Şair Ahmed Arif’in bilinmeyen yönleri

img

DİYARBAKIR – Yazar Şeyhmus Diken, “Ahmed Arif Abisi Olmak Halkının” kitabında Şair Arif’in bugüne kadar bilinmeyen hayatını göz önüne seriyor. Diken, Arif’in hamurunda şehrinin mayası olduğunu ve haksızlığa zerre tahammülünün olmadığını belirtiyor.

Yazar Şeyhmus Diken’in “Ahmed Arif  Abisi Olmak Halkının” isimli yeni kitabı İletişim Yayınları'ndan çıktı. Diyarbakırlı Şair Ahmed Arif’in hayatının bilinmeyen yönlerinin anlatıldığı kitapta, “Yereldir, gurur duyduğu kendi köklerinden alabildiğince beslenen, ama evrenseli tüm yoğunluğuyla kucaklayan, yerelden evrensele uzanan bir şiirdir onunki” deniliyor.   
 
‘KÖKLERİNDEN HİÇBİR ZAMAN KOPMADI’
 
Kitapta, Yaşar Kemal’in “Diyarbakır’ı görünce Ahmed Arif’i anlamak daha kolaylaşıyor.”; Mustafa Ekmekçi’nin, “Ahmed Arif doğup büyüdüğü topraklardan uzak yaşadı. Ve bu hasret içini yakıp tutuşturdu. Köküne uzak düşmüş, ama hiçbir zaman kökünden kopmamıştı”;  Şair Cemal Süreyya’nın Ahmed Arif şiirini anlatırken, “Türkü söylerken çarpışan, yaralıyken de arkadaşları için tarih özeti çıkaran, buna felsefe ve inanç katmayı ihmal etmeyen bir gerillanın şiiridir” şeklindeki ifadeleri yer alıyor.
 
‘DİYARBAKIR’A TOZ KONDURMAZ
 
Arif’in Diyarbakır’a toz kondurmadığını dile getiren Yazar Şehmus Diken, “Memlekete asla toz kondurmaz, Diyarbekir der inadına ve şehrin adına asla halel getirmez. Yereldir, gurur duyduğu kendi köklerinden alabildiğince beslenen, ama evrenseli tüm yoğunluğuyla kucaklayan, yerelden evrensele uzanan bir şiirdir onunki. Şiirindeki memleketi ‘Diyarbakır Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi’ hem kişisel hem de benim canım şehrimin, sevgili vatanımın, Diyarbakır’ın şiiridir’ diyerek anlatır” dedi.  
 
‘HAKSIZLIĞA ZERRE TAHAMMÜLÜ YOKTU’
 
“Ahmed Arif onurlu, gururlu ve kelimenin tam anlamıyla, Diyarbakır manasıyla ‘Kabadayı’ bir adamdır” diyen Diken şunlara dikkat çekiyor: “Çocukluğundan beri haksızlığa zerre tahammülü olmayan bir yapısı ve kararlı bir duruşu var. Derinlerinde bir yerde muhalif kimliğini hep korur. Ciddi tarih bilgisiyle harmanlanmış bir muhalifliktir bu.” 
 
Kitapta, Şair Arif’in bu konuda yaşadığı bir olay da yer alıyor. Aynı okulda okuyan bir Bulgar göçmeni tarafından kendisine eşek Kürt denilmesine sinirlenen Arif, sınıfta bulunan sobanın pik kapağını alarak kendisine hakaret eden Hasan adlı göçmenin yüzüne vuruyor ve sonrasında Baş Muavin Cemal Tanaç’ın sorgusunda “Hakaret etmesine ne hakkı var hocam. Ben memleketimle onur duyarım” der.
 
