Temelli: Tecrit, Türkiye demokrasisine ve Ortadoğu barışına yönelik

img
MERSİN – Mersin’de düzenlenen Tarım Sempozyumu’nda konuşan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin üzerinde durdu. "Tecrit, Türkiye’nin demokrasisine, Ortadoğu barışına yönelik bir saldırıdır” diyen Temelli, Türkiye halklarına Leyla Güven’in eylemine sahip çıkma çağrısında bulundu 
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mersin İl Örgütü’nün, “Tarladan tabağa, üretimden yönetime: Alternatif bir tarım ve gıda politikası mümkün mü?” başlığıyla düzenlediği sempozyum, ikinci gününde devam etti. Yenişehir ilçesinde bulunan Atatürk Kültür Merkezi’nde süren sempozyuma HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli de katıldı. 
 
Temelli, yaptığı konuşmada şunları kaydetti: 
 
“Bu sempozyumun sonuçları önümüzdeki süreçte çok önemli katkılar ortaya koyacak. Bu sempozyumu düzenleyen tüm arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum. 
 
HDP olarak son kongre sonrasında ekonomi çalışmalarımızı çok daha geniş bir çerçevede ele alma ihtiyacı hasıl oldu. Ekonomi Politik Masamızı olabildiğince kapsamlı hale getirdik. Bu kapsamlı çalışmanın en önemli ayaklarından biri de tarımdı. Bizim ekonomiye bakışımız tarım alanıyla çok barışıktı. Ekonomi masamızda bir de Tarım Masası oluşturduk. 
 
Tarımın çok kapsamlı bir alan olduğunu takdir edersiniz. Ama bugün içinde bulunduğumuz sorunlardan, iktisadi sorun, politik sorun, sosyal sorun, Kürt meselesi; hangisini ele alırsanız alın, orada tarımı, çiftçiyi ve emekçiyi görürsünüz. Biz tüm sorunları bütünlüklü bir biçimde ele aldığımız gibi çözümü de buna uygun bir tarım politikasıyla üretmeye çalışıyoruz. Çünkü Türkiye çoklu bir kriz içinde. Bugünkü iktidar her adımıyla bu  krizi daha da derinleştirmektedir. 
 
LEYLA GÜVEN’İN EYLEMİ BÜYÜK BİR İTİRAZDIR
 
Sözlerime bugün açlık grevinin 25’inci gününde olan Leyla Güven’e saygılarımı yollayarak başlamak istiyorum. Sevgili Leyla Güven’in açlık grevi eylemi büyük bir itirazdır. Bedeniyle bu itirazı dillendirmektedir. Bu eyleme milletvekillerimiz çeşitli illerde, tutsak yoldaşlarımız da cezaevlerinde destek vermektedir. Bu güçlü bir itiraz ve önemli bir eylemdir. Bütün bu sorunların, krizin gelip dayandığı yer de Türkiye’de 5 Nisan 2015’ten beri uygulanan tecrit politikasıdır. Leyla Güven bu tecrit politikasına itirazını dile getirmektedir. 
 
TECRİT ÇOK KAPSAMLI BİR İKTİDAR SALDIRISIDIR
 
Bütün Türkiye kamuoyuna seslenmek istiyorum. Bu eyleme sahip çıkın, bu eyleme sahip çıkmak için açlık grevinin 60’ıncı gününe ulaşmasını beklemeyin. Leyla Güven’in eylemine sahip çıkmak, tecride karşı çıkmaktır. Eğer tecride karşı çıkmazsak, bu iktidar savaştan ve yoksulluktan beslenmeye, yoksulluğu yaymaya devam edecektir. Bundan da en çok etkilenecek olan emekçilerdir, çiftçilerdir, kadınlardır. Tecrit bu anlamıyla çok kapsamlı bir iktidar saldırısıdır. Tecrit bu anlamıyla Suriye halklarına, Ortadoğu barışına, Türkiye demokrasisine yönelik bir saldırıdır. 
 
