve  özgürlükçü, eşitlikçi bir anlayışla yapılması ihtiyaç haline gelmiştir.” 
 
DENGE DENETLEME MEKANİZMASI İŞLEMEMEKTEDİR
 
Bakın torba yasalarda da aynı sorun var. Saray bürokrasisinin hazırladığı torba yasalar AKP grubuna gelmektedir ve herhangi bir değişiklik yapılmadan Saray’dan gelen taslaklar Meclis’e getirilmektedir. Orada da denge denetleme mekanizması işlememektedir. O yüzden bu sistemi siz de düşünmeye, tartışmaya başladıysanız bunun çözümü yapısal değişikliklerdir. Bu tartışmaları toplumun en geniş kesimleri ile yapmak acil ihtiyaçtır. Bu sistemi kurarken ikinci hedef hızlı büyüme ve ekonomide başarı hamlesini gerçekleştirmekti. Bu şekilde ifade ediliyordu. Peki bu oldu mu? Bu da olmadı. Ama bakın ekonomi krizde. Dış borçlar, işsizlik rekor kırdı. Kriz, durgunluk, resesyon çok açık ortada.
 
 TÜRKİYE’Yİ ZİMBAB VE GANA SEVİYESİNE DÜŞÜRDÜNÜZ
 
 Bütün bunlar yaşanırken hayal dünyasında dolaşan bir Hazine ve Maliye Bakanı var. Damat Albayrak. Zaten bu yılın başında bir yasal düzenleme ile Maliye Bakanı’nın karının alınması düzenlemesi yapıldı. Seçim öncesi rahatlamayı umdular. Şimdi de Merkez Bankası’nın yedek akçelerinin bütçe açığının düşürülmesi ile hazineye aktarılması planlanıyor. Bunun para basmaktan hiçbir farkı yoktur. Var, ciddi bir bütçe açığı var. Bu tür palyatif önlemlerle bütçe açığını düşürmeniz mümkün değildir. Bütçe açığını düşürmenin yolu kontrol hale gelen kamu harcamalarını yani israfı düşürmektir. Kamu harcamaları yatırımlar olarak, istihdam olarak karşımıza çıkmıyor. Sonuç olarak baktığımızda 150 yıllık demokrasi tarihi olan Türkiye’yi bu  uygulamalarınızla Zimbabve, Gana seviyesine düşürdünüz. 
 
 YARGIDA BÜYÜK BİR SORUN YAŞANIYOR
 
 Yargıda da çok büyük bir sorunlar yaşanıyor. Yargı reformu Strateji Belgesi'ne baktığımızda bunu görebiliyoruz. Hem kuvvetler ayrılığı açısından yargıda büyük bir sorun yaşanıyor, hem yargının kalitesi yerlerde sürünüyor. Tamamen bağımlı ve taraflı yürütmenin emrinde hareket eden bir yargı ile karşı karşıyayız. Bu da çok ciddi sorun. Bu reform strateji paketi bile anayasa tartışmasının ne kadar elzem olduğunu hepimize gösteriyor. 
 
 TAPU KANUNU İLE YENİ İHANETLER HAZIRLANIYOR
 
Bu hafta Meclis’e 2 konu gelecek. Bunlardan bir tanesi tapu kanunu.  Çok ciddi tapu sorunları var, Türkiye’de yaşanmakta olan ta Osmanlı İmparatorluğu’ndan bugüne gelen tapu sorunları var. Bunları bu kadar gayri ciddi ele almak doğru değildir. Biz anlıyoruz ki mesele köklü sorunları çözmek değil. Mesele ‘acaba bu kanun değişikliği ile ekonomik krizden çıkmak mümkün olur mu’ çabasıdır. ‘İstanbul’a, Karadeniz’in yaylalarına ihanet ettik’ diyenler şimdi bu tapu kanunu ile yeni ihanetler hazırlamaktadır. İmara, plansız imara, plansız kentleşmeye yeni rant alanlarının açılmasına yol açacak bir paketle karşı karşıyayız. Baktığımızda bu kanun hazırlanırken hiçbir şekilde şehir plancılarıyla, mimarlar odasıyla, çevre mühendisleriyle, kentsel dönüşümle ilgili çalışan sivil toplum kuruluşlarıyla, tartışma da yapılmamıştır. Yine bir paket Saray’ın bürokratlarıyla hazırlanarak önümüze gelmiştir.
 
