Arslan: Söz söylenecekse ölüm orucuna sahip çıkmakla söylenmelidir

img

DİYARBAKIR - Açlık grevlerinin iktidarın sessizliliği karşısında ölüm orucuna dönüştüğünü söyleyen DBP Eş Genel Başkanı Mehmet Arslan, “AKP demokratik eylemlere tahammül göstermiyor ama sineye çekemeyiz. Söz söylenecekse, ölüm orucuna sahip çıkmakla söylenmelidir” diyerek herkesi harekete geçmeye çağırdı.  

PKK Lideri Abdullah Öcalan'a yönelik tecridin kaldırılması talebiyle Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevleri devam ederken 4 farklı cezaevindeki 15 tutuklu da 30 Nisan itibariyle ölüm orucu başlattı. Yaşanan süreci değerlendiren Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Mehmet Arslan, tutuklu annelerinin ölüm orucuna dair yaptıkları “Seferberlik” çağrısına ilişkin de çağrıda bulundu. 
 
İmralı Adası’nda devam eden tecrit uygulamasının Türkiye siyasetinin tavrını ortaya koyan bir nokta olduğunu dile getiren Arslan, “Sayın Öcalan Kürtlerin lider olarak kabul ettiği siyasi bir realitedir. Sadece Kürtler değil, devlet de bunu kabul ediyor. 2013-2015 yılları arasında yürütülen süreçte Sayın Öcalan’ın liderlik vasfı devlet tarafından kabul görmüştür. Bugün tecridin uygulanması sadece avukat ve aile görüşmelerinin engellenmesi dışında Türkiye siyasetini kutuplaştıran bir uygulamadır. Sayın Öcalan siyasette belirleyici bir aktörse, görüşmelerin sağlanması gerilimi düşürecektir. Sayın Öcalan’ın Newroz mesajları milyonların yüreklerini buluşturdu. Devletin kendisi o mesajları çıkardı, Kandil’e gönderdi, Amed Newrozu'nda okundu. Siyasi bir realite olarak gördüğün kişiye kendi iktidarın için tecrit politikası uyguluyorsun” dedi. 
 
AKP’nin gündeminde Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemlerle çözümünün bulunmadığını ifade eden Arslan, “Ret ve inkar politikalarıyla sorunu çözmeye çalışıyor. Artık bu tutmuyor. Tecrit; Kürdü kabul etmemeyi ifade ediyor. Çünkü Sayın Öcalan Kürt kimliğiyle özdeşleşmiş bir liderdir. Kürtler kendini Sayın Öcalan’la tanımlıyor. AKP bugün Kürt yoktur diyemiyor. Kürdü yok saymanın yolunu Sayın Öcalan üzerindeki tecritle hayata geçirmeye çalışıyor. Kürtlerin demokratik siyaset alanını boşa çıkarmak için tecrit uyguluyor. Demokratik siyaset, İmralı Adası’nda uygulanan tecritle susturuluyor. Sayın Öcalan şahsında demokratik siyasetin bütün kanalları kapatıldı. Bastırmakla, Kürtleri teslim alamazsınız. Parti kapatarak, kayyum atayarak, Sayın Öcalan’a tecrit uygulayarak Kürtleri teslim alamıyorsun” ifadelerini kullandı. 
 
‘HÜKÜMETİN TUTUMU PROVOKASYONDUR’
 
Tecridin kaldırılması talebiyle devam eden açlık grevlerine karşı hükümetin sessizliğini “İç provokasyon” olarak değerlendiren Arslan, şunları söyledi: “Tecrit politikası ülkenin kanunlarına aykırı bir uygulamadır. Devletin yasaları dahi tecridi kabul etmiyor. Bunu ısrarla sürdürme yaklaşımı provakasyon girişimidir. İç çatışma zemini oluşturma yaklaşımıdır. Türkiye halkları duyarlı yaklaşıyor. Ancak toplumu geriyorlar. Bunun sonucu kaostur. Devlet, iç kargaşa mı istiyor? Cezaevlerindeki tutuklular aylardır açlık grevinde. Toplum rahatsız, anneler günlerdir sokaklarda. İnsanlar açlık grevlerine ses olmaya çalışıyor. Buna zemin sunmamak açık bir şekilde provokasyondur.”
 