DEMOKRASİ DİYENLERİ YAN YANA GELMEYE ÇAĞIRIYORUZ
 
İnanıyorum ki çok yakında bu açlık grevi de, bu tecrit de sonlanacak. Bunun tek yolu Türkiye halklarının faşizme karşı omuz omuza mücadelede yan yana gelmesidir. Faşizm her yeri kuşatırken sadece Kürt meselesi kapsamında değil, Türkiye’nin her yerinde ve herkese sirayet ediyor. İnsanların en temel haklarını gasp etmeye devam ediyor. Nerede başlamıştı diye dönüp baktığımızda; AKP 2002’de neoliberal politikalarla hayatımıza girdi. O günden beri bütün yaşam alanlarımızı gasp etti. Neoliberal talan düzeni bugün ülke ekonomisini içinden çıkılmaz bir yere sürüklerken, bu düzeni sürdürmek uğruna ülke rejimi her geçen gün daha da otoriterleşti, faşizmin kurumsallaşması yönünde adımlar atmaya devam etti. Bu iktidar toplumu ayrıştırarak, nefret söylemini olağanlaştırarak Kürt düşmanlığı üzerinden çok ciddi sorunlara neden olmaktadır. Tüm bu sorunlardan bir çıkış yolu arıyoruz ve diyoruz ki, "tek çıkış yolu demokrasi". Ya faşizm ya demokrasi. Demokrasi diyenleri yan yana gelmeye çağırıyoruz. 
 
BAŞARABİLİRSEK 31 MART’TAN SONRA YENİ BİR UMUDA KAVUŞACAĞIZ
 
Şimdi önümüzde bir fırsat var. Yerel seçimlere gidiyoruz. Yerel seçimleri fırsata çevirebiliriz. Sadece HDP olarak değil, Tüm toplumsal muhalefeti, tüm emek ve demokrasi güçlerini, kadınları, gençleri büyük bir buluşmaya davet ediyoruz. Eğer bunu başarabilirsek 31 Mart’tan sonra Türkiye uçurumdan sürüklenmek yerine, yeni bir umuda kavuşacaktır. Bu umut demokrasi umududur, yeni yaşam umududur. Bu umut insan haklarına, hukuka saygılı bir ülkede yaşama umududur. 
 
SESSİZ KALANLAR KENDİ ÖZGÜRLÜKLERİNDEN VAZGEÇİYORLAR
 
Öyle bir noktaya geldi ki bu ülke, AİHM’in kesin hükmündeki kararına uymayacak kadar hukuk tanımaz bir ülkeye dönüştü. İktidar “AİHM kararını tanımıyorum" diyecek kadar pervasızlaşmıştır. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi de iktidarın bu pervasızlığına uymuştur. Oysa karar açık; Selahattin Demirtaş tahliye edilmelidir. Ama bunu yapmak yerine kararlı bir kepazeliğe devam edilmiştir. Bu sadece Selahattin Demirtaş’ın özgürlüğü meselesi değildir, bir ülkenin özgürlüğü meselesidir. Leyla Güven’in açlık grevine de Selahattin Demirtaş’ın tahliye kararının uygulanmamasına da sessiz kalanlar, bizzat kendi özgürlüklerinden vazgeçiyorlar. 
 
Bu iktidarı besleyen bu anlayıştan bir an önce kurtulmalıyız. Yoksa faşizm açık bir diktatörlüğe dönüşecektir. Biz de diyoruz ki tehlikenin farkında mısınız? Gelin bu gidişatı durduralım. 
 