‘ŞİİR YAYINLANMADAN TUTUKLANIR’
 
Ahmed Arif’in, yazdığı ancak henüz yayımlanmayan Otuz Üç Kurşun şiiri nedeniyle tutuklandığını söyleyen Diken, Arif’in gözaltında yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Sabaha kadar döverler ve şiiri oku derler; o da inat eder, okumaz: ‘Ölürüm de okumam’der. İyice döverler ve öldü diye, şimdiki Ankara Atatürk Spor Salonu’nun etrafını kuşatan tel örgülerin çevrelediği boş bir arsaya atarlar. Sabah çöpçüler bulur. Haftalarca yatar. İki ay sonra tekrar gözaltını alınır ve çıkarıldığı mahkemede kendisine, 2 sene hapis, 8 ay da Urfa’da kalebentlik cezası verilir. Harbiye Cezaevi'ndeyken babasını kaybeder. Babasının cenazesine katılamaz. İçerde şiirini o çaresizlikle yazar. ‘Beraat etmişim, kim takar! Kanun yalnız biz fukaralar için vardır. O da cezalandırırken sade! Gece tenhada boş gezmiyorum. Ahdettim beni öbür dünyaya yalnız gönderemezler. Ne de olsa eşkıya kanı taşıyoruz’ der.” 
 
‘NİYE YAZDIM BU ŞİİRİ’
 
Yine kitapta, Arif’in “Otuz Üç Kurşun şiirini niye yazdın” diyenlere, “Şu Bahçelievler’de manyağın biri otuz tavuk çalıp kesse, sokağa atsa, ertesi gün Ulus Gazetesi olayı dört sütun üzerinden verir. Tavuk değil bu yahu senin 33 vatandaşın! Hiçbir suçları da yok üstelik. Tertemiz. Belki hepimizden daha suçsuzlar” yanıtı verdiği belirtiliyor. 
 
‘TARANCI 33 KURŞUNA DEFALARCA AĞLADI’
 
Kitapta, Arif’in “Hidrojen bombasına karşı Kürt hançeri ne yapabilir” sözünün hikayesinin anlatıldığı kitapta, Ankara’da Cahit Sıtkı Tarancı’nın Ahmed Arif’e “Otuz üç kurşun” şiirini defalarca okutup hüngür hüngür ağladığı, yine Arif’in aktarmasıyla yer alıyor. Arif’in kente karşı hassas olduğunu belirten Diken, “Dicle’den kum çekiyorlardı askeri tesisler ve havaalanı yapmak için, işte yârin bahçesi tarumar dediği günlere vurgu yapıyordu Şair Ahmed Arif” diyor.
 
RÜSTEMO ŞİİRİ KİTABA ALINMAZ
 
Hasretinden Prangalar Eskittim kitabının yayımlanması sürecinin sancılı olduğu, sansürlere maruz kaldığını ve kitaba Rüstemo Şiiri’nin yer almadığını aktaran Diken, şunları belirtiyor: “64 yaşında vefat ettiğini göz önüne aldığımızda aslında geride bıraktığı kitaptaki 19, kitap dışı 8, toplam 27 şiiri 16-32 yaş aralığında yazmış. Sonraki 30 yıllık ömründe yazdığı ya da tasarladığı, şiirleri kendinde saklı kalmış. Çünkü Ahmed Arif, şiirlerini zihninde yazan son dizeyi söylediği kanısına vardığında ancak kağıda dökmeyi kabullenen bir geleneğin adamıdır.” 
 
Ahmed Arif’in şiir dili için de “Kürdün Türkçeye jestidir” değerlendirmesi yapan Diken, “Şiirlerinin toplumla buluşmasının sonraki 70 kusur yıl içinde, kendi kuşağı dahil üç kuşağın hem memleket sevdasına hem de aşklarına duygusal sığınak olmuştur” diyor. 
 
