‘Hawar’a neden olan Herîrî, Xanî, Bazîdî, Cizîrî, Teyran ve Bateyî’dir’

img
DİYARBAKIR – Modern Kürt Edebiyatı’nın başlangıcı olarak Hawar’ı kabul eden ve kendinden önce yayımlanan eserlerin bir sonucu, kendinden sonraki yayımların da nedeni olduğunu ifade eden yazar ve çevirmen Dilawer Zeraq, “Hawara neden olan Herîrî, Xanî, Bazîdî, Cizîrî, Teyran ve Bateyî’dir” dedi.
 
Kürt dili ve edebiyatı için bir dönüm noktası olarak kabul edilen Hawar dergisi, 86 yaşında. Kürdistan gazetesi gibi sürgünde yayın hayatına başlayan Hawar, Suriye’nin başkenti Şam’da Celadet Ali Bedirxan öncülüğünde 15 Mayıs 1932’de ilk kez yayımlanır. Hawar, 15 Ağustos 1943 yılına kadar toplamda 57 sayıyla okuyucuyla buluşur. İlk defa dilbilimsel olarak Kurmanci latin alfabe, gramer ve imla kurallarının yer aldığı Hawar dergisi Kürt dili, kültürü ve edebiyatı için bir manifesto olarak kabul edilir. Ayrıca Modern Kürt (Kurmancî) Edebiyatı’nın önemli duraklarından Hawar’ın yayın hayatına başladığı tarih, tüm Kürtler tarafından Kürt Dil Bayramı olarak da kutlanıyor.
 
15 Mayıs Hawar’ın yayın yıldönümü ve Kürt Dili Bayramı dolayısıyla Hawar’a dair “Bêjara Netewparêz Di Hawarê De” (“Hawar’da Ulusçuluk Diskursu”) adı ile tez çalışması yayınlanan yazar, araştırmacı ve çevirmen Dilawer Zeraq ile sohbet ettik. 
 
İki bölüm şeklinde Mezopotamya Ajansı’nda (MA) yayınlanacak olan söyleşimizin ilkinde; Modern Kürt (Kurmancî) Edebiyatı’nın başlangıcına dair yapılan tartışmalar, Hawar’ın modern edebiyata katkısı, Hawar’dan sonra Türkiye’de çıkan belli başlı dergileri ve dergilerin Hawar’dan etkilenme halini konuştuk. Yarın yayınlanacak olan söyleşimizin bölümünde de ise; Hawar’ın tutumu, gayreti, dili, şiarı ve Hawar’ın çatısı altında bir araya gelen şahsiyetlerin eserlerine dair ayrıntılar yer alıyor. 
 
Hawar’dan, Modern Kürt (Kurmancî) Edebiyatı konak ve kuşaklarından bahsetmeden önce, kısaca Modern Kürt Edebiyatı’nın başlangıcı tartışmasına dair konuşalım. Kürt edebiyatı kamuoyunda kimileri Modern Kürt Edebiyatı’nı Mela Mehmûdê Bazîdî’den, kimileri Hecî Qadirê Koyî’den, kimileri Meşrutiyet Mektebi’nden başlatıyor. Siz bu tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Modern Kürt Edebiyatı denildiğinde, 1900’lerde İstanbul’da kurulan Komeleya Pêşketina Kurdistanê (Kürdistan İlerleme Derneği), Komeleya Teavun û Terakkî (Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti), Komeleya Hêvî ya Xwendekaran a Kurd (Kürt Talebe Cemiyeti-Hêvî) gibi kurumlar akla gelir. Bazı kişiler tarafından başlangıç olarak kabul edilse de, bu modern edebiyatın başlangıcı değildir. Lakin bu dönemden önce Klasik Kürt Edebiyatı’nın son şahsiyetlerinden olan, eserlerinde kısmen de modern edebiyatın nişaneleri olan ama tam anlamıyla klasik tarz da yazan Hecî Qadirê Koyî var. Bundan önce de Mele Mahmûdê Bazîdî’nin bazı derlemeleri var. Fakat bunlar da yazılı edebiyattan çok, Halk Edebiyatı derlemeleridir. Yani folklorik ürünlerdir.  
 
Yani 1900’den 1918’e kadarki dönemi Modern Kürt Edebiyatı’nın dönemi olarak değerlendirmiyorsunuz? 
 