 SPORDA ŞİDDETLE İLGİLİ KANUN TEKLİFİ
 
 Sporda şiddetin yaşanması elbette sporun kalitesi açısından sorun çıkaran bir durum. Ama kanun teklifine baktık, sanki spor alanlarında yaşanan şiddet sadece bir taraftar sorunuymuş gibi gösteriliyor. Hatta taraftarlar suça eğilimli kişiler olarak değerlendiriliyorlar. Taraftarların arasında suça eğilimli kişiler olabilir ama tüm taraftarları bu örneklerden yola çıkarak;  suça eğilimli toplum kesimi olarak değerlendirmek doğru değildir. İkincisi ve daha önemlisi eğer toplumda nefret söylemi, cinsiyetçi söylem bu kadar körükleniyorsa, ayrımcılık iktidar mensuplarından başlayarak en tepeden başlanarak körükleniyorsa, sporda şiddet meselesini bütün bu yaşananlardan ayrı değerlendiremeyiz. Dolayısıyla sporda şiddetin azalmasını istiyorsak önce toplumdaki şiddet ve nefret dilini özellikle de  siyasiler tarafından kullanılan ve beslenen nefret dilini azaltmak ve ortadan kaldırmak gerekiyor.
 
 TÜRKİYE LİBYA’DA İÇ SAVAŞIN TARAFI VE PARÇASI OLMUŞTUR
 
Son değinmek istediğim konu Libya’da yaşananlarla ilgili. Orada yurttaşlarımızın rehin alınması, yurttaşlarımıza kötü davranılması asla kabul edilemez. Mutlaka bu konunun rehin alma meselesinin barışçıl bir şekilde çözülmesi ve kimsenin zarara uğramaması gerekir. Bunları konuşurken şunu unutmadan konuşacağız, yanlış bir dış politika, yanlış bir Libya politikası bizi bu duruma getirmiştir. Hükümet eli çok temizmiş gibi davranamaz. Bugün Libya’da yurttaşlarımızın başına bir şeyler geliyorsa bunun hükümetin politikalarıyla doğrudan doğruya etkisi vardır. Türkiye neredeyse aleni bir şekilde Libya’daki iç savaşın tarafı ve parçası olmuştur. Tuhafsınız bu iktidar adeta mıknatıs gibi belayı kendisine çekiyor .  Çekmekle kalmıyor ve  bütün ülkeye bu belayı yaşatıyor. BM’nin Libya’daki silah ambargosunu denetleme komitesi, 5 eylül 2018’de güvenlik konseptine bir rapor sunmuştu.  O raporda Türkiye’den silah sevkiyatının belgelendiği açıkça ortaya konmuştu. Dolayısıyla Libya meselesini tartışırken bu iktidarın yanlış dış politikasını ve Libya politikasını da tartışmak gerekiyor. 
 
S-400, F-35 KRİZİ
 
Biz bu krizin sona erdiği kanaatinde değiliz. Mesele sadece Trump’ın söyledikleri değil. Amerika’da Temsilciler Meclisi ve Kongre’nin de alacağı tutumla ilgili bir konudur. Orada sadece Demokrat Partililer değil Trump’ın partisinin de aldığı bir tutum vardır.  Dolayısıyla bu konu bir kriz konusu olmaya devam edecektir. S-400 ve F-35 gibi meseleleri  bizim için çok daha temel meselelerdir. Hangisi iyidir tartışmasında; her ikisi de Türkiye’nin bugünkü ekonomik krizine baktığımızda yanlış kararlardır. Bu yanlış kararların uygulanmaması gerekir. Trump’ın sarf ettiği bazı sözler var ki tarihe bu şekilde geçmiş olması bugün ki  iktidar açısından son derece utanç vericidir.
 
UTANÇ VERİCİ
 
Trump Erdoğan'ı kast ederek, ‘Herkesin bildiği gibi Kürtlerle problemi var’ ‘Bize IŞİD’le mücadelede yardımcı olan Kürtleri yok edecekti ve kendisini aradım bunu yapmamasını istedim. Sanırım Kürtler onun düşmanı ve bunu yapmaktan vazgeçti’ Bakın bu cümlelere uluslararası bir toplantıda tarihe geçti, Amerikan Başkanı’nın Türkiye ile ilgili sarf ettiği cümleler. ‘IŞİD’le mücadele eden Kürtleri yok edeceklerdi ben engel oldum’, ‘Kürtler onun doğal düşmanı, sadece onun değil Türkiye’nin doğal düşmanı’ diyor Trump. Trump’a şunu söyleyelim; Suriye’de yaşayan Kürtlerin akrabaları, dostları kardeşleri Türkiye’de de yaşamaktadır. Dolayısıyla mutlaka değerlendirme içine alınmış olan bir konudur. Bu şekilde devletlerin ve uluslararası kamuoyunun hafızası ve belgelerine Türkiye’deki iktidarın yansımış olması gerçekten utanç vericidir. Biz hep söyledik ve söylemeye devam ediyoruz. Türkiye Ortadoğu’da büyük bir devlet, ekonomisiyle demokrasisiyle olabilecek potansiyele sahiptir.  Bunu gerçekleştirmenin yolu hem içeride hem dışarıda milyonlarca Kürtle ittifakını sağlamlaştırması, demokrasisini bu ittifak üzerine geliştirmesi gerekir. Aksi takdirde Türkiye ne içeride, ne dışarıda arzu ettiği güce ulaşamaz, Türkiye’de yaşayan herkesin layık olduğu güce ulaşmakta zorlanacaktır.”