Temelli: Demokrasi İttifakı ile yeni bir anayasa süreci başlatılmalıdır

img

DİYARBAKIR - "Demokrasi İttifakı" ile eşit yurttaşlık temelinde hukukun üstünlüğü, insan hakları, evrensel değerlere sahip çıkan bir anaysa süreci başlatılması gerektiğini belirten HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Erdoğan’ın “kızgın demiri soğutmak” ifadesine ilişkin de “Bu kızgın demir adaletle soğuyacak" dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde sürdürülen ağırlaştırılmış tecrit, tecride karşı Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açık grevleri, 31 Mart yerel seçimlerinin devam eden yankıları, seçimler ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye İttifakı” tartışmaları ve CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun katıldığı cenaze töreninde uğradığı saldırıya ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. Temelli, “Türkiye İttifakı”na karşı açıkladığı “Demokrasi İttifakı”na ilişkin de değerlendirmelerde bulundu. 
 
Öcalan üzerindeki tecrit sürüyor ve buna karşı başlatılan açlık grevleri 173’üncü gününe girdi. Cezaevlerinden tutukluların sağlık durumlarına ilişkin kötü haberler gelmeye başladı. Açlık grevleri hangi aşamaya geldi?
 
Sayın Leyla Güven’in eylemi 6 ay oldu. Leyla Güven 6 aydır dünyaya tecride son verin diyor. Yasal ve meşru bir talebi var. Yasalarda olan bir şeyi Adalet Bakanlığı’ndan, hükümetten talep ediyor. Sayın Öcalan’ın, ailesi ve avukatları ile düzenli olarak görüşmesini talep ediyor. Türkiye’deki bütün hükümlülerin sahip olduğu bir hak, sadece İmralı Cezaevi’nde Sayın Öcalan ve 3 hükümlüye uygulanmıyor. Bu yerine getirilsin diye başlatılan bir açlık grevi. Sadece Leyla Güven ile sınırlı kalmadı ve dalga dalga yayıldı. 
 
Hükümet bu  talebe hala sessiz.
 
 Kritik aşama geçildi. Cezaevlerinde bulunan 300 tutsak açısından risk çok büyümüş durumdadır. Tutsakların içinde ciddi durumlar söz konusu, bağırsak spazmları ve idrarda kan var. Bunları söylerken bile çok büyük bir acı çekiyorum.
 
Cezaevlerinde binlerce tutsak açlık grevinde, Strasbourg’da, Galler’de, Erbil’de Nasır Yağız 160 güne yaklaştı. Bunca insanın yasal bir talebi bedenleriyle dile getirmelerine rağmen 173 gündür hükümet bu sesi duymuyor. Kritik aşama geçildi. Cezaevlerinde bulunan 300 tutsak açısından risk çok büyümüş durumdadır. Tutsakların içinde ciddi durumlar söz konusu, bağırsak spazmları ve idrarda kan var. Bunları söylerken bile çok büyük bir acı çekiyorum. Bunun sonlanması için her türlü girişimde bulunuyoruz. Defalarca Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Meclis Başkanlığı’na bu vakaları aktardık. Bu konuda yapılabilecek her şeyin herkes tarafından yapılması açısından Türkiye kamuoyuna her gün çağrı yapıyoruz. Annelerimiz beyaz tülbentleriyle cezaevlerinin önünde bu sesi yükseltmeye çalışıyorlar. Türkiye’yi dünyayı duyarlı olmaya davet ediyorlar.
 
Bu konuda uluslararası düzeyde görüşmeleriniz var mı?
 
Bizim Eşbaşkanlar olarak ziyaretlerimiz var. Diğer taraftan arkadaşlarımız yoğun bir diplomasi sürdürüyor. En son Nobel Barış Ödüllü 50 imza, bu konuda çok güçlü bir ses verdi. Fakat iktidar bu meseleyi seçim malzemesi yaptığı gibi siyasi malzeme yapmaya devam ediyor. En temel insan haklarına dair konuyu görmezden geliyor. Açlık grevleriyle mücadeleyi yükseltiyorlar. Onların yanındayız, hiç kimsenin ölmesini istemiyoruz. 8 insan canına kıydı. Hiç istemediğimiz bir durum. Kimse ölmemeli, yaşamalıyız, yaşatmalıyız. Tecrit sonlanmadan açlık grevlerinin sonlanması mümkün değil. Bir kez daha Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı’na, Meclis Başkanlığı’na ve hükümete çağrı yapıyorum; yapmanız gereken yasanın gereğini yerine getirmek. Sizden kimse başka bir talepte bulunmuyor. Herhangi bir yasayı uygulamamak suçtur. Yasalar uygulanmayarak hem suç işleniyor hem de insanların göz göre göre hayatlarını kaybetmelerine neden olabilecek bir duyarsızlık sergileniyor. 
 
