HDP’li Barış: Tabanın desteğini alan adayımızdır

img

İSTANBUL – Yerel yönetim seçimlerine gidilirken aday profili ve belirleme sürecine ilişkin partisinin politikalarını, “Kendine güvenen, sözünü tutan, tabanın desteğini alan” şeklinde özetleyen HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Azad Barış, “çoklu yöntem” kullanacaklarını ancak halktan desteğini alanın adayları olacağını belirtti.

31 Mart’ta yapılacak yerel seçimler öncesi tartışmalar, kulisler, ittifaklar ve destek arayışları hız kesmeden sürüyor. Siyasi partiler parça parça adaylarını açıklarken, stratejik gördükleri kentler ise yapılacak son hamlelere bırakılmış durumda. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkan Yardımcısı Azad Barış, partilerinin yerel seçime ilişkin hazırlık ve düşüncelerini paylaştı. PKK Lideri Abdullah Öcalan’n 2014 yerel seçimler öncesi İmralı Heyeti'ne yaptığı değerlendirmede, demokratik belediyeciliğin önemine dikkat çektiğini ve “Kendine güvenen, sözünü tutan, tabanının desteğini alan” adayların olması gerektiğini hatırlatan Barış, bu dönemin aday profilinin de bu çerçevede ortaya çıkacağını dile getirdi. “Halkın adayı bizim adayımız” şeklinde süreci özetleyen Barış, Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. 
 
Öncelikle aday belirleme şekli tüm partilerde tartışmalı bir süreçtir. İktidar tarafından bu sürece yönelik partinize ithamlar da oldu. Aday belirleme ve süreci hakkında biraz bilgi verir misiniz? 
 
Bizim için bu yerel seçimlerin sadece bir seçim olmadığını, yeni rejimin önemli yönetsel aygıtları olan kayyumlar eliyle belediyelerimizin, irademizin gasp edilmesine güçlü ve onurlu bir cevabı örmenin imkanlarını tartışıyoruz. Bunu da toplumu oluşturan bütün mikro unsurların sürece dahil edilmesi şeklinde formüle ediyoruz.
 
Bu bağlamda; yetkili kurullarımızla yaptığımız tartışmalardan sonra “çoklu yöntem” formülüne göre adaylarımızı belirlemenin en demokratik yöntem olacağını kararlaştırdık. Buna göre, parti üyelerimiz, sandık kurulu üyelerimiz, mahalle komisyonlarımız, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin belirleyeceği esaslar üzerinden çalışma yürütüyoruz. Yine kritik yerlerde ve seçimin sonucuna etki edecek bölgelerde, halklarımız için en doğru seçenek üzerinde yoğunlaşıyoruz. 
 
 Bir yöntem olarak Sayın Öcalan’ın 2014 yerel seçimlerinde bazı önerileri vardı. “Kendine güvenen, sözünü tutan, tabanının desteğini alan” aday, diye sıralamıştı. Bahsettiğiniz biraz bu tanımı hatırlattı… 
 
Sayın Öcalan’ın işaret ettiği “kendine güvenen, sözünü tutan, tabanının desteğini alan” adaylar bizim için bu dönemki aday profilini somutlaştırıyor. “Çevresine ve parasına güvenen insanlar” gibi iktisadı imkanlar bizim için bir kıstas değil. Gerçekten aday halkına hizmet etmek istiyorsa, bunun tek yolu belediye başkanı ya da yönetici olmak değildir. İktisadi imkanlarını salt bu görevler için ön plana çıkarmanın ne kısa, ne orta ne de uzun vadede hizmet anlamında bir karşılığının olmadığını AKP ve diğer partilerin aday profillerinde rahatlıkla görebiliriz. Bu yola tevessül ve tenezzül edecek bir anlayışımız yok, öyle bir parti değiliz.
 
Uzun bir süredir belediye deneyiminiz var. Tabii bunlara kayyum atandı. Yeniden kazanmayı hedefliyorsunuz. Yeni dönemde nasıl bir belediyeciliği esas alacaksınız? 
 