SANKİ MÜSEBBİBİ DEĞİLMİŞ GİBİ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KONUSUNDA DUYARLILIK ÇAĞRISI YAPIYOR
 
Tarım alanında yaşanan tüm olumsuzlukların nedeni de ülkenin içinde bulunduğu bu siyasi iklim. G-20 zirvesinde diyor ki, “iklim değişikliği meselesine duyarı olmalı bütün ülkeler”. O denli rahat yalan söylüyor ki bu bünye, o yalanı söylediğinde ona inanarak söylüyor. Bakın dünyada küresel ısınma konusunda en büyük suçu işleyen ikinci ülke Türkiye. Birinci de Amerika. İklim meselesinde bu denli büyük bir suça imza atan bir ülke, dünyanın çöplüğü olmuş, çöp ithal eden bu ülke, sanki bunların müsebbibi değilmiş gibi G-20’de iklim değişikliği konusunda duyarlılık çağrısı yapıyor. 
 
OTORİTER REJİMLERİN BAŞINDA OLANLAR İNSANLIĞIN GELECEĞİNİ UMURSAMAZ 
 
İklim değişikliği meselesi belki de önümüzdeki 50 yılın en kritik meselelerinden biri. Her gün bir sel felaketiyle uyanıyor bu ülke. Son bir hafta içindeki sel felaketleri bu iklim değişikliğinin yansımaları. Bütün bu felaketler, ekilebilir alanların yok olmasına sebep oluyor. Ekilebilir alanlardaki yok olmanın kaygı verici boyuta ulaşması bu iktidarın gündeminde değil. Tıpkı diğer otoriter rejimler gibi; Trump’ın, Putin’in umurunda olmadığı gibi. Yani otoriter rejimlerin başında olanlar ne iklim değişikliğinin ne insanlığın geleceğini umursuyorlar. Amaçları varsa yoksa kapitalist düzen içinde iktidarlarını devam ettirmek. 
 
İNSANLIĞIN KURTULUŞU ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR EKOLOJİK ANLAYIŞTA 
 
Geçmiş 50 yıldan bugüne kadar olan gelişmelere baktığımızda, dünyanın ne denli hızlı tükendiğini görüyoruz. Eğer bu hızla devam edilirse 50 değil 30 yıl sonra doğanın kendisini yenileme olanağı tümden ortadan kalkacak. Felaket kapımızı çalmış durumda. Biz tüm insanlığın kurtuluşunu özgürlükçü bir ekolojik anlayışta görüyoruz. Bunun ekonomi politiğini de tarım politikaları belirleyecek . Ekolojik değerlere saygı duyan, emeğin haklarını gözeten bir politika üretmek başlıca hedeflerimiz arasında. Bu çalışmaları bir siyasi söylemin ötesine taşımak gerek. Bu sadece bir politik tasarımla sınırlı kalmamalı, toplumsallaşmalıdır. O yüzden de eğer tarım alanında bir adım atacaksak ve bu adım özgürlükçü ekolojik bir perspektifle hayata geçecekse bunun örgütlenmesinde söz sahibi olmalıyız. Bunun örneği dünyada var mı? Var, hem de çok yakınımızda; Rojava’da. Rojava’dan öğrenecek çok şeyimiz var. 
 
‘O KAYYUMLARIN HEPSİ MERKEZ VALİSİ OLACAK’
 
Tabi her şey sihirli bir değnekle değişmeyecek, ama değiştirme konusunda atacağımız her adım o büyük dönüşüm için güçlü adımlar olacaktır. HDP olarak bu güçlü adımları atmak için tüm Türkiye'ye çağrı yapıyoruz. Çok yakında kayyum coğrafyasındaki belediyelerin hepsini geri alacağız, kayyumları süpürüp atacağız. Bu konuda o denli çaresizler ki Diyarbakır Belediye Başkan Adayı, kayyum. Halka verecek hiçbir şeyleri kalmamış, sadece kayyumları kalmış. O kayyumların hepsi merkez valisi olacak. Ama sadece göndermek yetmez, kayyumdan sonra yerel demokrasi ve yerinden yönetim anlayışımızla, geçmişten gelen birikimimizle yerellerde büyük bir dönüşümü başlatacağız. Katılımcı demokrasi ve katılımcı bütçe çerçevesinde bu büyük dönüşümün en önemli ayağını tarım politikalarımız oluşturacak. Tarım coğrafyası olan Kürt illerimizin bu coğrafyaya uygun bir üretim planlamasına kavuşması çok önemli.  
 