CEZAYİRLİ CEMİLE’YE MEKTUP: AYRI TOPRAKLARIN ÇOCUKLARIYIZ AMA KARDEŞİZ
 
Yine kitapta, Ahmed Arif dünyanın birçok yerindeki özgürlük mücadelelerine duyduğu ilgi de yer alıyor. 1950 yıllarında Cezayir’in Fransız işgaline karşı özgürlük savaşı sırasında Cezayirli Cemile olarak bilinen 22 yaşındaki kadın gerilla idam tehdidi altındadır.  Arif, Cezayirli Cemile’ye cesur bir mektup yazar. Arif’in mektubu şöyle: 
 
“Cezayirli Cemile Buhayrad’a mektup; Bir adını biliyorum, bir de yaşını… Yüzünü görmedim ya, sen yaşta kız kardeşim var. Mutlak ona benzersin. Başkaca düşünemem. Sen Cezayir’den bir can’sın, ben Türkiye’den. Ayrı suların, ayrı toprakların çocuklarıyız ama kardeşiz. 
 
Ben, bu kahrolası yazıya oturunca, senin idamın için hazırlıklar yapılıyordur. Karşında Lejyon’dan bir manga… Dünyamızı, hayatı, bir solucan kadar olsun anlamaktan, sevmekten korkanların mangası. Onlar, hep öyledirler. Silahı, insan avını zulmü severler. Kim bunlar? Kimlerin soyundan inip gelirler? Aklım duracak… Belli ki ömürlerinde bir sefer olsun, bir çocuk, bir çiçek, bir türkü sevmemişler. Namusla, yürekle, alın akıyla seven bir kadının koynuna girmemişler. Mertlik, can saygısı, dünya sevdası, bir lahza bile yüreklerine konuk olmamış. 
 
Ve hiç utanmadan da İncil-i Şerif’i kitab bilirler. Oysa yaptıklarının hiçbir kitapta yeri yok! Onlar ki her iki cihanda da yüzleri kara! Senin o Meryem’den bin daha aziz, bin daha bakir canının değerini ne bilecekler…
 
Karşında bir manga. Ölüm mangası. Parayla, yalan dolanla, o murdar korkuyla aldatılmışlar. Bundan ötürü küstah, bundan ötürü zalim… incecik, tazecik çocuk kolların arkadan bağlı. Bilirim gözlerini bağlatmazsın sen. Namlular karşısında dimdik ve espa’sız duruşunu hayalliyorum. Kavgandan bir marş, bir mısra mı son sözün? Anana, kardeşlerine selam mı yoksa? 
 
On dokuz yaşındasın. Sakın, gençliğime doymadım, deme! Şimdiden ölümsüzsün. Niceleri var ki bin yıl yaşasa, sencileyin bir haysiyet katamaz yaşamaya. Yarının CEZAİR’inde, kurtarılmış CEZAİR’de, okullarda bebeler, önce senin adını belliyecekler. Sonra dünyayı!
 
İnan, seninle birlik ya da senin yerine, kurşuna dizilmeyi çok isterdim. Ölümüne nispet, yaşamak silik ve anlamsız, CEMİLE.”
 
AHMED ARİF’İN DOĞDUĞU EV
 
Şair’in 27 Nisan 1927 tarihinde doğduğu Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesi Hançepek mahallesindeki (Xançepek) yağcı sokak 7 numaralı evinin sokağa çıkma yasakları sırasından ciddi bir şekilde tahrip olduğunu söyleyen Diken, “Ahmed Arif’in evinin bulunduğu sokak Sur Belediyesi Meclis kararıyla yağcı olan ismini değiştirilip ‘Ahmed Arif Sokağı’ olarak adlandırıldı, tabela da sokağın girişindeki cephe duvarına asılmıştı. Şair Arif’in doğduğu geniş avlulu, havuzlu, eyvanlı, yazlık-kışlık odaları olan bazalt taştan yapılma Geleneksel Diyarbakır Evinin son halini gördüğümde sokak gibi ev de tanınmayacak durumdaydı. Orada yıkım yaptılar. Evin akıbetini bilmiyorum” dedi.
 
MA / Lezgin Akdeniz