 Merkezin karşısında kendimizi yerelden kuran ve örgütlülüğümüzü onun üzerinden genişleten bir anlayışın parçasıyız. Belediyeler, bizim yaratmaya çalıştığımız ve Türkiye’nin bütün bölgeleri için de model olarak önerdiğimiz sistemde, bir staj alanı gibidir. 
 
Burada iki temel kavrama dikkatinizi çekmek isterim. “Belediye” ve “demokrasi”. Kürt toplumunun son yüzyılda köy boşaltmalar başta olmak üzere, çeşitli siyasi ve iktisadi sebeplerden dolayı kırdan kentsel alanlara doğru yaşadığı sosyolojik değişim ve göç; kolektif yaşamın, kamusallığın ve mikro topluluk alanlarının yeniden düzenlenmesini zorunlu kılmıştır. Bir bütün olarak Ortadoğu’da “sanayileşme” sürecini yaşamadan ortaya çıkan “kentleşme” deneyimi negatif sonuçlar doğurduğu gibi, hepimizin işini daha da çetrefilleştirmiştir. Bu işin bir boyutu.
 
Öte taraftan bu sosyolojik değişim ve beraberinde ortaya çıkan yeni siyasal panorama, belediyeciliğin kendisinden çok, onun içeriğinin, kapsamının ve niteliğinin nasıl tanzim edileceği sorusunu da beraberinde getirmiştir. Neye göre ve nasıl formüle edilirse edilsin, “demokrasi” ile birleştirilmemiş ve harmanlanmamış hiçbir idari düzen, halkımızın sorunlarına derman olamayacaktır.
 
Öncelikle şunu da belirtelim. Kayyum atanan belediyelerimiz, kayyumlardan önce de merkezin envaiçeşit engellemelerine maruz bırakılıyordu. Birçok belediyemizin halk için hazırladığı projeler reddediliyordu, fonlar başta olmak üzere birçok imkandan mahrum bırakılıyordu. Kayyum süreci ile bu durum başka bir boyut kazandı. Yaşanan durum aleni bir gasp örneği olarak tarihte yerini aldı.
 
Hem parti olarak, hem de siyasi bir anlayış olarak merkezin karşısında kendimizi yerelden kuran ve örgütlülüğümüzü onun üzerinden genişleten bir anlayışın parçasıyız. Belediyeler, bizim yaratmaya çalıştığımız ve Türkiye’nin bütün bölgeleri için de model olarak önerdiğimiz sistemde, bir staj alanı gibidir. Onun için de bizim siyasal varlığımızın kodlarını barındırmaktadır. Kayyumların halk iradesini temsil etmedikleri, seçilmedikleri ve halkın rızasını almadıklarını hepimiz biliyoruz. Bu gerçekten hareketle, belediyecilik bizim için alternatif sistemimizin en önemli alanlarından biridir. Önemli olan bunu daha ileri bir noktada demokratik ilkelerle, kamusal hizmetle birleştirmek ve geleceği bunun üzerinden örmektir. Yeni dönemde de bu temel prensiplerimizden vazgeçmeyecek, bunu daha da çeşitlendirip ve daha güçlendirmenin imkanlarını oluşturmayı önümüze bir görev olarak koyacağız.
 
Bu anlamıyla sizin yönetiminiz döneminde varsa yaşanan eksikliklere dair bir özeleştiri yapıyor musunuz. Nasıl bir düzenleme düşünüyorsunuz?
 
Elbette parti olarak bizim de daha önceki dönemlerde halkımızın isteklerine ve ihtiyaçlarına göre noksan kaldığımız, o talepleri merkeze taşıma ve oraya dayatma konusunda noksanlıklarımız oldu. Bu soru her ne kadar, belediyeler bağlamında hasıl olan sorunlarda yerel yönetimleri bir özne olarak kursa da, Türkiye’nin katı merkeziyetçi yapısının yerellerin hareket alanını daralttığı ve onu bir belirleyen olmaktan çıkardığı gerçeğini de göz ardı etmemek lazım.
 