Açlık grevlerine ilişkin yapılan açıklamalar, eylemlere sert müdahaleler oluyor. Açlık grevindeki tutukluların anneleri Gebze’de, Kızıltepe’de, Batman’da, Diyarbakır’da polis şiddetine maruz kaldı. Yine partinizin bu konuda eylem ve etkinliklerine dönük sert müdahaleler söz konusu, 2 milletvekiliniz darp edildi. Bu uygulamalarla ne yapılmak isteniyor?
 
İktidar kendi iktidar kurgusunu HDP düşmanlığı, Kürt düşmanlığı üzerinden kurmaya devam ediyor. Halkı ayrıştırarak, nefret söylemiyle yoluna devam etmek istiyor. 31 Mart’tan ders çıkarmak yerine, 31 Mart’ın acısını çıkarmak peşinde. İki vekilimize olan saldırı çok net herkesin gözünün önünde yaşandı. Hedef alınarak yapılan saldırı sonucunda bir vekilimiz gözünden yaralandı, diğer vekilimizin de omurgasında çatlak oldu. Ciddi yaralanmalar oldu. Annelere saldırıyorlar. Anneler evlatlarının yaşaması için kamuoyunu duyarlılığa davet ediyorlar. Beyaz tülbentleriyle cezaevleri önünde yer alarak, Türkiye’yi bu konuda duyarlı olmaya davet ediyorlar. 
 
Gebze’de anneleri sürükleyerek gözaltına almaları, Kızıltepe’de yaşanan vakalar, geçtiğimiz gün Diyarbakır’da yaşanan engelleme. Bizler orada olduğumuz için gözaltı vakası yaşanmadı ama buna hazırdılar. Her türlü şiddeti göstermeye hazırdılar. İktidarın peşinde olduğu, iktidarda kalma çabasını sürdürmek için sürekli HDP’yi düşmanlaştıran, her türlü eylemini kriminalize eden bir anlayışı ortaya koymaktır. Dile getirmek istediğimiz mesele çok nettir. Biz yasaların gereğinin yapılmasını istiyoruz. Annelerin yanında yer alıyoruz. Açlık grevlerinin ölümlerle sonuçlanmaması için bir an önce herkesin harekete geçmesini istiyoruz. 
 
Yaptığımız bütün eylemler demokratik eylemlerdir. İnsan haklarını savunuyoruz. Demokratik bir yaşamın en temel gereklerini savunuyoruz. Bir siyasi parti olmaktan çok insan hakları mücadelesi veren bir konumdayız. Türkiye’nin geldiği konumu bundan daha açık ve net ifade edecek bir durum yok. Siyaset yapmaktan çok Türkiye’de insan hakları mücadelesi veriyoruz. İnsan hakları dernekleriyle, çeşitli sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla insan haklarını savunuyoruz. Türkiye, insan hakları konusunda dünyanın en kötü karnelerinden birine sahip. Hem cezaevlerindeki uygulamalarıyla hem açlık grevlerine yaklaşımıyla hem de sokakta her türlü hak arayışına aşırı şiddetle yaklaşmasıyla, savaş politikalarında ısrarıyla, insan hakları konusunda hepimizin utanacağı bir karneye sahibiz. Bu eylemlerde bunu çok açık bir şekilde bir kez daha gördük. 
 
Tecrit veya açlık grevlerinin taleplerinin karşılanmasına dair hükümetle bir görüşmeniz var mı?
 
Adalet Bakanlığı’na durumu bütün çıplaklığıyla anlatıyoruz. Artık harekete geçin diyoruz. Hükümetle görüşme deyince, insanlar kabineyle oturup konuşacağız sanıyor. Hayır, bunun yetkilisi kim? Adalet Bakanlığı. Durumu Adalet Bakanlığı’na sıklıkla anlatıyoruz. Pervin başkan (HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan), ben, Grup Başkan vekillerimiz, Parti Sözcümüz her gün defalarca çağrı yapıyoruz. Ama çağrının ötesinde kendisine raporlar gidiyor ve durum anlatılıyor. Sağlık Bakanlığı da öyle. Çünkü cezaevlerinde açlık grevinde olanların çok ciddi anlamda sağlık sorunları var. Vitamin verilmesi ve hijyen konularının sağlanması gibi bir sürü tedbirin alınması gerekirken, koşullar daha da kötüleştiriliyor. 
 