‘DEMOKRATİK SİYASET ANLAMSIZLAŞTIRILDI’
 
Devletin kendi yurttaşlarının yaşamından sorumlu olduğunun altını çizen Arslan, “Devlet bu ülkede yaşayan herkesin taleplerine kulak vermek zorunda. İnsanlar hak hukuk uygulansın diye eylem yapanlar, Türkiye Cumhuriyet devletinin milletvekilidir. Eş Genel Başkanımız Sebahat Tuncel ve Selma Irmak milletvekilliği yapmış insanlardır. Türkiye’nin felakete gittiğini gördükleri için açlık grevine girdiler. Bu nedenle tecride karşı eylem geliştirdiler. Türkiye’de siyasetçiler demokratik yol yöntemlerle kendilerini ifade edebilselerdi; bugün açlık grevi olmayacaktı. Binlerce insandan bahsediyoruz. Siyasetçiler konuşturulmuyor. Hükümetin politikalarını protesto edebilecek hiç bir açıklamaya tahammül edilmiyor. Türkiye kendini anayasal hukuk devleti olarak tanıtıyor ancak kimse hükümetin politikalarını eleştiremiyor. Demokratik siyaset anlamsızlaştırıldığı için bıçak kemiğe dayanmıştır” ifadesinde bulundu.  
 
‘KÜRTLERİ ÖLÜME MAHKUM ETME SESSİZLİĞİDİR’
 
DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in açlık grevi eyleminin 176 günü geride bıraktığını hatırlatan Arslan, “Devlet yasalarını uygulasın diye insanların ölmesini mi bekleyeceğiz? Bu sessizlik Kürtleri ölüme mahkum etmeninin sessizliğidir. Kürtleri kabul etmemenin sessizliğidir. ‘Ne kadar Kürt ölürse kardayız’ yaklaşımıdır. Toprağa düşen her bir can halklarımız arasında duygusal kopuşa neden olacak. Toplumu birleştirme çabamız var. Tecridin bu saatten sonra sürdürülme durumu olmamalıdır. Çok kritik bir aşamaya geldik” diye belirtti.
 
ÖLÜM ORUCU EYLEMİ
 
Arslan, açlık grevi eylemlerine karşı sessizlik üzerine 4 farklı cezaevinde 15 tutuklu tarafından başlatılan ölüm orucu eylemine işaret ederek, “Toplumun ve iktidarın duyarsız yaklaşımlarından kaynaklı ölüm orucu eylemi başlatıldı. Bu eylem Türkiye’de siyasetin ne kadar işlevsiz olduğunu ortaya koyan bir eylem kararıdır. İktidarın kör bir inat içerisine girip, tutsakların hukukun uygulanması talebine sesiz kalması, bardağı taşıran son damla oldu. 15 siyasi tutsağın ölüm orucu kararı; iktidarın politikalarına cevap oldu. Bu cevabı siyasi partiler, toplum ve tüm muhalif kesimler iktidara verebilmeliydi. Siyasi partiler ve toplum rolünü oynasalardı, açlık grevleri de başlamayacaktı, ölüm orucu gerçekliğiyle de karşı karşıya kalmayacaktık” dedi. 
 
‘DEVLET ÖLÜMÜ BEKLEYEMEZ’
 
AKP’nin açlık grevi taleplerine karşı sessiz kalmasının sonucunda ölüm orucu eyleminin başlamasına neden olduğunu ifade eden Arslan, “AKP bir provokasyon peşinde. Kürtlerin ölümü üzerinden toplumda bir kargaşa yaratma peşinde. Açlık grevleri bir yere kadar gidebilecek bir eylem biçimi. Bunun siyasi ve hukuki sorumluluğu iktidara aittir. Siyasi tutsaklara cevap olmamamızdan kaynaklı, bunun vicdani sorumluluğunu taşıyoruz. Cevap olmamanın getirdiği yükün altında eziliyoruz. Ancak devlet, iktidar yaşamından sorumlu olduğu siyasi tutsağın eylemine karşı ölümünü bekleyemez. İktidar cezaevlerinden çıkacak her bir cenazenin sorumluğunu hiç bir zaman üzerinden atamayacaktır” diye konuştu. 
 