‘ESAS BÖLÜCÜ OLAN İKTİDAR ZİHNİYETİ’
 
Bu sürecin en büyük mağduriyetini Kürt illeri yaşadı. Güvenlik gerekçesiyle ormanları yaktılar. Meracılığı yasakladılar, et ithal ediyorlar. Güvenlik barajı denilen betonlar döktüler, çiftçiliği ve hayvancılığı bitirdiler. Tüm yaşamı bitirmek için topyekun saldırı başlattılar. Bu nedenlerden dolayı çok yaygın bir yoksulluk ve işsizlik var. İşsizler, yoksullar göç ettiler. Göç etmeyenlerin evlerini başlarına yıktılar. 10 kenti yerle bir ettiler. Göç edenler köle emeği koşullarında çalışmaya başladılar. Onlarcası 3. Havalimanı inşaatında öldü, o uçak pistlerinin altında işçilerin cenazeleri var. Yüzlercesi işinden çıkarıldı, evlerine dönecek paraları yok. Bu işçilere dair iktidar, “bunlar zaten bölücü” diyor. İktidarın zihniyeti bu. İnsanları yerinden yurdundan eden, köle emeğiyle çalışması için her türlü baskıyı yapan bu zihniyet Cizre’de nasıl insanlara “bölücüsünüz” diyorsa 3. Havalimanı’nda da aynı şeyi söylüyor. Esas bölücü olan bu zihniyet. 
 
‘KÜRT İLLERİ NE KADAR YOKSULSA KARADENİZ İLLERİ DE O KADAR YOKSUL’
 
Biz de buna inat diyoruz ki, “bir arada yaşama irademizle, ortak vatanımızda demokratik cumhuriyeti hep birlikte var edeceğiz.” Bu yüzden çağrımız herkese. Bu yüzden Tüm Türkiye’ye çağrı yapıyoruz. Karadenizlilere de çağrı yapıyoruz. Kürt illeri ne kadar yoksulsa Karadeniz illeri de o kadar yoksul. Kürt illeri ne kadar göç veriyorsa Karadeniz illeri de o kadar göç veriyor. Kürt illerinde ormanları yakıyor, Karadeniz’de yeşil yol bahanesiyle ağaçları kesiyorlar. GAP projesini hala bitirememiş, enerji maliyetleri yüksek, elektrik faturalarını ödeyemeyen çiftçiyi tutukluyorlar. Dönüp bakıyorsunuz Karadeniz’de çay üreticisinin, fındık üreticisinin hali Kürt çiftçisinin halinden farksız. Aksaray’da pancar üreticisi de aynı tabloyu yaşıyor. 
 
‘BİR ARADA YAŞAMA İRADEMİZİ ORTAYA KOYARSAK BU SÖMÜRÜ VE TALAN DÜZENİNE SON VERİRİZ’
 
Kendi yaşamına sahip çıkıp bu iktidara karşı geleceğini, hakkını savunmak yerine siyaset yapmaya geldiğinde herkes birbirinin karşısında. Sen bölücüsün, sen Kürtsün, Ermenisin, Alevisin. Biz de diyoruz ki evet; biz Aleviyiz, Türküz, Êzidîyiz, Ermeniyiz, Kürdüz, Pomakız, Müslümanız. Ama bir arada yaşamaya devam edeceğiz. Demokratik bir cumhuriyette bir arada yaşamak için mücadele edeceğiz. Bir arada yaşama irademizi ortaya koyarsak bu sömürü ve talan düzenine son veririz.