 Meclis’in 4 üyesi açlık grevinde ancak Meclis’te de bir hareketlilik yok. 
 
Geçen dönem Meclis Başkanı olan Binali Yıldırım’a da bu dönem Meclis Başkanı olan Mustafa Şentop’a da durum bütün çıplaklığıyla aktarılıyor. Başta Leyla Güven ve Amed’te açlık grevinde olan milletvekili arkadaşlarımız Dersim Dağ, Tayip Temel ve Murat Sarısaç parlamentonun vekilleri. Demokratik hakkı savunarak bir eylem hayata geçiriyorlar. Meclis başkanlarının duyarlı olması gerekiyor. Maalesef bir hareket yok. 
 
 Yerel seçimler yapıldı, sonuçları ortaya çıktı. Hükümet yerel seçimlerin ardından politika değişikliğine gidebilir mi?
 
31 Mart yerel seçimleri çok önemli sonuçlar yaratmıştır. Biz zaten bu iddiayla seçimlere girdik ve beklentilerimize uygun sonuçlar ortaya çıkmıştır. İktidarın her türlü hilesini, şiddetini ve saldırısını hesapladık. Şırnak vakası bunlardan biridir. Ağrı keza öyle. Birçok yöntemi uyguladılar. Ama bütün bu yöntemlere rağmen kayyum anlayışına son verdik. Birçok yerde iktidara geldik ama birçok yerde de iktidarı değiştirdik. İktidar yerel ayaklarını kaybetmiştir ve bunun paniği içindedir. Çaresizlik içindedir, acize düşmüştür. 31 Mart kampanyası boyunca bu sonuçları hissederek bizlere saldırdı ve tükendi; sürekli HDP’ye saldıran, Kürt halkına “defol git” diyen, HDP’lilere “terörist” diyen, hatta “dinsiz, imansız” diyen bir iktidar vardı. 31 Mart bitti ve seçim sonuçlarının siyaseti değiştireceğine inanıyorduk, değiştiriyor da. Fakat şu an için iktidar ve diğer partiler yönünü bulmaya çalışıyor. Çünkü biz yeni yönlerini bulabilecek siyasi bir pusula önlerine koyduk. 
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündeme getirdiği ”Türkiye İttifakı” yön bulma arayışı mı? 
 
Evet Cumhur İttifakı ve diğer partiler yönünü arıyor. Eskiyi tekrar etmek istedikleri de bir gerçek. HDP’siz bir senaryo peşinde koştukları da bir gerçek. “Türkiye İttifakı” ile neyi hayal ettiklerini de anlıyoruz. Arayışları sürüyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu bütün bu kaostan, kriz atmosferinden çıkmanın yegane yolu; demokrasi konusunda ilkeli bir davranıştan ve ittifaktan geçer. Yereldeki sonuçlara rıza göstermek, yerellerde ortaya çıkan haksızlıkların telafisini sağlamak, örneğin KHK’lı seçilmişlere mazbata verilmediği gibi durumlarda ve bundan öteye parlamentoda demokrasi konusunda gerekli adımları atmak. İktidarın bu tekçi anlayışın parlamento üzerindeki vesayetine son verme fırsatı ortaya çıkmıştır. 
 
 Seçim sonrası kabine değişikliği yapılır mı? 
 
Cumhurbaşkanı kendi sınırlarına çekilmelidir. Kabinesini yeniden gözden geçirmelidir. Bu kabineyle yol alınamayacağı çok net ortaya çıkmıştır. Krizden krize sürüklenen bir kabine var karşımızda. Damatla, otel sahibiyle, hastane sahibiyle olacak bir şey değil. Çok ciddi bir krizin içinde olan bir ülkenin krizden çıkabilmesi için liyakat esasına göre bir kabineyi hayata geçirmelidir. “Demokrasiyi askıya alıp günü kurtaralım” artık mümkün değildir. Diğer tarafta parlamento demokrasi konusunda inisiyatif almalıdır, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü konusunda gerekli adımları bir an önce atmalıdır. Ülke demokratikleşirse krizlerden çıkabilir.
 