O dönem, söz konusu olan edebiyatın içinde yer alacak öykü, şiir, roman ve buna benzer renkler yok. Sadece Fuat Temo’nun bir öyküsü var. Bunun dışında, dergi ve gazetelerde yayınlanan yazıların çoğu deneme ve makale tarzı yazılardır. Elbette bunlar da edebiyatın bir parçası, fakat mevzu modern edebiyat olduğunda daha çok modern şiir, modern öykü, yazılı modern öykü, roman… O dönem edebi eser diyebileceğimiz bir eser çıkmamış. Sadece dergiler vardı ve bu dergilerde de birçok türden eserler vardı. Siyasi, düşünsel, dil politikasına dair yazılar, makaleler ve bir öykü yayınlanmış. Bundan dolayı, o dönem için güçlü bir başlangıçtır diyemeyiz. 
 
O halde size göre başlangıç tarihi ya da eseri nedir? 
 
Nereden başladığı çok açık. Hawar’la başlıyor. 
 
Niçin Hawar? 
 
Ağrı İsyanı 1930’da başlıyor, ama yer yer 35-36’lara kadar devam etmekte. Hawar o isyanın bir rengi, portresi, fotoğrafıdır da. Elbette o dönem Hawar ulusal bir tutum ile çıkıyor ve Hawar’ın çalışmaları ulusal bir tutum çerçevesinde yapılıyor.
 
Sosyolojik ve milli duyguların alt yapısı çok önemli. Buna dair yazdığım bir tez var. Tezimin ismi “Hawar’da Ulusçuluk Diskursu”. Bu tez üzerinden Hawar’ın niye başlangıç olduğunu söyleyebilirim. Mir Bedirhan İsyanı, daha çok kendi “emirlik”in ve “iktidarı”nın koruma isyanıdır. Ulusal bir renk ile değil. Elbette orada ulusallık veya halkçılık, Kürtlerin iktidarı da var. Ama 1840 isyanından sonra, ilk kez Şeyh Ubeydullah İsyanı’nında siyasi teritoryal bir amaç doğrultusunda Kürdistan’dan bahsediliyor. Teritoryaldan kastım, bir çok sınır içinde bir sınır. Bu teritoryalde Şeyh Ubeydullah İsyanı, özellikle söz konusu şeyin talebinde bulunuyor ve ona hizmet ediyor. Fakat bir kırılma yaşanıyor. İsyanın kırılması, o teritoryalin düşünsel kırılması olmuştur; bu teritoryal gerçekleşecek mi gerçekleşmeyecek mi diye. Bu nedenle, özellikle İstanbul’da kurulan dernekler ve çıkartılan dergi ve gazetelerin çoğunda Osmanlı Devleti’ne bağlı kalma ve ondan kopmama durumu söz konusudur. Tümünün ileri sürdüğü şey, tümünün talebi ve önerisi Osmanlı İmparatorluğu içinde hak arayışında bulunmaktı. 
 
Hiçbiri teritoryal bir sınırdan bahsetmiyor. O kırılma daha çok yarılan bir kırılma. Yani Kürtler ve Türkler arasında duygusal bir yarılma olmamış. Fakat ümmetten dolayı, yani dindaşlığından dolayı, Kürtler duygularını pek öne sürmemişler. Ümmet içinde Kürtlere bir çözüm bulunulması isteniliyor. Dolayısıyla Koçgiri İsyanı’nda da teritoryal bir talepte bulunulmamış. Güçlü bir teritoryal talep öne sürülememiş. O yarılma, birincil yarılma, başka yarılmalara yol açmıştır. Ama Azadi Hareketi kurulmuş ve bu Şeyh Said İsyanı’na denk geliyor. Şeyh Said İsyanı, kırılmasıyla birlikte yeni şeyler oluşturuyor. Yeni şeyler türetiyor. Nedir? Türkler ve Kürtler arasında sosyolojik ve ulusal bir kırılmaya yol açıyor. Çünkü o isyanda, dini bir renk olsa dahi, asıl talep cumhuriyetin verdiği sözler ve cumhuriyetin kuruluşundan sonra verilen sözlerin yerine getirilmemesi ve doğrudan yasakların başlaması Şeyh Said İsyanı’nın başlamasına sebep oluyor. 
 