14 TEMMUZ ÖLÜM ORUCU EYLEMİ
 
14 Temmuz 1982’den sonra Kürtlerin başlattığı 2'nci ölüm orucu eylemi olduğuna dikkat çeken Arslan, şöyle devam etti: “Çok acı tecrübelerimiz var. Çok kıymetli yoldaşlarımızı iktidarların faşizan uygulamalarına karşı bedel olarak vermek zorunda kaldık. Bir devlet bu tecrübelere rağmen ders çıkarmıyorsa, o iktidarın gideceği yer 1980 darbecilerinin yanıdır. Onların sonu da çok farklı olmayacaktır. Türkiye’de gerçek anlamda Kürdün ölümü üzerinden provokasyon yaratmaya çalışan kirli zihniyete karşı durmayan tüm siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları AKP zihniyetinden çok farklı değildir. Kürtleri AKP’nin zulmüyle karşı karşıya bırakmak, anaları sokak ortasında sürüklenmesine sessiz kalmak, o çevrelerin AKP’den farkının olmadığını gösteriyor. Analarımız kendi çocuklarının sesine ses katabilmek için sokak sokak geziyor.”
 
'SESSİZLİK KABUL EDİLEMEZ'
 
Tutuklu annelerinin yaptığı “Seferberlik” çağrısına dikkat çeken Arslan, “Herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. 130 gün boyunca açlık grevinde olan tutsaklarına ölüm orucuna girmesi gerçekten çok tehlikeli. Uzun bir süre devam ettirilemez. Vicdanların taşlaştığını görüyoruz. Türkiye halkları, Kürtler, duyarlı olmalı. Kim ne yapabiliyorsa, açlık grevlerinin ve ölüm orucunun bir an önce sonlandırılması için herkes harekete geçmelidir. AKP demokratik eylemlere tahammül göstermiyor ama sineye çekemeyiz. Her bir yoldaşımız Kürtlerin onuru için, Türkiye’nin demokratik değerleri için canını ortaya koyuyor. Onurlu olan, kendini demokratik sayan herkesin bu eyleme sessiz kalması mümkün değildir. Demokrasi bir gün bu topraklarda hayat bulacaksa, bu insanların direnişi şahsında bulacaktır. Bu iradeye karşı sessizlik kabul edilemez. Söz söylenecekse, ölüm orucuna sahip çıkmakla söylenmelidir. Aksi taktide Türkiye’de söylenecek söz kalmamıştır” diye belirtti. 
 
‘SİYASİ SORUMLULUK AKP’YE AİTTİR’
 
Kamuoyunun tecridin kaldırılması için iktidara baskı uygulaması gerektiğinin altını çizen Arslan, “AKP bu eylemlerde yaşabilecek olumsuzlukların hesabını verecektir. Siyasi ve hukuki sorumluluğu AKP’ye aittir. 1980 darbesi sonrası Amed Zindanı’nda ölümleri bekleyen dönemin iktidarı bunun hesabının verdiyse, AKP’de er veya geç hesap verecektir. Kürtler bu anlayışı yerle bir edecektir. Yol yakınken, toplumun demokratik eylemlerine, açlık grevlerine ve ölüm orucuna cevap verilsin. İktidar sorumluluğunu yerine getirmelidir. Halkımıza ve Türkiye halkları, herkes annelerin seferberlik çağrısına karşılık vermelidir. İktidarı taleplerin karşılanması için zorlamalıdır” çağrısında bulundu. 
 
MA / Özgür Paksoy