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi de tartışılıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tutmamıştır. Partili Cumhurbaşkanlığı modeli bir kabustur. Bu uydurulmuş bir sistemdir. Türkiye sistemini Anayasa düzleminde yeniden tartışmak zorundadır. 
 
 Siz de “Demokrasi İttifakı” davetinde bulundunuz. “Demokrasi İttifakı” ile neyi kastediyorsunuz?
 
 Türkiye’nin bütün kesimlerini ayrım yapmadan bir anayasa sürecine davet etmek gerekiyor. İşte Demokrasi İttifakı budur. Eşit yurttaşlık temelinde hukukun üstünlüğü, insan hakları, evrensel değerlere sahip çıkan bir anaysa süreci başlatılmalıdır. Türkiye’nin rahatlaması için tecridin sonlanması gerekiyor. Açlık grevleri buna bağlı olarak sonlanacaktır.
 
Biz bugünden kimseye bir formül sunmak istemiyoruz. Ama Demokrasi İttifakı temelinde bunu tartışabilmek gerekir. Sadece parlamentodaki 5 parti değil, Türkiye’deki bütün kesimler, bunu tartışabilmelidir. 5 parti buna öncülük yapsın, Türkiye’de bir anayasa süreci yaratılsın. Hala 12 Eylül diktasının anayasasını eğip, büküp, değiştirerek idare etmeye çalışan bir Türkiye var. 12 Eylül’den bugüne neredeyse 40 yıl geçti. Türkiye 40 yıldır büyük bir anayasa sefaleti içinde dönüp duruyor. Buradan çıkmanın yolu Türkiye’nin bütün kesimlerini ayrım yapmadan bir anayasa sürecine davet etmek gerekiyor. İşte Demokrasi İttifakı budur. Eşit yurttaşlık temelinde hukukun üstünlüğü, insan hakları, evrensel değerlere sahip çıkan bir anaysa süreci başlatılmalıdır. 
 
Türkiye’nin rahatlaması için tecridin sonlanması gerekiyor. Açlık grevleri buna bağlı olarak sonlanacaktır. Demokratik siyaset öncelenmelidir. Basın ve ifade özgürlüğü gibi temel konularda atılması gereken adımlar var. Cumhurbaşkanı Erdoğan sürekli çıkıp “Ben 4 yıl daha iktidardayım” diyor. Senin 4 yıl daha iktidarda kalmanı ne belirleyecek? Bu sorunun yanıtını vermeli. Türkiye’nin nasıl yol kat edeceğine, siyasetin nereye evirileceğine dair yanıtlar aslında seçimin tarihini de belirler. Bugünkü anlayışla Türkiye devam edemez. 31 Mart tam da bunu söylüyor. Kimse böyle devam edemez. Kürt halkını düşmanlaştır, savaşı süreklilik haline getir, OHAL aklıyla hareket et ve sonra kalk Türkiye halklarından 4 yıllık vize iste. Hayır, kimse Erdoğan’a vize vermez. O yüzden bizim davetimiz herkesin umuduna hitap eden bir davettir. Demokrasi İttifakı dediğimiz; bugünden sonra bütün demokratik zeminlerde mutlaka tartışılmalıdır. 
 
 Tekrar “Türkiye İttifakı”na dönersek, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “82 milyon” dedi, “Kızgın demiri soğutmaktan” söz etti. Bu ittifak içinde HDP, Kürtler, muhalif kesimler, KHK’liler var mı? Bu ittifakla nasıl bir süreç başlatılmak isteniyor?
 
Biz psikolojisini anlayamıyoruz. Söze başlarken “Kızgın demiri soğutalım” diyor. Herkes dönüp bakıyor, acaba yeni bir süreç mi başlayacak? Cümle biterken kızgın demire benzin döküyor. “82 milyon” diyor. Acaba diyoruz; Cumhurbaşkanı olarak o ayrımcı dili, toplumu ayrıştıran yaklaşımı terk edip, herkesin Cumhurbaşkanı olacak şekilde mi yol alacak? Cümleyi bitirirken, bütün HDP’lilere “terörist” diyor. Bugün HDP’nin etkilediği seçmen kitlesi 10 milyon. 10 milyon seçmen kitlesi Türkiye’de 25 milyona yakın bir kitleyi etkilediği anlamına gelir. 82 milyonun 25 milyonunu düşmanlaştırıyor. Diğer taraftan Türkiye İttifakı’ndan bahsediyor. 
 
