'Kadın bedenine olan nefretin kökeni cadı avlarına dayanır'

  • kadın
  • 09:25 25 Şubat 2018
  • |
img

İSTANBUL - Kadın ve çocuklara yönelik artan saldırıların tarihsel köklerine dikkat çeken sosyolog Feryal Saygılıgil, “Cadı avlarından itibaren kadının bedenine olan nefretle vücut bulan tarihsel süreçten söz ediyoruz. Kadınlar patriarkal, kapitalist, muhafazakar ve militarist bir sistemle karşı karşıya” dedi. 

Kadın ve çocuklara dönük artan saldırılar karşısında hükümet kanadından yapılan açıklamalar ve ileri sürülen çözüm yöntemleri tepki toplamaya devam ediyor. En son 10 Şubat’ta Adana’da 3 yaşındaki bir çocuğun cinsel istismara uğraması ve ardından gelişen tepkilere, feminist sosyolog Feryal Saygılıgil, şiddetin tarihsel köklerine dikkat çekti. 
 
'KÖKENİ ÇOK ESKİ’
 
Yaşanan bütün istismar, taciz, tecavüz ve katledilmelerin politik olay ve cinayet olduğunu vurgulayan Saygılıgil, “Cadı avlarından itibaren kadının bedenine olan nefretle vücut bulan, bununla somutlaşan tarihsel süreçten söz ediyoruz. Bu kimi zaman daha azalıyor ya da birtakım mücadeleler sonucunda veya birtakım hakların kazanılmasıyla azalıyor. Örneğin Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’e geçiş süreci ya da şimdi yaşadığımız yine siyasi anlamdaki geçiş sancıları çekilen dönemde en çok kadınlar, yoksullar, sesi çıkmayan, kıyıda kalanlar açısından en zor dönemler oluyor. Deniyor ya birileri bedel ödüyor. Eğer mücadele kazanılacaksa birileri bedel öder. Ama en ağır bedeli ödeyenler bu söylediğim kesimler ve özellikle kadınlar ve çocuklar oluyor. Çünkü pek çok anlamda onlar etkileniyorlar. Hem en kötüsü bedenleri ortadan kaldırılabiliyor. Ağır bir süreç ve belki bu dönem bizler açısından zor olan bu mücadelenin ne kadar süreceğini kestiremememiz. Ne kadar ağır bedeller ödeyeceğimizi, ne kadar kişinin ocaksız kalacağı, yerinden yurdundan edileceği süreci… Bunu çok göremediğimiz bir dönem ve belki onun için görememekle birlikte o güç ve bilenme ve yan yana durma hali artıyor. Birileri bunu daha keskinleştirdikçe daha kendileri açısından vebali çok zor bir duruma getirdikçe bizlerin dayanma ve yan yana olma gücü artıyor. Çünkü elimizde olabilecek başka bir şey yok” diye konuştu. 
 
'EN VAHŞİSİNİ YAŞIYORUZ’
 
Patriarkal kapitalizm denilen sürecin en vahşisinin yaşandığını ve ek olarak şimdilerde buna muhafazakarlık ve militarizmin eklendiğini belirten Saygılıgil, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yani patriarkal, kapitalist, muhafazakar, militarist bir sistemle karşı karşıyayız. Eksik hiçbir şey yok sistemi vahşileştiren. Modernleşmeye geçişle birlikte o bütün nüfus politikaları, kadınların kaç çocuk yapmaları gerektiği, söz haklarının olup olmadığı hep erkekler tarafından belirlenen bir süreçten bahsediyoruz. Yasal olarak kadınların yurttaşlıktan men edilmeleri yani Fransız Devrimi… Bize ne kadar özgürlüğe geçiş gibi gözükse de, tarih kitaplarında öyle okutulsa da biz biliyoruz ki kadınlar o dönem yurttaş olarak kabul edilmediler. Böylelikle mücadeleleri sokakta başladı. Bu, söz hakkı mücadelesiydi. Hak arama mücadelesi içinde katledilmeleri de bu süreçte başladı diyebiliriz.” 
 
'ERİL DÜŞÜNCE KORKUYOR’
 
