‘Virüs devlet yanılsamasını ortaya çıkarttı’ 2020-03-25 09:10:37 ANKARA - Ekonomi politikçi Mustafa Durmuş, koronavirüsün ortaya çıkardığı önemli sonucun “devlet yanılması” olduğunu belirterek, “Kapitalizmin ne kadar akıl dışı, toplum karşıtı, emek karşıtı bir sistem olduğu sonucunu çıkartmak, çok önemli bir kazanım olabilir” dedi.  Dünya genelinde koronavirüs vaka sayısı 400 bine yaklaşırken, dünya devletleri, hastalıkla mücadelede adı altında çok sayıda tedbir aldıklarını açıkladı. Devletlerin virüsle mücadele adı altında açıkladığı tedbirler sağlığın korunmasıyla bağdaşmayan büyük oranda sermayeyi ve piyasayı kurtarma biçiminde. ABD başta olmak üzere birçok devlet bankası, faizleri olabildiğince aşağı çekerken, hükümetler sermayeye dönük art arda paketler açıkladı. Sürecin dışında tutulan ve üretimin en önemli halkası olan işçi ve emekçi kesimler ise işten çıkartılma, ücretsiz izin ya da sağlıkları hiçe sayılarak çalışmaya zorlandı.    Ekonomi politikçi Mustafa Durmuş ile alınan ekonomik tedbirleri, sistemin ekonomik görünümünü, yurttaşların temel çıkarları devlet çıkarları arasındaki çelişkiyi konuştuk.   Koronavirüsün ortaya çıktığı günden bu yana konuya ilişkin hazırladığınız dosyalarda insanın doğa üzerinde kurduğu tahakkümü işaret ediyorsunuz. Bu fikri biraz açar mısınız?   Aslında virüsün hayvanlardan insanlara geçtiği yönündeki bilgi ilk günlerden beri bilinen bir şey. Buraya kadar tamam. Ama burada bir sorun, bir soru var. Virüs neden hayvanlardan insanlara geçiyor. Burada asıl sorun kendini ele veriyor. İnsanın doğa ile kurduğu ilişki ve içinde yaşadığımız üretim tarzının gereklilikleri bu tür virüs geçişlerini açıklayacak nitelikte. Daha açık olarak ifade edersek, endüstriyel tarım ile tarımın kendi doğasından kopartılması, insanın varoluşundan bu yana tarımla kurduğu doğal ilişkinin bozulması, kâr amaçlı hale dönüştürülmesi, tarım alanında yaygın bir biçimde gübre ve diğer kimyasalların kullanılması, tarımdaki ve beraberinde ekolojideki bozulmayı bize anlatıyor.   Kapitalizmin insan eliyle doğayı tahakküm altına almak istemesi ve doğayı metalaştırması sonucu böylesi virüslerin insan hayatını tehdit etmesi söz konusu.    Bu gerçeği ortaya atanlardan biri de Karl Marx idi. Kendisi bu duruma “metabolik yarılma” diyor. Marx bu teorisinde köylülerin topraklarında kopartılması, metropollere sanayi işçisi olarak atılması ve ucuz gıdanın temin edilmesi, tarımdaki verimliliği arttırılması için kullanılan kimyasallardan söz eder.    Buradaki amaç da kentlerdeki kar oranlarını zenginleştirmek ve sermaye birikimlerini hızlandırmaktır. Yani sermaye birikiminin ihtiyaçları ile kapitalizmin ihtiyaçları insanın doğa üzerindeki hakimiyetini ve onun varoluşu ile kurduğu ilişkiyi tamamen tüketmesi ve kar amaçlı hale getirmesi söz konusu. Netice itibariyle kapitalizmin insan eliyle doğayı tahakküm altına almak istemesi ve doğayı metalaştırması sonucu böylesi virüslerin insan hayatını tehdit etmesi söz konusu. İnsanla-doğa arasındaki ilişkiyi ele almadan, virüsleri anlamanın mümkün olmayacağını düşünenlerdenim.     Virüsün pandemi haline dönüşmesi ile sistem sürdürülemez bir noktaya geldi. Sistemdeki bu çaresizliği göz önüne alırsak, koronavirüs sistemin hangi çelişkilerini ortaya koydu?   