Şeyh Said İsyanı, yok olma yenilgisi değildir. Öyle bir yenilgidir ki, beraberinde bir çok yeni şey yaratıyor. Onlardan biri de yenilgiye uğramak, birbirine kırılmak, birbirinden ayrılmak ve öncesinde oluşan kırılma artık yok. Sonuçlarıyla birlikte, Kürtler ve Türkler arasında tümüyle bir kırılma çizgisi oluşuyor. Bundan dolayı diyebiliriz ki, 6-7 yıl sonra Xoybun Örgütü kuruluyor. Ara ara Kürtlere öncülük eden şahsiyetlerin tümü, İstanbul’da Türklerle birlikte Birinci Dünya Savaşı’nda yer alan ve Türklerin kurtuluşunda onlarla birlikte savaşan kişiler, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Halep, Şam ve o günün Suriye’sine kaçıyorlar. Bu kişiler arasında Kadri Cemil Paşa, Ekrem Cemil Paşa, Celadet Ali Bedirxan, Haco Axa ki Şeyh Said İsyanı’nda devlet safında yer almış ve sonrasında Xoybun’un çalışmalarında yer almış, aydın ve ileri gelen kişiler var. Öte yandan Xoybun’u kuran birçok kişi de. Xoybun’un ilk başkanı Celadet Bedirxan’dır. 
 
Xoybun’un amacı teritoryal bir devlet, Kürdistan’ı kurmaktır. Yani artık diğer devletlere verilecek ve diğer halkları yumuşatacak ve bir şeylerin içerisinde çözüm istemek diye bir şey yok. Doğrudan teritoryal bir sınırdan bahsedilmekte ve ismi de Kürdistan’dır. Ve bununla birlikte Hawar dergisi çıkmakta. Özellikle de Celadet Ali Bedirxan’ın tutum ve uğraşlarıyla. Ağrı İsyanı devam ederken, savaşın devam ettiği bir dönemde Hawar yayınına başlıyor. Ağrı İsyanı 1930’da başlıyor, ama yer yer 35-36’lara kadar devam etmekte. Ama Hawar 1932’de çıkıyor. Öte yandan Hawar o isyanın bir rengi, portresi, fotoğrafıdır da. Elbette o dönem Hawar ulusal bir tutum ile çıkıyor ve Hawar’ın çalışmaları ulusal bir tutum çerçevesinde yapılıyor. 
 
 Modern edebiyat söz konusu olduğunda, o modernleşme tablosu Hawar’da görülebilir diyorsunuz? 
 
Evet. Hawar’da görebiliriz. Yani bana göre modern kaidelerle yazılan ilk şiir Celadet’in “Bilûra Min” (Kavalım) şiiridir. Ve Hawar’da yer alan Qedrî Can’ın modern şiirleri. Süleymaniye’de, Güney’de de olabilir, ama şuan onlardan bahsetmiyoruz. Daha çok Kuzey’den ve Kurmanci’den bahsediyoruz. 
 
Yani Hawar ile bunun yolu açılmıştır mı diyorsunuz?
 
O tutumu yol açmak olarak kabul etmiyorum. Onlarla başladı. Çünkü görünür, kurulu bir ulusal tutumu, nedeni ve her şeyiyle belirgindir. Dikkat ederseniz, yanlış hatırlamıyorsam Hawar’ın birinci sayısında Kürtçe’nin dil, edebiyat ve kültür manifestosu Celadet tarafından yazılmış. Ne yapılmalı diyor. Yazılan o şeyler belki 1800’ün başlarında, modernizm ve ulusalcılığın başlangıcında, Fransız Devrimi sonrası Avrupa’da başlamış. Aynı manifesto Almanya’da Herder (John Gottfried) tarafından da yazılmıştır. Ama farklı bir şekilde. Nedir nedeni? Diyebilirim ki orada da Alman ulusalcılığı kültüreldir. Irki ve siyasi değil. Alman ulusalcılığı ve Kürt ulusalcılığı birbirine çok yakın. Kültüreldir, yani “Almanlık” üzerine. Bizimki de “Kürtlük” üzerine. Yani Kürt ve Kürtlük. Sadece Kürtlük yetmez. Kürt de olmalısın. Bu nedenle, bu iki şairin yanı sıra Cegerxwîn de var. Klasik görünse de, klasik değil. Çünkü Kürtçeyi çok iyi biliyor ve Kürtçenin ruhuna inebiliyor. Kürtçe kafiye ve uyumu çok iyi yazdığından herkes onun klasik olduğunu biliyor. Hayır, Cegerxwîn’in şiirleri de modern şiirlerdir. 
 