İlgili kurullarımız, bir önceki dönemlere dair özeleştirel duruşumuzu koruyor ve bunların tekerrür etmemesi için tartışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu tartışmalara şimdiye kadar elimizden geldiğinde yerel dinamikleri de dahil ettik. Yeni dönemde bu tartışmaların, istişarelerin sonuçlarını göreceğimizi buradan belirtmek isterim. Yine de bütün imkansızlıklara rağmen, ortaya konulan önemli bir yerel yönetimler deneyimimizin olduğunu, halkın ihtiyaçlarını yerel yönetimler perspektifimiz bağlamında karşılama konusunda ise bugünden sonra daha titiz çalışmamız gerektiğini tekrar ifade edebilirim.
 
Öcalan’ın İmralı Heyeti ile yapmış olduğu bir görüşmede “Yarın belediye başkanlarını tasfiye edebilirler, vekilleri düşürebilirler, bana da daha kötü yönelebilirler. Karşınızdakini tanıyın, acımasızdırlar” sözlerini anımsattınız… 
 
Politika ve mücadele geçmişte yaşanan aksaklıklardan ders çıkarmak ve geleceği onun üzerinden inşa etmeyi zorunlu kılmaktadır. Mücadele uzun solukludur ve her bir durak, daha güçlü bir atılımı üzerimize farz kılıyor.
 
Sayın Öcalan’ın yerel yönetimler başta olmak üzere, Türkiye ve Kürdistan’da muhtemel gelişmelere dair öngörüsünün büyük bir deneyime ve geleceği okuma becerisine dayandığını her şeyden önce teslim etmek gerekir. Bu mücadelenin mimarlarından biri olarak, aktörler, faktörler ve birbiriyle ilişkili nosyonların bumerang şeklinde sonuçlar yaratabileceğini öngörebildiğini belirtmek gerekir. Sayın Öcalan “karşınızdakini tanıyın” derken, sadece analitik bir çıkarımda bulunmayı değil, aynı zamanda herkesi büyük bir “ciddiyete” davet etmektedir. Bu ciddiyet, Kürt sorunu başta olmak üzere bölgenin kadim sorunlarına yaklaşımda da temel bir düzleme işaret ediyor. Yüzyıllardır devam eden tarihsel bir sorun var ve bu sorunun günümüze devreden ve görece farklı bir hüviyet kazanan güncel bir karakteri var. Bu durum ziyadesiyle ciddiyeti hak eden bir nokta.
 
Sayın Öcalan’ın belediye eş başkanları ve kendisi de dahil olmak üzere büyük bir tasfiye operasyonuna işaret etmesi, bu saldırıların topyekûn boyutuna dikkatleri çekmesi bugün de güncelliğini korumaktadır. Hatırlarsınız, işaret edilen bu nokta, daha önce “Çöktürme Planı” şeklinde ifadesini bulmuş, organize bir şekilde devletin derin dehlizlerinde bugünün taşlarının nasıl döşendiğini göstermektedir. Bu öngörülerden kendi adıma anladığım şey; yerel yönetimler başta olmak üzere, bütün mücadele alanlarına dönük topyekûn saldırılara karşı topyekûn direnişi örmenin zaruretidir. Her ne kadar bu öngörülerin analizini “geçmiş zaman kipi” ile değerlendirsek de, politika ve mücadele geçmişte yaşanan aksaklıklardan ders çıkarmak ve geleceği onun üzerinden inşa etmeyi zorunlu kılmaktadır. Mücadele uzun solukludur ve her bir durak, daha güçlü bir atılımı üzerimize farz kılıyor.
 
