Düzkan'ın '05 17' kitabı raflarda: Beni yazmaya teşvik eden tarih

  • kadın
  • 09:00 2 Aralık 2018
  • |
img
İSTANBUL – Feminist gazeteci yazar Ayşe Düzkan’ın, Türkiye’de feministlerin ilk sokak eylemi olan “Dayağa Hayır” mitinginin tarihinden hareketle “05 17” ismi verdiği kitabı raflardaki yerini aldı. Düzkan, "Beni yazmaya teşvik eden şey 17.05 tarihli miting oldu" dedi. 
 
Feminist gazeteci yazar Ayşe Düzkan’ın Güldünya Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “05 17” raflardaki yerini aldı. Düzkan’ın feminizm, Kürt meselesi, Filistin meselesi, Türkiye’deki solun durumu ve Gezi Parkı eylemleri üzerine kaleme aldığı 70’in üzerinden yazısının toplandığı kitapta, daha önce yayınlanmamış yazıları da bulunuyor. Türkiye’de feministlerin ilk sokak eylemi olan İstanbul Yoğurtçu Parkı’nda, 17 Mayıs 1987’de gerçekleştirilen “Dayağa Hayır” mitinginden ismini alan kitapta Düzkan, yazılarında hiç büyük harf kullanmaması dikkat çekiyor. 
 
Düzkan bunun nedenini ise “Feminist yazarlardan, şiir dilinden, raf metinlerinden ilhamla büyük harf kullanmadan yazdım. Bu kararı alırken daha sonra bu kadar fazla yazacağımı hiç düşünmediğimi de söylemeliyim. İleriki yıllarda hayatımı başka insanların imlasını düzelterek kazandığım oldu ve büyük harfin, yazı için ne kadar gereksiz olduğunu gördüm” sözleri ile açıklıyor. 
 
Kitabın içeriğine ilişkin bilgi veren Ayşe Düzkan ile ilk sokak eyleminden bugüne feminist mücadeleyi konuştuk.
 
‘17.05 TARİHİ TEŞVİK ETTİ’
 
1980 öncesinde siyasetle ilgilenmeye başlayan ve kendisini yazmaya teşvik eden sürecin 17.05 tarihli miting olduğunu dile getiren Düzkan, bu mitingle birlikte Türkiye’de feminizmin bir hareket halini aldığını belirtti. Kitapta yer alan yazıların 2000’lerden bu yana kaleme aldığı yazılar içinden derlediğini belirten Düzkan, “Yazılarımın güncel şeyler olmasını istedim. Bir kısmı feminizm üzerine, bir kısmı Kürt meselesi, Türkiye’deki sol, Gezi Direnişi ve bir kısmı da Filistin meselesi üzerine. Bunlar benim bir yazar olarak odaklandığım konular. Bunları da feminist bir metodoloji ile yazdığımı düşünüyorum. Kişisel deneyimlerimi aynı zamanda bilimsel veriyi bir arada tutarak yazmaya çalıştım. Ölenlerin ardından yazdıklarım var. Şirin Tekeli, Kate Millet, Suphi Nejat için de var. Daha önce beni hiç okumamış olanlar belki pek karşılaşmadıkları fikirlerle karşılaşabilir. Okuyanlar için yeni yazılar var. Kitabın girişinde radikal ve devrimci feminizmle ilgili konuşma metnim var. Okuruma biraz da olsa bir okuma keyfi verebilme borcum olduğuna inanıyorum” dedi.
  
‘İLK DEFA BİR TOPLULUĞA HİTAP ETTİĞİM YILDI’
 
Çok küçük yaşlarda siyasetle ilgilenmeye başladığını anlatan Düzkan, ismini verdiği 17 Mayıs tarihine ilişkin de şu anılarını paylaştı: “17 Mayıs 1987 yılı kadın kurtuluş hareketi açısından çok önemli bir momentti. İlk sokak eylemi ilk kampanyanın başlamasıydı. İlk kampanya da dayağa karşı kampanyaydı. Benim açımdan da hayatımda ilk defa kalabalık bir topluluğa hitap ettiğim yıldı. Daha sonra videosunu izledim. Sesim titriyor ve hamileydim. Kürsü bir minibüsün üstüydü.  Annem aşağıdan ‘dikkat etsin hamile’ diye uyarıda bulunuyordu. 1987 yılında ilk 8 Mart yasadışı bildiri dağıtılmış, ilk feminist dergiyi çıkartmışız, ilk yürüyüşü yapmışız. Ama 05 17 bu anlamda çok önemli. Bu tesadüf bana ilham verdi ve kitaba da bu ismi koymak istedim.”
 
‘YAZDIKLARIMLA OKURU DÜŞÜNDÜRTMEYE ÇALIŞTIM’
 
Okuru heyecanlandıracak, “vay be ben de tam bunu söylemek istiyordum” diyecek duyguları ifade etmeye çalışmadığını dile getiren Düzkan, kitapta yazdıklarıyla okuru düşündürtmeye çalıştığını söyledi. Düzkan, şöyle devam etti: “Kitapta çok fazla dillendirilmeyen ve başka yazarların yazmadığı şeyleri yazmaya çalıştım. İslami hareket üzerine de yazdım. Bu kitap bir manifesto değil. 1980’lerin başında feminist olarak tanımladım kendimi. Sol okumalarını çok önce yaptım. 1990’larla birlikte hayatıma Kürt meselesi girdi. Daha önce de üzerine düşündüğüm konuydu ama somut olarak bir gazeteci olarak bu meseleyi tanımaya çalıştım. Leyla Halid’i tanıyordum ama daha somut olarak tanımaya başladım. Ben sömürgecilik meselesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu birçok feminist yazar feminizmle bağlantılı olduğunu düşünüyor. Farklı sömürü ve ezilme şekillerini de varsayarak hareket etmek meselesi. Bu benim için düşünsel tanım oldu. Bir yandan da yazdığım yazıların bir kısmı Kürt mecralarda yazılmış yazılar. Bunun sebebi sadece benim tercihim değil onların bana sayfalarını açmış olması.” 
 
