Mehmet Atlı: ‘Morî Mircan’ geleneksel motifleri işleyen bir repertuar

img

DİYARBAKIR - “Morî Mircan” albümünü müzik severlerin beğenisine sunan Mehmet Atlı, albümde folklorik ve geleneksel motiflere yer verdiğini vurgulayarak, repertuarda bir denge bulmaya çalıştığını söyledi.

Kürtçe müzik severler arasında geniş bir hayran kitlesine sahip olan sanatçı Mehmet Atlı, uzun bir aradan sonra KOM Müzik’ten çıkan “Morî Mircan” albümüyle dönüş yaptı. Biri enstrümantal olmak üzere 3 geleneksel halk şarkısının bulunduğu albümde toplamda 9 parça yer alıyor. Aralarında Mihemed Şêxo’nun “Rengesmerê” ile Mazhar Kara’ya ait bir şiirin bestelendiği iki parçaya da yer verilen albüm, dijital platformlarda kullanıma açıldı. Sanatçı Mehmet Atlı, Kürt müziği ve yeni albümüne ilişkin sorularımızı yanıtladı. 
 
Yeni albümünüz “Morî Mircan” dijital platformlarda yayınlandı. Albümünüzden biraz bahsedebilir misiniz?
 
Albümde 8 şarkı var. 9’uncu bir şarkı olarak “Xatîrê te” adlı bir şarkının enstrümantal versiyonunu koyduk. Bir veda şarkısı gibi albümün sonunda genelde bir küçük enstrümantal çalışma koyuyorum. Dolayısıyla 9 parça var. Bunlardan 5’ini ben besteledim.  Bir şarkının sözleri Mazhar Kara’ya ait. Mihemed Şexo’nun bir parçası var. 3 tane de halk şarkılardan yaptığımız düzenleme var. Çocukluğumuzdan bu yana düğünlerde dinlediğimiz ‘Ziravê’ adlı parça var. Diyarbakır’da bildiğimiz şekliyle Eyşe Şan'ın söylediği versiyonu esas alarak bir düzenleme geliştirmeye çalıştım. ‘Nergis’ adlı parça var. Daha önce Koma Dengê Azadî’de kayıtları gerçekleşmiş bir şarkı. Onu yeniden güncellemiş olduk. 
 
Morî Mircan eski bir şarkı. Şarkıyı yazıp besteleyeli 10 yıl oluyor. Yani bir önceki albümüm çıktığında bu şarkı vardı, fakat repertuara alamamıştım.  “Birîn” daha ağır ve sakin bir albümdü. Şiir besteleri vardı.  O albümde özellikle 2 parça dinleyiciler tarafından çok sevildi. “Karanfil eker misin?” şarkısı, bir Diyarbakır türküsüydü. Eyşe Şan'ın bir yorumunu alıp daha güncel bir yorum katmıştım. Bir de Aram Tigran’ın “Pêşiya Malê” şarkısı çok sevildi. Ben o şarkılarda lavta çalmıştım. O şarkıların çok ilgi görmesi, sevilmesi bana ışık tuttu. Lavtayla yeni bir albüm yapabileceğimi düşündüm ve bir süre enstrüman üzerinde yoğunlaştım. En yoğun şekilde enstrüman çaldığım albümüm bu oldu. “Morî Mircan” albümünde lavta ve gitarla yapılmış besteler yer aldı. Ama daha çok bizim folklorik, geleneksel motifleri işleyen bir repertuarın bir araya gelmesiyle oluştu. 2014’te çıkan albümümden bu yana 6 yıl geçti. 6 yıl içinde bu hazırlıklar tamamlandı ve bir repertuar oluşturmuş olduk. Böylece yarısı benim şarkılarım, yarısı geleneksel şarkılardan oluşan bir repertuar çıktı ortaya. Bunun yanı sıra gitar, çello, basgitar ve ritim aletlerini, perküsyon aletlerini kattık ve çok sade bir düzenleme elde etmeye çalıştık. Aşağı yukarı bu albümün hikayesi böyle gelişti.
 
Çocukluğumdan bu yana, çalışmalarım halk müziği repertuarını ele alıp onu çeşitlendirmek, ona bazı versiyonlar katmak ya da yeni besteler yapmak şeklinde gelişti. Bu yeni bestelerimde bazılarının sözlerini ben yazıyorum, bazıları ise genelde şiirlere yapılmış şarkılar oluyor. Diğer müziklere ise kendim sözler yazdım. Söz yazmak biraz müzisyenlere zor gelen bir konu. Müzik yapmak veya melodi üretmek daha rahat ama iş söz yazmaya gelince doğrusu edebiyatla ilgili beceriler, dille ilgili beceriler önemli roller oynuyor. Bunda zorlandığımı söyleyebilirim. Albümde Kirmanckî (Zazakî) şarkılar olsun istiyorum. Beyitler halinde bir Zazaca şarkı yazmayı denedim.  Ayrıca Kurmancî sözler yazdım. Mahsar Kara’nın şiirine beste yaptım. Mihemed Şexo, Aram Tigran ve Mihemed  Arif Cizrawî gibi Kürt müziğinin öncü isimlerinin bilinen şarkıları üzerinde yoğunlaştım. Bir şeye yeni bir nefes üflerseniz bambaşka bir hal alabiliyor. “Pismamo” ve “Pêşiya Malê” parçaları böyle gelişti. Bu albümde de Mihemed Şexo’nun  “Rengesmerê” şarkısını çalıştım.
 