Toplumu ayrıştırıp, böldüğünüz yerde aslında Türkiye’yi bölüyorsunuz. Türkiye halklarının bir arada yaşama iradesine saldırıyorsunuz. O yüzden Türkiye’de halkların bir arada yaşamasını sağlayacak yegane seçenek demokrasidir. Çünkü herkes demokratik bir yaşamın içinde kendine yer bulabilir, kendini diliyle, kültürüyle, tarihiyle ifade edebilir. İşte Demokratik Cumhuriyet budur. İşte Demokratik Ulus budur. Ama siz kalkıp “tek tek tek tek” diyerek, kendinizden başka kimseye yaşam hakkı tanımazsanız, toplumu bölersiniz. Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlike budur. Bu tehlikeyi önlemenin yolu, bu tekçi anlayıştan kurtulmaktan geçiyor. 
 
Bu demir nasıl soğutulabilir?
 
 Leyla Güven 173 gündür adalet diyor. Sen 173 gündür Leyla Güven’in sesini duymayacaksın, öbür taraftan demiri soğutmak gerekiyor diyeceksin. Bu demiri adalet soğutacak.
 
Gerçek anlamda demiri soğutmaktan geçiyor. Demir nasıl soğuyacak, bu kızgınlığa nasıl son verilecek. Buna son vermenin yolu hukukun gereğini yapmak, adaletli bir toplum yaratmak. Demiri soğutacak şey adalettir. O yüzden Leyla Güven 173 gündür adalet diyor. Sen 173 gündür Leyla Güven’in sesini duymayacaksın, öbür taraftan demiri soğutmak gerekiyor diyeceksin. Bu demiri adalet soğutacak. Onun için senin yapman gereken mutlak tecrit koşullarına son vermek, cezaevlerinde haksız hukuksuz yere tutuklu bulunanların bir an önce özgürlüğünü sağlamaktır. Gazetecileri, siyasetçileri içeri atarak, Ayşe öğretmeni içeri atarak, Selahattin Demirtaş’ı, Figen Yüksekdağ’ı, İdris Baluken’i, arkadaşlarımızı içeri atarak soğutamazsın. Bakın kayyumlar gitti belediye başkanlarımız hala içeride. Bir kuruşluk suçları yok. Ama kayyumların rezaleti ortada. Eğer gerçekten soğutmak istiyorlarsa, bu kızgın demir adaletle soğuyacak. Yok biz benzini dökmeye devam ediyoruz diyorlarsa, o kızgın demir onları yakar. 
 
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na cenaze töreninde yapılan saldırı, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet yetkililerinin buna dair açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Sanırım Erdoğan’ın bizzat kendisi Kızılcahamam kampında bunu dile getirdi. HDP’nin desteklediği bir strateji sonucunda, yerelleri kaybetmiş olmanın aslında yansımaları olarak görüyor. Bunlar hukuk devletinde, demokraside olabilecek şeyler değil. Bu muhalefet lideri Türkiye’nin her yerine gidebilir. Biz de gitmek istiyoruz. Herkes her yere gitmeli. Türkiye’de gittiğiniz her yerde cenaze törenine katılabilirsiniz. Bunun üzerinden konuşmak bile büyük bir acı veriyor. 
 
Orada bir insan ölmüş. O insan neden ölmüş? Bu iktidarın savaş politikaları nedeniyle ölmüş. Hep yoksul çocukları ölüyor. Bunun fotoğraflarını her yerde gördünüz. Niye ölüyor bu çocuklar, çünkü ülke savunması meselesi, savunma meselesinden kopartılmış. Güvenlikçi politikaların bir aracı haline getirilmiş ve giderek bütçenin büyük kısmı bu militarist faaliyetlere aktarılıyor. Yoksul çocukları ailelerinin geleceklerini düşünerek, giderek cazip hale gelen bu mesleği tercih ediyorlar. Ve bir savaşın içinde kendilerini buluyorlar. Fakat yoksul çocuklarının kazandıklarını değerlendirmeye aldığınızda, Türkiye’nin büyük kaybı onların kaybıdır. Çünkü yaşamlarını kaybediyorlar. Meydanlarda “Bir mermi kaç para?” diye soruyordu. Kazanan o mermileri üretenler, İHA’ları, SİHA’ları üretenler. Kazanan silah üreticileridir. Türkiye’yi sürekli bu savaş içinde tutan zihniyet kazanıyor. 
 