Militarizmin ve savaş çığırtkanlığının yeniden tırmandırıldığı ve kadınlara yansımasının olduğu bir sürece girildiğini ifade eden Saygılıgil, şöyle devam etti: “Bu coğrafyada uzun bir süre bitmeyecek bir süreçle baş başayız. Kadınlar güçlüler aslında. Bunu, özgü ya da metafizik bir şeye dayandırmıyorum. Erkek eril düşüncenin kadınlardan korkusu tam da bu. Patriyarkanın beş sacayağı var. Cinsellik, emek, kültür, devlet ve şiddet… Bu, aslında Silvia Walby'in tanımlaması. Böyle baktığımızda devletin benimsediği ve kendini var ettiği dil, kadınları baskı altına alarak oluyor. Patriyarkanın erkek aklı, her şeyi bilen, olmuş bitmiş, yapılanmış çok üstte bir yerde. Bu üstte bir yerde olarak görmesi kadın açısından avantajlı. Çünkü kadın hiçbir zaman kendini olmuş, bitmiş, tamamlanmış çerçevesi sabit bir özne olarak görmüyor. Dolayısıyla gelişime ve oluşuma her zaman açık. Cinsel sözleşmenin o heteroseksüel biçimde nasıl oluştuğu ‘Türklük Sözleşmesi’ne benzer. Yani görünür olan Müslüman, Türk, Sünni erkeksen zaten görünür olansındır. Kendini anlatmak gibi bir derdin yoktur. Kürt’sen, Ermeni’ysen, LGBTİ ya da kadınsan hiçbir söz söyleme hakkın yoktur. Zaten bedenini de tüm saldırılara açık hale getiriyorsun. Savaş bölgesinde ol ya da olma muhalifsen bütün saldırılara açık durumdasın.” 
 
'EN ÇOK KADIN VE ÇOCUKLAR ETKİLENECEK’
 
Savaşın aynı zamanda beden politikaları dışında sürüklenmek, sürülmek, yerinden yurdundan edilmek anlamına geldiğini de hatırlatan Saygılıgil, savaşın sonuçlarına vurgu yaptı: “Biliyoruz ki savaşlarda eğer hasbelkader kurtulmuş isen yine kolay olmayacak. Başka bir kültürle, başka bir yönetimle, hiç alışkın olmadığın yurdundan çok farklı bir yerle karşılaşman ve hemen adapte olma süreci anlamına geliyor. Yine her şeyi senin düşünmen anlamına geliyor. Yapılanman, asimile olmaya zorlanman, dilini unutmaya zorlanman demek aynı zamanda. Bu süreçten en çok etkilenecek olan ise kadın ve çocuklar ne yazık ki.” 
 
'OTOSANSÜR UYGULUYORSAN SOKAKLAR SENİN DEĞİL’
 
“Türkiye ve batıda sağ politikalar şiddet kazanmış durumda ve sanki daha da hızlanacak gibi görünüyor” diye devam eden Saygılıgil, kadınların son zamanlarda çeşitli kampanya ve eylemlerle dünyanın her yerinde ses çıkarmaya başladığını ve kadın düşmanı politikalara itiraz ettiğini hatırlattı.   Saygılıgil, “Böylelikle kadınlar daha fazla sokağa çıkmak durumunda kalıyor. Bir yerinden bu politikalar dokunuyor. Maçka Park’ında şort giydiği için ya da spor yaparken saldırıya uğrayan kadınlar gerçeği var. Öğrencilerime ara ara ‘herhangi bir yerde kaça kadar özgür rahat bir şekilde sokakta bulunuyor ve bundan rahatsızlık duymuyorsun?’ diye soruyorum. Eğer kendine herhangi bir oto sansür uyguluyorsan sokaklar senin değildir. Senin değilse hiçbir kadının değildir. Sokakta özgür olmayacaklarını düşündükleri için de bugün kadınlar sokaklara ve meydanlara çıkmaya devam ediyor” diye belirtti.
 
8 MART’A ÇAĞRI
 
Yaşanan tüm baskı ve saldırılara karşı kadınların mücadele etmekten vazgeçmediğini kaydeden Saygılıgil, OHAL’e rağmen geçen seneki 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde ortaya çıkan görüntüyü anımsattı. Saygılıgil, “Bu, hepimize çok iyi gelmişti. Geçen 8 Mart’ta da beklemiyorduk bu kadar kalabalık olacağımızı. Bir şeyin üzerine ne kadar çok gidersen ne kadar bastırmaya gidersen bu yöntem işe yaramaz” dedi. 
 
Saygılıgil, kadınların bu yıl 8 Mart’ta neden alanlarda olması gerektiğini ise şu sözlerle ifade etti:  “Başta artan erkek şiddeti, ekonomik özgürlük için. Çünkü bir yandan kadın istihdamı arttı gibi gözüküyor ama bu aslında çok doğru değil. Kadın istihdamı belli alanlarda artmış, mesela girişimcilik pohpohlanıyor özendiriliyor; ama bir yandan da imalat sektörünün durumunu biliyoruz, fabrikalar kapatılıyor. Zaten Suriyeli iş gücünden dolayı ucuz iş gücü bile demek istemiyorum. Kadınlar karın tokluğuna ya da seks işçisi olarak çalıştırılıyor. O yüzden ‘emeğimiz bizimdir’ sloganı her dönem bizim için çok önemli. Hem görünmeyen ev içi emek hem dışarıdaki emeğimiz için orada olmalıyız.  Ekonomik özgürlük olmadan cinsiyetçi iş bölümünün de ortadan kalkması mümkün değil çünkü.”  
 
MA / Necla Demir