Daha öncede “Aylê Gulê” isimli şarkısına bir düzenleme yapmıştık. 1970 ve 80'li yılların öncü müzisyenlerini güncellemek, yeni nesillere, yeni bir sanatla duyurmak, müzikal uğraşımın başlıca boyutlarından bir tanesi. Bir de tabi ki beste yapmayı, yeni şarkılar yazmayı önemsiyorum. Bu repertuarda bir denge bulmaya çalıştım. 
 
Söz yazmak biraz müzisyenlere zor gelen bir konu. Müzik yapmak veya melodi üretmek daha rahat ama iş söz yazmaya gelince doğrusu edebiyatla ilgili beceriler, dille ilgili beceriler önemli roller oynuyor. Bunda zorlandığımı söyleyebilirim.  
 
Kurmancî başta olmak üzere çalışmalarınızla Kürt müziğine katkınız oldu. Birçok albüm çıkardınız. Sanat hayatınızla ilgili neler söylemek istersiniz? 
 
Ben Kurmancînin inceliklerini yaşamaya ve bu dilin şarkılarını albümlerime yansıtmaya çalışıyorum. Türkçeyi de kendi dilim olarak kabul ediyorum. Her ne kadar Türkçe, Kürtçeyi asimile etmek için kullanılan bir dil olsa da halklar, diller arasında gündelik hayatımızda bir ayrım yoktur. Türkçe halk şarkılarını severek yorumluyorum ama müzik hayatımda Kürtçe sözlü müziklerin açığa çıkarılması, yeniden yorumlanması, yeni sözler ve şiirlerin yazılması, bestelenmesi başlıca önceliğim. Ayrıca bizim neslin müzikle ilgili gelişimi, politik bir ortamda ve bir dil mücadelesi içinde gerçekleşti. Bu mücadele sürüyor. Kendimi bu mücadelenin bir parçası olarak sayıyorum. Birçok sanatçı arkadaşım gibi sorumluluk hissediyorum. Ama aynı zamanda yaptığımız şey müzik, müziği seviyoruz, müziğe aşığız. İnsan müzik üreten, paylaşan, çoğaltan ve yaşayan bir varlık. Bir yandan bu sizi evrensel bir ortamın parçası haline getiriyor.  Ben hem bu yerel olma halimizi hem de evrensel olma halimizi aynı anda taşıdığımızı düşünüyorum ve ikisinin de güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla yerel değerleri, ürünleri kendi bireysel üretimlerimin etrafında geliştirmek yönünde ilerleyen bir sanat hayatım var. 
 
Kürt müziğinin geldiği aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Kürt halkının özgürlük ve haklarını elde etme çabası, her şeyden önce insan hakları bağlamında okunmalı. Demokrasi ve çağdaş değerler bağlamında baktığımız zamanda hiçbir açıdan bugün bir dile engellemeler getirmenin kabul edilebilir ya da anlaşılabilir bir yanı yoktur. Bunun adı ırkçılık ve faşizmdir. Bunu yapanlar farkında olsun ya da olmasın ırkçı bir tutumu besliyorlar. Bunlara karşı da bizim mücadelemiz sürecek. Toplumda kendi direnişini, stratejilerini, kendi politik temsilleri aracılığıyla, müziğiyle, edebiyatıyla bu direnişi sürdürecek. Bu gibi yollarla bir dili baskılamanın mümkün olmadığını, bunun acı sonuçlar doğurmaktan başka bir işe yaramadığını, en iyi Kürtçe örneğinde görüyoruz. Dünyada eşi benzeri çok az görülen baskılar süregeliyor. Hala devlet aklı tarafından kabul edilebilmiş ya da içselleştirebilmiş bir durum söz konusu değil. Türkçe dışındaki dillerin varlığı halkların varlığıdır ve dolayısıyla kendi dilleriyle Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olabilme hakkı ve eşit yurttaşlar olarak bir arada yaşayabilme hakkını savunmak gerekir. Beraber yaşam ancak eşit koşullarda mümkün olur.
 