Bu olay bir kere sistemin ne kadar kırılgan olduğunu ortaya çıkardı, bu çok net. İki türlü kırılganlıktan bahsedeceğim. Bunlardan bir tanesi sağlık alt yapısının ne kadar zayıf ve sağlık harcamalarının ne kadar yetersiz olduğunu ortaya çıkardı. Böylece virüs insanlığın başına ciddi bir bela oldu. Oysa sağlığın alt yapısı yeterli olsaydı sağlıkta böylesi özelleştirmeler olmasaydı, sağlık böyle metalaştırılmamış olsaydı, insanlık virüsle çok daha kolay baş edebilirdi. Sağlık sistemini metalaştırmış, özelleştirmiş olan ABD, İtalya ve diğer batılı ülkelerin çok büyük bir kısmı virüs karşısında tutuştular. Hala da bırakın virüsü engellemeyi, yayılma hızını da yavaşlatamıyorlar. Bu öncelikle sağlık sistemindeki çatlağın ne kadar derin olduğunu, kapitalizm ortamından insanların ne kadar sağlıksız koşullarda yaşadığını ve sağlık sorunlarına karşı ne kadar çaresiz olduklarını gösteriyor.     İnsanlığın kapitalizm ortamında sağlık sorunlarına karşı çaresizliğini biraz açabilir misiniz? Bu durum her kesim için geçerli midir?   Aslında bu virüsün ortaya çıkardığı çelişkilerden biri de zengin yoksul çelişkisi oldu. Bu virüs her ne kadar zenginlere, özellikle yaşlı kesimleri hasta ediyor olsa da oranlandığı taktirde salgına yakalanan çok büyük bir kesiminin yoksul kesimler olduğunu görüyoruz. Ayrıca bu virüsle mücadele konusunda da yoksulların elinden çok fazla araç yok. ABD’de olduğu gibi zenginler 500 dolar gibi çok büyük paralarla test yapabiliyorlar ama yoksulların özellikle de sigortası olmayanların o hizmeti alabilmeleri mümkün değil. Yine zenginlerin kendilerini koruyabilmek için virüsün yayılma hızının az olduğu dağlık bölgelerine gitmeleri, toplu taşıt kullanmak zorunda kalmamaları gibi imkanları varken, yoksullar ve emekçilerin böyle bir şansı yok. İşçiler 300-500 kişilik fabrikalarda iç içe üretime devam etmek zorundalar. Tüm bu örneklerle yola çıktığımızda bu virüs emek ve sermaye ya da yoksul ile zengini ciddi bir şekilde ikiye ayırdığını ortaya koyuyor.   Yine virüs bir devlet yanılsamasını ortaya çıkardı. Devletlerin virüse karşı aldığı önlemler, tüm toplumun eşit olarak faydalanabileceği önlemler olarak sunulduysa da böyle olmadığı ve devletlerin sınıfsal karakteri bir kez daha ortaya çıktı. Bazı yönetimler ilk zamanlarda virüsü fazla ciddiye almadılar hatta umursamadılar. Bu da haliyle ölümlerin çok fazla olmasına sebep oldu. Bazı devletler ise sorunu ikinci, üçüncü, dördüncü sıraya almaya başladılar. Virüs yayıldığında ABD’nin ilk aklına gelen faizleri düşürmek oldu. Böylece borsaları ve finansal piyasaları kurtarmak istediler. Yine vergi indirimleri hem Türkiye’de hem de dünyanın başka yerlerinde sanayi şirketlerini kurtarmak için kullandı. Buna karşılık sağlık için çok az önlemler alındı. Yine işçileri koruma gibi bir çabaya girmediler. İşçileri ücretli izne tabi tutmadılar. Bu da aslında hükümetlerin virüs karşısında nasıl bir tutum aldıklarını, bu anlamda bir başka çatlağın olduğunu da ortaya çıkarttı. Netice itibariyle bu virüs kapitalist toplumların ya da yönetimlerin göklere çıkardığı piyasalar üzerinde toplumu dizayn etme fikrinin ne kadar akıl dışı ve geçersiz olduğunu ortaya koydu.    Bu durumlarda kapitalizmin ne kadar akıl dışı, toplum karşıtı, emek karşıtı bir sistem olduğunu, sosyal hizmetlerin karşılanamadığı sonucunu çıkartmak, çok önemli bir kazanım olabilir.    Yurttaşların temel ihtiyaçlarıyla bu denli uyumsuz hareket eden devlet olgusunu sorgulama zamanı bir kez daha geldi diyebilir miyiz?   Bu dönemler insanların zaman zaman bu olayları sorgulaması için bir fırsat anlamına da geliyor. Bu durumlarda kapitalizmin ne kadar akıl dışı, toplum karşıtı, emek karşıtı bir sistem olduğunu, sosyal hizmetlerin karşılanamadığı sonucunu çıkartmak, çok önemli bir kazanım olabilir. Yine bu dönemlerde sınıfsal karakterlerin çok fazla ortaya çıktığı görüşü yaygınlaşabilir. Bu da aslında sorgulama açısından önemli bir fırsattır. Bu anlamda demokratik bir toplum, hizmetlerin ortaklaştırılması, merkeziyetçi yapıların dağıtılması ve iktidarların yerellere doğru yaygınlaştırılması gibi düşüncelerin de tartışılabilmesi açısından bence iyi bir fırsat. Ama bunun içinde özel bir çaba sergilenmeli.     