'Mültecilik durumu cinsel istismar riskini artırıyor’

  • kadın
  • 09:01 23 Ağustos 2018
  • |
img
 
İSTANBUL - Mültecilik ve göçmenlik durumunun doğrudan cinsel istismar riskini artıran bir faktör olduğunu söyleyen KADAV gönüllüsü Özgül Kaptan, "Yapılması gereken cinsel istismara karşı önleyici politikaların hayata geçmesi için uğraşmak olmalı" dedi. 
 
Urfa'daki Telhamut Mülteci Kampı ile tekrar gündeme gelen mülteci kadın ve çocukların maruz kaldıkları işkence ve kötü muameleyi, bu alanda çalışmalar yürüten Kadın Dayanışma Vakfı (KADAV) gönüllüsü Özgül Kaptan ile konuştuk. 
 
‘258 MİLYONUN BÜYÜK BİR BÖLÜMÜ KADIN VE ÇOCUK’
 
Geçim kaynaklarının eşit paylaşılmamasından doğan yoksulluk, savaş, şiddet ve afetler sonucu göç etmek zorunda kalanların sayısının 2017 sonu itibariyle 258 milyon olduğu bilgisini veren Kaptan, başka bir yerde yaşama yeniden tutunmaya çalışan bu insanların büyük bir bölümünün kadın ve çocukların oluşturduğunu söyledi. 
 
Kaptan, göç etmek zorunda kalınması sonucunda ortaya çıkan tabloya ilişkin de şunları söyledi: “Mülteciler, bir başka ülkenin sınırını aşmayı başarmışlarsa eğer; dilini, kültürünü, hukukunu bilmedikleri bir ülkede, bir hukuki statüye sahip olmak, barınmak, geçim kaynaklarına erişmek, çalışmak, sağlık ve eğitim hizmetleri gibi temel ihtiyaçlara sıfırdan erişmeye çalışıyor. Tabii ki gittikleri ülkenin göç politikalarının türlü çeşit sınırları dahilinde. Ve tabii ki zorla yerinden edilen 68 buçuk milyon bu durumu daha da ağır yaşıyor. Yaşamaya tutunma çabasının üzerine; ayrımcılık, hor görme, dışlama dahası yabancı düşmanlığı ekleniyor. Daha ötesi mağduriyetlerinin her çeşit sömürü biçiminin elinde fırsata dönüştürülmesi karşısındaki sahipsizlikleri… Ucuz işgücü, fuhuşa sürüklenmeleri, ilk akla gelen sömürü biçimleridir. Ve tabii ki bu durumdan en çok etkilenenler; kadın, çocuk ve kendini ikili cinsiyet sistemi dışında tanımlayan bireyler oluyor.” 
 
‘KAMP YAŞAMI KADINLAR İÇİN EKSTRA SORUN’ 
 
Kampların yıllardır sivil toplum denetimine açık olmadığına vurgu yapan Kaptan, evrensel standartlara göre kamplarda yeniden yerleştirmenin en fazla bir ay süreyle olması gerekirken Türkiye’de bunun örneklerinin 8 yıl olduğunu söyledi. Kaptan, “Son 2 yılda sayısı epeyce azaltıldı, yüzde 5’lere düşürüldü; ama halen Temmuz 2018 tarihi itibarıyla 210 bin 177 kişi kamplarda yaşıyor. Kamp yaşamı, özellikle kadınlar açısından ekstra sorunlar barındırıyor. Özel alanları kalmıyor, bir çeşit kamusal alanda olmaktan kaynaklı üzerlerindeki muhafazakar baskı artıyor. Sosyalleşme ve üretme olanaklarından yararlanamıyorlar. Taşıdıkları gündelik hayatın iş yükü kamplarda daha da ağırlaşıyor” dedi. 
 