Bütün anneler ve babalar evlatlarını kaybediyor. Bu cenaze törenleri aslında Türkiye’de iktidarın teşhiridir. Bu cenaze törenlerine herkes katılabilir. Bu acı hepimizin ortak acısıdır. Biz hiç bir evladımız ölmesin diyoruz. Gencecik çocuklar neden bu savaşta ölsün? İktidar savaş dayatıyor ve bu gencecik çocuklar öldükten sonrada bunun hesabı sorulmasın diye, bir yanıyla o cenaze merasimlerini bile bir şiddet iklimine sürüklüyor. 
 
İşin diğer boyutu seçim sonuçlarını acısını çıkarmak üzerinden bir senaryoyla karşı karşıya kaldık. Ortaya çıkan sahne kabul edilebilir bir sahne değildir. 9 kişi gözaltına alındı. Bir kişinin gözaltı süresi bir kaç gün uzadı ve o da serbest bırakıldı. Bu seçim sonuçlarına yönelik bir tepkinin nasıl organize olarak ortaya konulduğunu bize gösteriyor. Diğer taraftan bu suçu teşvik eden bir anlayışta dile getiriyor. Bir parti başkanı çıkıp, “Gitmeden oradaki oy oranlarına baktın mı?” diyor. Ötesini araştırma yaptın mı diyor. Ülkenin geldiği duruma bakın. Sabahtan akşama kadar HDP’ye bölücü diyenler, ülkeyi bölmüşler. Mahalle mahalle, köy köy bölmüşler. Kim nereye gidecek, nereye gidemeyecek ifşa ediyor. 
 
Oy oranına bakacağız; biz HDP’liler yüksek oy aldığımız yerde, CHP’liler yüksek oy aldığı yerde, AKP’liler yüksek oy aldığı yerde… Bu nasıl bir yönetim anlayışı. Bu şiddet kabul edilebilir bir şey değil. Kınıyoruz. Ama özellikle İçişleri Bakanı’nın tavrı çok daha vahim şeyleri bize gösteriyor. Çok daha vahim gelişmelere gebe olunduğunu gösteriyor. Bir an önce İçişleri Bakanı görevden alınmalıdır. Burada Türkiye’nin demokrasi meselesi kadar artık ciddi bir güvenlik sorunu vardır. Bunu bizzat İçişleri Bakanı yaratmaktadır. Buna son vermemiz lazım. Asgari müştereklerde de ülke buluşamıyorsa, risk çok büyüktür. Asgari müşterekler en temel insan haklarından vazgeçmemektir. En temel kamu güvenliği standartlarından vazgeçmemek demektir. Burada bizzat kamu güvenliğini ortadan kaldıran bir akıl ve yaklaşım var. Bu kabul edilebilir değil. 
 
HDP ve CHP ittifakı var mı? 
 
Böyle bir ittifak yok. Biz başından beri söyledik, hiç bir partiyle ittifak yapmadık. CHP ile yapmadık. CHP’nin de ajandasında yoktu. Ama bizim ortaya koyduğumuz strateji, toplumu tabanda birlikte hareket etmeye teşvik etti. İnsanlara seçenek sunduk ve o seçenekte buluştular. Yoksa CHP veya herhangi bir partiyle ittifak kurmayacağımızı en başından açıkladık. Her fırsatta ele geçirdikleri medyada, bunun kara propagandasını yaparak, bir algı yönetimi peşinden koşarak, insanları yanıltmaya devam ediyorlar. 
 
Perde arkasında bir ittifak olmadı mı?
 
Yok. Oyları gerçek anlamda bir analize tabi tutarsanız görürsünüz. Kars’ta biz kazandık ama CHP adayının oyuna bakın. Bizim birçok kaybettiğimiz yerde CHP aday çıkarmasının ne kadar etkili olduğuna bakın. Akdeniz Belediyesi bir örnek. Dersim’e bakın. Saadet Partisi adayının oylarına bakın. İstanbul ilçelerine de bakın. HDP tabanının bu stratejiyi hayata geçirme iradesi vardı. O da AKP-MHP bloğuna kaybettirmek. Neden? Çünkü AKP-MHP bloğu savaş politikalarında ısrar ediyor. Bu savaş politikalarında Kürt düşmanlığı, emekçi düşmanlığı, kadın düşmanlığı üzerinden sürdürüyor. Biz de halklarımıza, emek ve kadın mücadelemize sahip çıkıyoruz. Bunu geriletmek içinde bir strateji ortaya koyduk. Başarılı olduk mu olduk.
 
MA / Özgür Paksoy