Bahsettiğiniz özel çabanın sergilenmemesi durumunda nelerle karşılaşabiliriz?   Şimdi sonuç itibariyle bu virüse karşı alınan tedbirlere baktığımız zaman, bunlar her ne kadar toplum sağlığını önemsediklerini söyleseler de otoriter önlemlere dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. İnsanları evlerine kapatıp, sokaklara çıkmayı yasaklanırsa, sıkı yönetimler ilan edilirse, sokaklarda askerler doluşursa. Bunlar bir süre daha kalıcı hale gelebilir. Bu da tabi demokrasi ve insanların özgürlüğü açısından ciddi bir tehlike anlamına geliyor. Krizlerle baş edilebilmesi için mutlaka bu tür tedbirlerin sürdürülmesi ya da alınması gerekmiyor. Bu tedbirler virüsün panzehiri değildir. O nedenle sadece salgından dolayı ortaya çıkan bir problem yok. Aynı zamanda daha da otoriterleşme biçimindeki bir salgın da ortaya çıkabilir. Çünkü salgın tehlikesi geçtikten sonra devletlerin tekrardan otoriterlikten geri dönme garantileri yok. Devletler bu krizi fırsata çevirebilirler. Çünkü devlet yapısı böyle bir şeydir. Otoriterleşme ve sertleşmeye her zaman müsaittir. Kuruluşu, ortaya çıkışı açısından baktığımızda böyledir. O nedenle bu fırsatı derinleştirmeye çalışacaklardır.     Demokrasi güçlerinin direnmeleri lazım. Salgına karşı mücadele, otoriterleşmeye karşı da verilmelidir.     Peki bu durumu ne durdurabilir?   Elbette bilinçli bir mücadele bunu durdurabilir. Bilinci bir çaba durdurabilir. Demokrasi talepleri durdurabilir. Bilinçli kitlelerin meseleye sahip çıkmasıyla durdurulabilir. Yoksa gerçekten bu toplumların elinden otoriterliğe doğru bir kayışı hızlandıran bir faktör olarak da görülebilir. Ve kuşkusuz bu bir dispotik ya da kötümser bir düşünce gibi algılanabilir ama gerçekliği var. Dolayısıyla demokrasi güçlerinin direnmeleri lazım. Salgına karşı mücadele aynı zamanda otoriterleşmeye karşı da verilmelidir.    Devletlerin Kovid-19 salgınına karşı aldıkları tedbirlere baktığımızda, daha çok şirketleri kurtarma derdine düştükleri görülüyor. Devletler kurtarma paketleri adı altında batık şirketleri mi kurtarıyor?    Şimdi hem pandemi hem de ekonomik kriz dönemlerinde genellikle iktisadi olarak üç temel yol izleniyor. Bunlardan bir tanesi devletleştirmeler yoluyla zora giren şirketleri kurtarmak. İkincisi, çok daha hızlıca para politikalarına yönelirler. Faiz indirimleri, finansal kolaylaştırmalar, Merkez Bankaları araçları üzerinde piyasaları rahatlama, para bollaşmaları gibi. Üçüncüsü ise, maliye politikaları uygulanmasıdır. Yani vergi indirimlerinden başlayarak sübvansiyonlar gibi düzenlemeler. Fakat bütün bu uygulamalar içerisinde terazi çok büyük ölçüde hatta nerdeyse tamamına yakın kısmı sermayeye gider. Yani kaynaklar büyük ölçüde sermaye için kullanılıyor. Mesela devletleştirme yoluna baktığımızda durumun böyle olduğunu görüyoruz. Özellikle şu aralar uluslararası havacılık sektörü çok büyük sıkıntı içerisinde. Uçuşlar yüzde 90 oranlarında durmuş durumda. Tabi ki krize girmeye başladılar. İngiltere’de ABD’de Çin’de Fransa’da çok zor durumdalar. Tüm devletler ellerini kollarını sıvayarak “bu şirketleri nasıl kurtarırız” derdine düştüler. Bunlara ilişkin sermaye katılımı yapıyorlar. Milyonlarca dolar paralar aktarılıyor. Böylece batmakta olan belki de bu virüs öncesinde batık durumuna düşen şirketleri de bu şekilde kurtarılıyor.   