MÜLTECİ KADINLARA TOPLUMUN BAKIŞ AÇISI
 
Mülteci kadınlara ve özelde de Suriyeli kadınlara toplumun bakış açısının toptancılık, bilimsel düşünmeme, insan hakları bilincine sahip olmama, mağduriyetten yararlanma gibi yaygın hallerden kaynaklandığını belirten Kaptan, “Her şeyden önce tek tip bir ‘Suriyeli’ kadın yok. Geldikleri ülkeden getirdikleri pek çok farklı kimlikle birlikte buradalar. En çok kulağı tırmalayan durum, bütün Suriyeli kadınların Türkiyeli erkeklerle evlenmek için beklemekte can atmakta olduğu varsayımı. Bunun bir de ‘iyilik’ yapmak üzerinden konuşulması akıllara zarar. Otobüste, parkta, ATM kuyruğunda bile bu varsayım üzerinden konuşulduğuna tanık olabiliyorsunuz” diye ifade etti. 
 
‘MÜLTECİLİK CİNSEL İSTİSMAR RİSKİNİ ARTIRIYOR’ 
 
Mültecilik ve göçmenlik durumunun doğrudan cinsel istismar riskini artıran bir faktör olduğunu dile getiren Kaptan,  bu durumu ortaya çıkaran nedenleri, “Hak aramaya cesaret edemeyecekleri varsayımı var olan cezasız kalma ihtimaline ekleniyor ve bu durum potansiyel failleri otomatikman cesaretlendiriyor. Sınır dışı edilme, hak ararken başka ayrımcılıkla karşılaşma, dışlanma, damgalanma korkuları ve haklarını bilmeme nedenleriyle şiddeti açık edemeyecekleri bilgisi, bütün mülteci ve göçmen kadın ve çocuklar için en büyük risk kaynağıdır. ‘Evlilik’ adı altında meşrulaştırılan çocuk ve ikinci eş olarak evlendirilmeye razı edilme durumunu ayrıca konuşmak gerek. Türkiye Cumhuriyeti (TC) yasalarına ve uluslararası sözleşmelere rağmen ‘kültüre saygı’ adı altında meşru kılıfa büründürülen bu evlilikler, aslında katmerli sömürüdür. Rızaları çeşitli kültürel araçlarla inşa edilerek veya zorla evlendirilen bu kadın ve çocuklar bize göre cinselliği ve emeği sömürülen insanlardır” sözleriyle açıkladı. 
 
‘İSTİSMARA KARŞI ÖNLEYİCİ POLİTİKALAR HAYATA GEÇMELİ’
 
Urfada’ki Telhamut Mülteci Kampı'nda mülteci kadınların fuhuşa zorlandıkları skandalına ilişkin de Kaptan, “Yapılması gereken, cinsel istismara karşı önleyici politikaların hayata geçmesi için uğraşmak olmalıdır. Önleyici politikalar derken, her şeyden önce cinsel istismarın bir takım münferit sapkınların yaptıkları bir eylemden ibaret olmadığı gerçeğinin altının çizilmesi gerekiyor. Cinsel istismar da dahil cinsiyet temelli her türlü şiddet, cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanır ve sadece cezai yaptırımlarla önlenemez” dedi. 
 
‘DAHA ÇOK KADIN DAYANIŞMASI’
 
Kaptan, verilmesi gereken mücadeleye ilişkin şunları söyledi: “Her şeyden önce, cinsiyet temelli her türlü şiddetle mücadelenin Türkiyeli, Afganlı, Suriyeli, Afrikalı, Avrasyalısı olmadığını, olamayacağını söylemek gerek. Şiddetin ana nedeni aynıdır. Sonuçlarıyla ilgili koruma önlemleri de aynı olmak durumundadır. Şiddeti önlemek denince, potansiyel faillerin eğitimine odaklanma eğiliminin arttığını gözlüyoruz. Yani erkeklerin eğitilmesi konusu daha çok dillendirilir oldu. Bunun toplumsal cinsiyet eşitliği bilincinin bütün cinsiyetler nezdinde artmasına katkısı elbette olabilir; ama kesinlikle yapılacak ilk iş değildir. Çünkü bahsettiğimiz toplumsal cinsiyet temelli şiddet güç ilişkileri silsilesi içerisinde oluşmaktadır. Bu yüzden de kadınların güçlenmesi dışında bir yol yok. Güçlenmeden kastımız, tabii ki sadece ekonomik değil. Bunun için de daha çok kadın dayanışması diyoruz.”
 
MA / Necla Demir