Belediyelere kayyum atanması, belediye eşbaşkanların tutuklanması, bir bütün olarak “yerele” yönelik bu tasfiye operasyonlarının sistematik olarak icra edilmesi ve yerelin bir tehdit algısı olarak görülmesinin sebepleri çok açıktır. Merkezden kurulan tahakkümün, egemenliğin önündeki engellerin başında yereller gelir. Yerel yönetimler ve periferiyi temel bir özne-aktör olarak gördüğümüz için, bu saldırıların temel hedefi haline geldik, geleceğiz. Önemli olan bunu anlayan bir yerden, bugünden sonrasını görmek ve ona göre pozisyon almaktır.
 
Dediğiniz şey, halkın daha fazla karar sahibi olduğu bir politika. Önümüzdeki dönem yerel yönetimler politikanız bu minvalde olacağını mı anlamalıyız?
 
Sayın Öcalan’ın, “Benim anlayışımda devlet rantçısı, devlet propagandacısı parti olmaz. Hedef toplumdur. Toplumun demokratikleştirilmesidir. Toplumun demokratik taleplerini devlete dayatmaktır. Bunu nasıl yapar? Özgür yurttaş meclisleriyle yapacak. Bunun için dört birim söylüyorum: Köy, kasaba, mahalle ve kent meclisleri oluşturulur” formülasyonu önemli bir felsefi, siyasal ve sosyolojik arka plana dayanıyor. Devlet ve toplum ikiliğinde; toplumu, halkı, halkları merkeze alan bir ideolojik, politik anlayışın temsilcisi olduğunu da hakeza. Devletin envaiçeşit imkanlarla yarattığı rant çarkı ve inşa ettiği kayırmacılık ilişki ağıyla bir tebaa yarattığını biliyoruz. Üstelik bu döngü yüzyılın başında itibaren siyasal tahakkümün ve egemenlik inşasının da momentumu oldu.
 
Bizler siyasal bir hareket ve bu hareketin bugünkü temsilcileri olarak, bu rantçı ve yanaşmacı ilişki ağına karşı da bir mücadele yürütüyoruz. Çünkü bu ilişki ağı her şeyden önce bir tabiiyet ilişkisi inşa ediyor ve bu da kitleler üzerinde tahakküm kurmanın aracı haline getiriliyor. Bu da doğal olarak devletin propagandasını yapmak şeklinde ortaya çıkıyor.
 
Yerel seçimler arifesinde olduğumuz ve bir bütün olarak yapısal bir bağlam içinde ele aldığımız bu süreçte, siyasal varlığımızın gereği olarak, devlete karşı toplumun ihtiyaçlarını savunmaya devam edeceğiz.
 
Öncelikle bir hususa dikkatinizi çekmek isterim; “Yerel Yönetimler” derken merkezi bir yapının kast edildiği anlaşılmamalı. Çünkü yerellik denilen şey de kendi dinamiklerine göre, farklı parçaların bir bütün oluşturduğu bir formülasyondur. Köy, kasaba, mahalle ve kent meclisleri, yerel yönetimleri oluşturan mikro katmanlardır. Her birinin kendi içinde dinamikleri mevcut olmakla beraber, hepsi farklı sosyolojik ve tarihsel değişkenlerin parçasıdır.
 
Bizler bu saydığınız 4 farklı birimin bir bütün olarak yerel yönetimleri oluşturan parçalar olduğunu bilen bir yerden yerel yönetimler politikalarımızı belirledik. Mikro alanlardan makro alanlara doğru, bu birimler zinciri oluşturan halkalar gibidir. Bu birimlerin düzenlenişi ve nevi şahsına münhasır karakterinden dolayı, her birimle ilgili ayrı ayrı bir dinamiğin işlendiğini biliyoruz. Bu konu ile ilgili daha önce başlattığımız ve kısmen bir deneyim de oluştu. Önemli olan bu birimleri bugünden sonra da daha fonksiyonel birimler olarak ele almak ve toplumu oluşturan en küçük halkalar olarak kurmak.
 
MA / Sadiye Eser