Peki sermayeyi besleyen aynı zamanda yurttaşları tüketimden düşüren bu uygulamalar yeni bir arz-talep dengesizliğini oluşturmaz mı? Yeni bir kriz mi bekliyor bizi?   Koronavirüs çıkmadan önce dünya ekonomisi bir bütün olarak gerilemeye başlamıştı. Üzerine korona geldi. Koronanın gelmesiyle beraber gidişat çok daha hızlandı. Altını çizmek istiyorum; korona bu krizin sebebi değil. Korona kapitalizmi krize sokmadı, koronavirüs kapitalizmin bir süredir var olan ve özellikle de 2019 yılının ortalarında itibaren kendini dünyada, 2018 yılında da Türkiye’de çok net bir şekilde gösteren kriz eğilimlerini hem açığa çıkardı hem de iyice tetikledi. Şimdi bazıları ekonomideki krizin koronavirüs yüzünden çıktığını söylüyor. Hayır, zaten krizde olan bir sistem vardı ve bu iyice arttı.   İkincisi kriz hem talep yönde ortaya çıktı hem de arz yönünde. Dünyanın tedarik zincirinin en önemli halkasını oluşturan Çin’de üretim durunca beraberinde petrol fiyatlarının düşüşüne sebep oldu. Bunların hepsi arz yönelimli şoklar oldu. Yani arz artık yeterli değil. Arz yeterli olmadığı için sistemin normal işleyişi kesintiye uğramaya başladı. Kar alanları giderek daha çok düşmeye başladı ve iş yerleri kapandı.     Bir de talep yönlü sorun oluştu. Çünkü ekonomiler, kentler, iş yerleri, restoranlar, okullar kapandı. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bir de bu talep yetersizliğinden kaynaklı, ekonominin büyüyememesi, tam tersine küçülmesi sorunuyla karşı karşıya geleceğiz. Dolayısıyla tüketim harcaması söz konusu olmadığında ve özellikle de ekonomi büyümesini yüzde 60-70 oranlarında tüketimin sağladığı bu ekonomik modelin ciddi bir çöküş içerisine girmesinin engellenmesi mümkün değildir. Bu da talep yönlü bir sıkıntı ve talep yönlü şoklar dediğimiz krizdir.    Tabi bir de dünya ekonomisi üzerindeki borç yükü var…   Borçlar hem talep hem de arz yönündeki krizin yanında üçüncü bir krizdir. Eskilerde devletler ve hükümetler borçlu olurdu ancak şimdi özel şirketler çok borçlu. Bu borç stokları inanılmaz ölçüde arttı. Amerika’dan Japonya’ya oradan İngiltere ve Türkiye’sine kadar özel sektör borçları inanılmaz yüksek seviyelerde.    Türkiye’nin de yaklaşık 446 milyar dolarlık dış borcun üçte ikisi özel sektörün. Borçlar özellikle ticari bankalar üzerinden sağlanıyor. Bankalar da birbirlerine bağımlıdırlar. Birbirlerinden kredi kullanıyorlar, para satıyorlar. Dolayısıyla şirketler bu borçlarını ödeyemez duruma gelecekler. Şirketler neden borçlarını ödeyemeyecekler diye sorarsanız, koronavirüsü nedeniyle üretim durur, satış yapamazlar, borçları ödeyemezler. Öyle olunca da bir, iki sefer sonra temerrüde düşmeye başlarlar. Bu da bankaları yavaşlatır. Zaten bankalar çok zor durumdalar. Sadece arz ve talep yönlü değil aynı zamanda finans sektöründen kaynaklı şok ve kriz ile karşı karşıya kalabiliriz. Bu da finansallaşmanın, finans/kapitalizmin ne kadar ağır bir bedel olduğunu bize gösteriyor.     İbre hangi yönde, öngörünüz nedir?   Bu işin sonu kemer sıkma ile bitecektir. Fatura toplumun kesimlerine ödetilecektir. Şimdi yönetimler korona bahanesiyle insanları korkuttular. Evlere tıkadılar. Bazı yerlerde sokağa çıkma yasakları oldu ve yetkiler tamamıyla ile merkezileşti. Otoriterleşme bu amaca hizmet edebilir. Yani ekonomideki krizin faturasının halka çıkartılmasına hizmet edebilir. Söyle düşünüyorum; ekonomi krizi bedelini onu ortaya çıkartanların değil de mağduru olanlara ödettirilmesi biçimindeki geleneksel anlayışın sürdürülmesinin bir aracı olarak kullanacaklar. Eğer bunun önünde güçlü bir mücadele yükseltilmezse…    MA / Selman Güzelyüz