Cegerxwîn için “Kürtçe sözcüğü gökten yere indirdi” ve mistik olanından arındırdı deniliyor. 
 
 Cegerxwin Kürtçe kelimeyi, Kürtçe cümleyi, Kürt kültürünü, Kürtçenin ruhunu Kürtlere mal etti. Kürtler ruhlarının bu olduğunu anladı. Bunun yanı sıra nazarımda Kamûran Bedirxan’ın, Osman Sebrî’nin ve Celadat’in öyküleri modern bir bilinç ile yazılmış ilk öykülerdir.
 
Evet. Merhum Arjen Arî’nin de dediği gibi; Cegerxwîn Kürtçe sözcüğü gökten yere indirdi. Bu çok önemli bir husus. Kutsallık insanı amacına yakınlaştırmaz. Kutsallık bir set, sınır, bir engeldir. Katı ve sert olanı insan ve amacının arasına koyar. Fakat Arjen Arî’nin bu sözle demek istediği Cegerxwin Kürtçe kelimeyi, Kürtçe cümleyi, Kürt kültürünü, Kürtçenin ruhunu Kürtlere mal etti. Kürtler ruhlarının bu olduğunu anladı. Bunun yanı sıra nazarımda Kamûran Bedirxan’ın, Osman Sebrî’nin ve Celadat’in öyküleri modern bir bilinç ile yazılmış ilk öykülerdir. Özellikle “Gazinda Xencera Min” (Hançerimin Sitemi) öyküsünün o dönemin Avrupa’yi öykülerden hiçbir eksiği yok, belki de onlardan daha ötedir de. Bunun için Hawar Modern Kurmanci Edebiyatı’nın başlangıcıdır.  
 
 Hawar’dan önce İstanbul’da bazı önde gelen Kürt şahsiyetleri birçok dergi ve gazete çıkarıyorlar. Örneğin; Rojî Kurd, Hetawî Kurd, Yekbûn, Jîn vb. Hawar dergisinin bunların bir sonucu olduğunu söyleyebilir miyiz? 
 
Elbette bir ilişkisi vardır. Ama şunu söyleyebilirim, Hawar’a neden olan Eliyê Herîrî, Xanî, Bazîdî, Cizîrî, Teyran, Bateyî’dir. Peki varlıklarının ön plana çıkma sebebi nedir? Kürdistan gazetesi ile ön plana çıkıyor. Hetawî Kurd, Jîn, Rojî Kurd, Yekbûn ve Kürd Teavün ve Terakkî Gazetesi de Kürdistan gazetesinin birer sonuçlarıdır. Bir silsile gibidirler. Eğer Rojî Kurd, Hetawî Kurd zamanında Celadet bir genç olmasaydı ve Kürtçeye kayıtsız kalsaydı, o vakit bunları düşünemeyecekti… Mesela Halil Hayali Arap Alfabesi ile Kürtler için bir alfabe yapmayı düşünüyordu. Ama Celadet daha 12-13 yaşındayken Kürtçe için Latin bir alfabe yapmayı düşündüğünü söylüyor. Dikkat et, orada Celadet bir konağın sonucu oluyor. 
 
Yani her konak/evre bir önceki konağın alt yapısıdır diyorsunuz? 
 
Evet. Her konak önceki konağın alt yapısıdır ve her konak sonrasını yaratır. Bu nedenle, eğer bu konaklar olmasaydı Hawar konağı da olamayacaktı. Hawar Ekolü de olmazdı ve Hawar çıkmayacaktı. 
 
 Hawar’dan sonra birkaç şahsi çalışmalar dışında uzun süre bir sessizlik hakim oluyor. Hawar arkasında farklı bir şey inşa etmiyor. Yani Ronahî’den sonra bir sessizlik var. Bunun nedenleri neler olabilir? 
 
Öncelikle şunu söyleyeyim; tümü birer konaktırlar. Bundan dolayı Hawar Konağı, Tîrêj Konağı, Rewşen Konağı diye isimlendiriyorum. Ama Hawar Ekolü, Tîrêj Akımı ve Rewşen Kuşağı diyorum buna. Hawar bir ekoldü ve akabinde başka bir kuşak oluşturmadı. Ronahî’den sonra öylece kaldı. Siyasi, konjonktürel, toprak ve sınırsal koşullardan kaynaklı yapamazdı. 
 