’17 MAYIS ÖNEMLİ BİR TARİHTİ’
 
17 Mayıs tarihinde ilk dayağa karşı sokak eyleminin gerçekleştiği yıllarla şimdiki sürecin de karşılaştırmasını yapan Düzkan, mücadele açısından çok şeyin değiştiği görüşünde. Düzkan, bu görüşünü de “O miting örgütlenirken insanlar ‘20 kişi de olsak tamam’ diyorlardı. O noktadan hemen hemen her il ve ilçede bir kadın örgütlenmesinin olduğu ve her türlü şiddete karşı mücadele ettiğimiz bir noktaya geldik. 1987 yılı Türkiye’nin yeni tanıştığı çok genç bir hareket olan feminizm için önemli bir tarihti. O açıdan baktığımızda çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Hayatta en gurur duyduğum şeylerden biri de bunun bir parçası olmaktı. Biz sadece koca dayağını akıl ediyorduk o zaman. Daha sonra aile içi şiddet boyutlarını öğrendik. Kendi ülkemizle ilgili bir sürü şey öğrendik ama aynı zamanda erkek şiddeti de arttı. Sokaklar o yıllarda biraz daha güvenliydi. Şimdi sokaklar çok daha güvensiz. Çünkü özgürleşme mücadelesi yükseldikçe her yerde olduğu gibi baskı da artıyor. Bu baskı tekil erkeklerden geliyor. Erkek şiddeti yükseldi. Devletin de kadın düşmanlığının yükseldiği döneme girdik bu iktidar ile birlikte.  Devlet erkeklerin yanında duruyor” sözleriyle açıkladı.
 
‘KADINLARIN ÖZGÜRLÜK SÖZÜ HOŞA GİTMİYOR’
 
25 Kasım günü Taksim Tünel’de kadınlara dönük yaşanan müdahaleyi de hatırlatan Düzkan, şunları dile getirdi: “BM’nin kabul ettiği bir günde kadınlara yönelik nasıl bir şiddet gösterildiğini gözlemledik. Orada yasak olan ne? Her zaman yürünmüştü. Yürünse devletin bekasına ne olabilir? Kadınların özgürlük sözü iktidarın hoşuna gitmiyor. Bu çok açıktır. Gaza rağmen kadınların direnmesi, oradan ayrılmaması önemliydi. O kalkanları ittiler. Kaldılar ve istedikleri şekilde dağıldılar. Bu sadece kadınlar için değil bu ülkede yaşayan herkes için unutulmayacak bir şey. Dönüşümü başlatacak güçlerden birinin kadınlar olduğu bir kez daha görüldü.” 
 
‘DEVRİMİMİZ ÇOK YÖNLÜ İLERLEYECEK BİR DEVRİM’
 
Düzkan devamla verilmesi gereken feminist mücadelenin yol ve yöntemlerine ilişkin de şunları söyledi: “Öyle şeyler söyleyip yapıyor ki politik olmayan kadınlar dahi artık ne diyor ne demiyor bakmadan birlikte hareket ediyorlar. Sokak eylemliliği bence çok önemli. Bu alanın muhafaza edilmesi için önemli ama bu yetmez. Başarılı bir eylem yapmak yetmez. Biz böyle bakamayız. Biz sonucu olmasını beklemeliyiz. Sonuç aldığında somut kazanımlarla alanımızı genişlete genişlete bir devrim yapacağız. Kamusal alanı da boş bırakmamak lazım. Meclis çok işlevsizleşti ama oradaki vekillere de çok şey düşüyor. Kamusal ideolojiyi geliştirmeliyiz. Kadına yönelik şiddetin yapılmaması gereken bir şey olduğunu kabul edilmeyecek şekilde değiştirmemiz lazım. Erkekleri değiştireceğiz, kadınları güçlendireceğiz. Uzun vadeli amacımız bu. Burada bir şey daha olduğunu düşünüyorum. Kadına yönelik şiddet patriyarkanın kendisi değil bir sonucu. Baskı sömürü ilişkilerinin devam etmesi için vardır. Dolayısıyla şiddeti tamamen engellemek mümkün değil. Bu ilişkileri değiştirmezsek. O anlamda kadınların güçlendirilmesi meselesi devreye giriyor. Kadınların erkeksiz ve patriarkaya mahkum ilişki biçimlerine bağlı olmadan yaşayabilmesi hem ideolojik hem de toplumsal mekanizmaları kurmak çok önemli. Burada sanata da edebiyata da çok şey düşüyor. Bizim devrimimiz çok yönlü ilerleyecek bir devrim. Kitapta biraz da bunlar var.”
 
MA / Necla Demir