İnsanlar sokakta, eğitim sisteminde, aile hayatında, iş yaşamında birbirlerinden öğrenirler. Hayatın doğal akışı içerisinde birbirleriyle alışveriş halindedirler. Doğamız gereği birbirimizle çatışma halinde değilizdir. Çatışmayı doğuracak bir sebep ortaya çıkmadığı veya bu kaşınmadığı sürece toplumlar ve halklar barış içinde yaşama eğilimindedirler. Biz yeni nesillere neyi miras bırakmak istiyoruz? Bizden yarına neler kalmasını istiyoruz? Bir çatışma, katliam kültürü mü, yoksa bu ülkedeki bütün renkleri ve değerleri bu ülkenin zenginliği olarak kabul edip geliştirme kültürü mü? Bu soruyu bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kendilerine sormalı. En başta da yönetim yetkisini elinde bulunduranlar sormalı. Tabiî ki insanlar müziklerimizi dinliyorlar, paylaşıyorlar. Müziklerin ve dillerin bir kabahati yok. Binlerce dil var. Hepimiz aynı dili konuşacaksak bu tek tip insan anlamına gelir ki insan gerçekliğine ters bir durum. İnsanlar farklı diller, farklı yaşam alışkanlıkları, farklı dinler, mezhepler, farklı kimlikler taşır ve yaşarlar. Asimile etmek, tek tipleştirmek yönünde değil. Konserlerimizde ve müziklerimizde bunu aşmaya çalışıyoruz. İnsanlarına müziğin diliyle seslenmek, edebiyatın diliyle seslenmek ve hiç anlamasanız dahi zevk alınabileceğini göstermek istiyoruz. Bu mümkün, hepimiz bütün dilleri bilmiyoruz ama böyle diye kendimizi dünyanın birikimine ve hemen yanı başımızdaki değerlere kapatacak değiliz. Kapatırsanız kendinizi fakirleştirmiş ve yoksullaştırmış olursunuz. Her şeyden önce kendinize zarar vermiş olursunuz.
 
Bizi ortaklaştıran şeyler var. Başta dil olmak üzere ama dilde dahi çeşitlilik var. Lehçeler var, şiveler var, bölgesel ağızlar var. Köyden köye değişebilen farklılıklar var.  Aynen doğadaki çeşitliliğe benzer bir manzara sunuyor bize.  
 
Kürt müziğinde üretimi nasıl görüyorsunuz? 
 
Şunu özellikle vurgulamak istiyorum, yekpare monolitik bir Kürt kültürü yok. Farklı farklı Kürtler, farklı farklı kültürler var. Bizi ortaklaştıran şeyler var. Başta dil olmak üzere ama dilde dahi çeşitlilik var. Lehçeler var, şiveler var, bölgesel ağızlar var. Köyden köye değişebilen farklılıklar var.  Aynen doğadaki çeşitliliğe benzer bir manzara sunuyor bize. Modern hayata geldiğimizde ise medya gücüyle, ulus devletlerin gücüyle, eğitim sistemleriyle bir tek tipleştirme çabası ortaya çıkıyor. Geleneksel hayatın içerisindeki bu olağan çoğulluk, renklilik adeta törpüleniyor, baskılanıyor. Bir tek resmi dil, bir tek müzik yorumu, tek tip kıyafet, ırkçılığa, faşizme varabilen boyutlara ulaşabiliyor. Bundan kaçınmak lazım çünkü modern imkanlar, aynı zamanda bize kendi farklılığımızı, çeşitliliğimizi ortaya koyma fırsatları da sunuyor. Medya gibi araçlar özgürlük ve barış yönünde de fonksiyon gösterebilir. Ancak tam tersi, özgürlükleri daraltıp baskı aracı olarak ta kullanılabilir. Bu durumun nasıl şekilleneceği toplumsal mücadeleye bağlı. Müzikte baştan sona toplumsal bir üretim, toplumsal bir faaliyet alanı olduğu için, siyasal ve sosyal alandaki değişimlerden etkileniyor ve o değişimleri yansıtıyor. Yani müzik hem toplum hayatının içinde doğuyor hem de toplumsal hayatı belirleyen etkenlerden biri oluyor. Müzik özellikle kitleselleşebilen bir sanat. Popüler bir sanat. Kalabalıklarla yapılan bir sanat. Her durumda farklı farklı aktörlerin rol oynadığı büyük sektörlerden bahsediyoruz artık. Günümüz koşullarında biz Kürtler içinde böyle. Kürtler de dünyanın gidişatına ayak uydurmaya çalışıyorlar. Kürt sorunu diye adlandırılan şeyin temelinde bu var. Tüm dünya halkları için hak olarak görülen normal olarak görülen şeyleri Kürtlerde normal olarak talep ediyorlar. Dillerinin gelişmesini, tarihlerinin yazılmasını, kayıt altına alınmasını, önemli şahsiyetlerini, önemli kültür varlıklarının anıtlaştırılmasını, evrensel kültüre katılıp duyurulmasını istiyorlar. Her halkın istediği şeyleri istiyorlar ve engeller olmakla beraber bunu hayata da geçiriyorlar. Gelişmelerin bu yönde olmasını istemeyen politik çevrelerin bütün baskılarına rağmen müziği yaşatmaya çalışıyoruz ve başarıyoruz da.
 