Uzun bir aradan sonra 1979’da Tîrêj yayınına başlıyor. Tîrêj için de Hawar’ın bir sonucudur diyebilir miyiz?
 
Hawar’da yer alanlar ve yazanların tümü okumuş aydın kişilerdir. Kürtlerin okumuş kesimlerinden. İstanbul’da, Osmanlı mekteplerinde olabildiğince yüksek mertebelerde okuyup bir halkın temsilciliğini yapmaya gayret etmişler ve haklarını savunmaya çalışmışlar. Bunun için üç faktöre ihtiyaç vardır, ama bunun önemli bir ayağı olan “halk” faktörü yoktu. Hawar döneminde önemli bir faktör olan “halk” faktörü eksikti. Hangi açıdan eksikti; Ağrı İsyanı’nda, Şeyh Said İsyanı’nda yani savaşta eksik değildi. Siyasi yönü de biraz vardı, ama okuma ve aydın kesimi açısından, dil ve kültür ayağı eksikti. Zaten Hawar’ın tüm çabası da bunu oluşturmaktı. O zaman şunu sorabiliriz, şayet Hawar az çok esas temelini oluşturmasaydı Tîrêj olacak mıydı? Hayır, Tîrêj olmayacaktı. Tîrêj dışında, Deng dergisi, Dicle-Firat, Dicle Kaynağı vb. dergi ve gazetelerde de, her ne kadar siyasi içerikli olsalar dahi edebi eserler de yer almaktaydı. Bunlar neye dayanıyordu? Herîrî’den Hawar’a kadar, hatta Tîrêj’e kadar tümü birbiriyle ilintiliydi, yani bir silsile gibidirler. 
 
Peki Tîrêj içinde Hawar’ın yaptıkların daha da ileriye taşımıştır diyebilir miyiz? 
 
Tîrêj’e dair çalışma yapanlar, elbet bunu farklı bir açıdan değerlendirirler; ama Tîrêj’e dair özel ve farklı düşüncelerim var. Ve şunu söyleyebilirim; Tîrêj siyasi bir harekete yakın olduğu için, o dönem ulusal bir duygu ve tutum ile bir çıkış yaptı. Fakat yine de o dönem birçok solcu, demokrat ve devrimci Kürtlerin farkında olmadığı bir şey vardı. O da Türklerin etkisinde kalmış enternasyonalizm, Kürtlerin “Kurdî” olmasına engeldi. Yani Tîrêj o “Sözde demokrat emperyal”in içinde “Kurdîbûni” bir tutumdur. 
 
 “Sözde demokrat emperyal”den kastınız nedir? 
 
Şuan nasıl ki bazı kesimler geri dursunlar diye Kürtlere ümmet üzerinden bir çözüm sunuyorlarsa, 80 öncesi devrimcilik de daima sosyalizm üzerinden bir çözüm sunuyordu; önce sosyalizm gerçekleşsin, sonra Kürtler haklarını elde edecek diye. Fakat gittikçe Kürtler geç kalıyordu. Bu benim şahsi fikrimdir. Bu nedenle onu “sözde demokrat emperyal” olarak adlandırıyorum. Ama geniş bir emperyal değil, sadece Türkiye sınırları içinde yer alan bir emperyal. 
 
Peki Tîrêj’in bu “sözde demokrat emperyal”e karşı tutumu neydi?
 
Bu emperyale karşı bir tutumdur, Tîrêj. Neden? Çünkü “Kurdîbûn”i olana işaret ediyor. İki lehçe ile çıkmakta; Kurmancî ve Kirmanckî. Hawar’da da Soranî lehçesi ile yazılar var, Kurmancî yazılar var ama Kirmanckî yazılar yoktur. Fakat Tîrêj’de özellikle Türkiye sınırları içerisinde “kurdîbûnî” bir tutum vardır, ki ‘biz Kirmanc ve Kurmanc’ız’ diyor. 
 
 Tîrêj’den sonra Rewşen ve Nûbihar gibi dergiler çıkıyor. Siz de Rewşen Kuşağı’nın bir yazarısınız. Hawar ve Tîrêj ile ilişkisine geçmeden önce, Rewşen’in tutumuna ve çıkışına dair konuşabilir misiniz? 
 
Rewşen, poskolonyal bir hareket ve çıkıştır. Niçin poskolonyal diyorum? Klasik kolonyalizmin devri bitti. O dönem bitmişti. Ama yeni bir dönem vardı ki kolonyalizmin tüm etki ve uygulamaları, emperyalizm ve sömürgecilik üzerinden farklı bir şekilde ve yeni bir metotla gerçekleşiyordu. Rewşen poskolonyal bir çıkıştır, ama Kürtler üzerinde yeni bir şey, farklı bir şey halen devam etmekte. Rewşen bu uygulamanın kırılması için bir tutumdu.
 
O dönem Nûbihar da var. Pekî Nûbihar?
 
Elbet, Rewşen’in yanı sıra Nûbihar’ı da anlamak gerekir. Rewşen’den bahsettiğimizde kuşkusuz Nûbihar’dan da bahsediyoruz. 97-98’den sonra Pelîn dergisi de çıktı. Bundan önce Diyarbakır’da Govend dergisi de çıktı. Ama netice itibariyle bu bir konaktır. O konakta edebiyat ve dil alanında iki başat dergi; Nûbihar û Rewşen’dir. 
 
Peki Tîrêj’in Rewşen üzerindeki etkisi?
 
Nasıl Hawar için Elî Herîrî, Teyran, Cizîrî ve Xanî’nin devamıdır dediysek, Rewşen de bir halka gibi Tîrêj ve Hawar’a bağlıdır. O dönemin siyasi ve kültürel konjonktüründe artık Rewşen farklı bir şey. Yani Rewşen’in değerlendirmesi farklı bir şeydir. 
 
 Dil alanında Hawar, Tîrêj’in diline nasıl bir katkı sağladı? 
 
Ruhsal “kurdîbûnî” bir hamle. 
 
 Nasıl? 
 
Tîrêj ve Hawar’ın diline baktığımızda, daha çok halk diliyle ilintili. Çok arı bir dil. Ama o kadar da zengin, geniş ve güçlü. Fakat Rewşen ve Nûbihar döneminde artık dünya koşulları değişmişti ve birçok yeni kavram oluşmuştu. O dönemin edebiyatı ve yazarları o kavramlara ihtiyaç duyuyorlardı ve onları kullanıyorlardı. Normal ve kültürel kelimelerin yanı sıra, bazı kelimeleri kullanmak zorundaydılar. Ama bu tür kelimeleri yapacak kurum ve kuruluşların olmamasından kaynaklı, o dönem yazarlar birbirlerine sorarlardı. Yani Rewşen kuşağının bir yazarı olarak diyebilirim ki, birbirimize sorardık. 
 
Ne tür kelimeler? 
 
“Kiras” (fistan, kaplama) kelimesi gibi. “Kiras” dediğimizde akla ilk gelen “fistan”, kadınların giydiği giysi gelir. Ama “kiras” aynı zamanda “rûber”dir de, mecazen “bir şeyi örtme, saklama” anlamına da gelmekte. Bu tür kelimeleri arıyorduk; acaba bir kelime yapmadan önce var  olan kelimelerden böyle bir şeyi bulabilir ve kullanabilir miyiz diyorduk. 
 
Bu tutumu nasıl tanımlıyorsunuz? 
 
Bu tutum, kendi kendini yaratma tutumudur. Yani hem var olan şeyler üzerine duruyorsun hem de o var olan şey üzerine yeniden kendini yaratıyorsun. Rewşen’in esas tutumu ve rengi budur. Bu Rewşen ve Nûbihar yazarları tarafından bilinçli bir şekilde yapılmıştır. Bu nedenle şuan baktığımızda halen de o kelimelerin mecazı Kürt Edebiyatı’nda güçlü bir şekilde kendini göstermektedir. 
 
 Rewşen’den sonra birçok dergi çıktı ve onlardan bir kaçının yayını halen devam etmekte. Bu dergilerin Rewşen’e katkısı oldu diyebilir miyiz?  
 
Rewşen’den sonra birçok dergi çıktı ve halen de çıkmakta. Nasıl bir ilerleme oluştu? Öyle bir neden ve tutuma vesile oldular ki Kürtçe yazarlık dergilerde devam edebilsin. Ama Rewşen’den daha güçlü bir şey yaratıldı mı, hayır. Fakat süreklilik açısından, bir ardıl gibi bu devam etmekte ve devam edecektir de. Belki ilerde öyle dergiler çıkacak ki, artık Kürtçe dergicilikte Rewşen’den, Hawar’dan, Tîrêj’den daha güçlü olacaklardır. 
 
MA / Rêdûr Dîjle - Dicle Müftüoğlu