Kürt müziği üzerindeki dezenformasyonu nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Halklar birbirinden etkilenir. Bir müziğin aynı zamanda Ermenicesini, Azericesini, Arapçasını, Kürtçesini, Türkçesini duyabilirsiniz. Yakın coğrafyalar benzer kültürel özellikler gösterebilirler. Dünyada kültür havzaları vardır. Bunlar hayatın normalleri. Normal olmayan şey, bu böyle değilmiş gibi davranmak, milliyetçiliğin yaptığı gibi, kafatasçılığın yaptığı gibi “en güzel şeyler bana aittir, kötü şeyler ötekilerine aittir” biçiminde bir ayrıma gitmektir. Sanki halklar ve toplumlar birbirinden öğrenemezmiş, alışveriş yapamazmış gibi ilişkileri hep bir tabi olma durumu ve egemen bir gücün diğerini belirlemesi biçiminde düşünmek büyük bir problem. Hayatın akışı içerisinde durumlar böyle gelişmiyor. Evlilikler oluyor, beraber iş anlaşmaları yapılıyor, komşuluklar ediniliyor. Ahmet Arif’in deyimiyle tavuklarımız birbirine karışıyor. Bu olağanlığı kabul etmek, saygı duymak ve bunun hukukunu geliştirmek gerekiyor. Beraber yaşamanın koşulu bu. Yoksa birbirimizin kültür ürünleri üzerinde hak iddia ederek, çalarak, çırparak, tahrif ederek, içeriğini boşaltarak, hem kendi kültürümüze hem başka kültürlere saygısızlık etmiş oluruz. Bunlar yapıldı, kısmen yapılmaya devam ediyor ancak buna karşı direnişler de var. Başka örnekler ortaya koyan bireyler, gruplar ve toplumsal kesimler de var.
 
 Siz ne kadar imkân seferber etseniz de  -büyük ekonomik güçleriniz var veya yok- reklam kampanyaları düzenleseniz de en iyi reklam, dinleyicilerimizin birbirleriyle yapacağı paylaşımlar olacak.
 Bir pandemi süreci yaşıyoruz. Şu anki ortamda albümünüzün gelişim ve dinleyiciye ulaşma aşamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Dünyanın gidişatına ayak uydurmaya çalışıyoruz. Bir yandan teknolojik olanakları değerlendirmeye ve seferber etmeye çalışıyoruz. Müzik üretiminde farklı farklı aktörler ve roller var. Burada müzik firmasına düşen roller var, medyaya düşen roller var. Biz yazarlara, sanatçılara düşen roller var. Ama en önemlisi bizi izleyen kitlelere düşen roller var. Müzik dinleyiciyle tamamlanır. Dinleyiciyle anlam kazanır. Tıpkı kitabın okurda tamamlanması gibi. Okuru olmayan bir edebiyatın zayıf kalması, bir karşılığının olmaması gibi, müzikte toplumsal olduğu için toplumun katılımı önemli. Duyurmaya ulaştırmaya çalışıyoruz. Kitlemizi geliştirmeye çalışıyoruz. KOM müziğin öngörüleri var. Albüm zaten pandemi süreci nedeniyle geç çıktı. Ekonomik sorunlarımız da vardı açıkçası. Hem sektör olarak hem de Kürt müziğine özel ekonomik sorunlar var. Bir süredir konser yapamıyorduk. Süregelen kayyım siyaseti, Türkiye’deki hakim politik atmosfer, Kürt müziği açısından hiç elverişli değil. Bu tip problemleri yaşadığımız bir ortamda bu albümü çıkarmış olduk. Albümü biraz kendi haline bırakmayı da düşünüyorum. Önce biraz kendi mecralarında aksın, dinleyiciler birbiriyle paylaşsın, böyle çoğalsın. En iyi reklamın bu olduğunu düşünüyoruz. Siz ne kadar imkân seferber etseniz de  -büyük ekonomik güçleriniz var veya yok- reklam kampanyaları düzenleseniz de en iyi reklam, dinleyicilerimizin birbirleriyle yapacağı paylaşımlar olacak. Şu sıkıntılı süreci atlatıp bir anca konserlerde buluşabilmeyi umuyorum. Bunu özlüyorum ve bekliyorum. 
 
MA / Cahit Özbek - Fethi Balaman