Öcalan’ı dinlemediler; ‘Beyefendi’ nasıl bürokratik oligarşinin şifresi haline geldi?

img

ANKARA - Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Beyefendi, Cumhurbaşkanı böyle istiyor” sözüne atıfta bulunarak, “bürokratik oligarşi”den yakınırken, bürokratik oligarşinin varlığını ve doğuşunu cumhuriyetin kuruluşuna dayandıran Öcalan, defalarca AKP iktidarını uyarmıştı. 

 
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yönetimdeki bir kesimin ismini kullanarak, imtiyaz sağlamasından ve güç devşirmesinden yakındı. “Manşetlerle” çarpışarak bugünlere geldiğini söyleyen, oligarşiyi ve vesayeti yendiğini ilan eden Erdoğan, nasıl oluyor da “bürokratik oligarşinin şifresi” haline gelebilir?
 
İKTİDAR KENDİSİNİ YARATANLARI KUŞATIYOR
 
Erdoğan’ın, partisinin grup toplantısında yaptığı şu açıklama, iktidar ve gücün sahiplerini de nasıl kuşattığını göstermesi açısından önemli bir işaretti: “Biz yıllarca bürokratik oligarşiyle mücadele ettik ama şimdi şahsım üzerinden yeni bir bürokratik oligarşi inşa etmeye çalışmaları asla kabul edilebilir bir durum değildir. Bana göre bu tavır, yani, 'Beyefendi, Cumhurbaşkanı böyle istiyor' sözü, adeta bürokratik oligarşinin yeni bir şifresi haline dönüşmüştür. Sorun çözme makamında olduğu halde sürekli şikayet eden, suçu başkalarına atan, özellikle de bizi bahane ederek kendini kurtarmaya, temize çıkarmaya çalışan herkes, benim gözümde başarısız biridir. Hiçbir bakanlıkta, hiçbir kurumda, hiçbir teşkilatımızda şahsımın adı kullanılarak herhangi bir sürecin tıkanmasına, kurallar, kaideler dışında iş yapılmasına rıza gösteremem.” 
 
BU RAHATSIZLIĞIN NEDENİ NE?
 
Erdoğan’ın bu sözleri dün milletvekilleriyle yaptığı toplantıda da dile getirdiği ve bu konudaki rahatsızlığını paylaştığı belirtiliyor. Erdoğan’ın gerçekten rahatsızlık duyduğu şey, bürokratik oligarşinin varlığı mı, yoksa bu yapının kendisini kuşatmış olması ve iktidarı gücünü kendisine rağmen “tırtıklaması” mı?   
 
GÜCÜN MERKEZİLEŞMESİ
 
Oligarşi, küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu yönetim şekli olarak kabul ediliyor. Bürokratik oligarşi de bu iktidar gücünün normalde, halk adına iktidarı kullananların hizmetinde olması gereken bürokratlar tarafından kullanılması olarak görülüyor. Yani oligarşinin oluşabilmesi ve bunu da bürokratların eline geçebilmesi için öncelikle “merkezileşmiş” bir gücü ve iktidarın bir yerde birikmiş olması gerekiyor. İtalyan sosyal-bilimci ve “Oligarşi” kavramının teorisyeni olarak kabul Robert Michels’ın herhangi bir politik sistemin sonunda oligarşiye dönüşeceğini ve bunun kaçınılmazlığını belirtmesi ve bunu da, “Oligarşinin Tunç Yasası” olarak adlandırması, iktidarın gücünün kuşatıcı ve denetime alıcı özelliğine vurgudur aynı zamanda. 
 
TÜRKİYE’DEKİ OLİGARŞİ TARTIŞMASI
 
Oligarşi konusu yıllarca Türkiye’de de tartışıldı ve bu konuda önemli ve iddialı tezler ileri süren isimlerin başında da PKK Lideri Abdullah Öcalan geliyor. Öcalan’ın “Oligarşik Cumhuriyet Gerçeği” adıyla kaleme alınan kitabı 2001 yılında Mem Yayınlarından çıktı. Bunu demokrasiyi rayından çıkaran ve halk iktidarının dar elitler tarafından ele geçirilmesi olarak nitelendiren Öcalan, 22 Temmuz 2003 tarihinde avukatlarıyla yaptığı görüşmede, “Son 50-60 yıldır oligarşi türedi, bir avuç mutlu azınlık, cumhuriyeti teslim aldı. Ulus-devlet dahilinde yürürlükteki rejimler, tüm liberal ideallerine rağmen elitlerin icra edilen oligarşik rejimler niteliğindeydi. Varolan parlamenter kurumlar oligarşik elitlerin egemenliğini hiçbir zaman tasfiye edemediler” değerlendirmesinde bulunuyordu. 
 
ATATÜRK DE KUŞATILMIŞTI
 
Öcalan, bürokratik oligarşisinin varlığını ve doğuşunu cumhuriyetin kuruluşuna dayandırıyor ve bununla cumhuriyetin demokratik süreçlerden saptığını düşünüyor. “Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere bazı karizmatik liderlere rağmen devlet içendeki bürokratik oligarşik diktatörlük günümüze kadar varlığını korudu” tespitinde bulunan Öcalan, hazırladığı “Yol Haritası” kitabında da, oligarşiyi taşra eşrafı ile bürokrasiye dayanan iki seçkin grubun oyunu olarak tanımlıyor. Öcalan aynı kitabın 25’inci sayfasında da, “1926’dan sonra baskın olan Atatürk’ün kişisel ağırlığı değil ittihatçı kadronun adım adım cumhuriyeti ele geçirişi, faşistleşme zihniyetini aşırı ulus devletçilik temelinde kurumlaştırma deneyimidir” şeklinde değerlendirerek, Atatürk’ün de bu güç tarafından kuşatıldığına işaret ediyor. 
 
ÖCALAN UYARMIŞTI
 
Öcalan, oligarşik yönetim sürecini de 3 evreye ayırıyor: “1926-50 tek partili otoriter bürokratik oligarşi yönetim süreci, 1950-80 dönemi toprak ağaları, ticaret burjuvazisi ve ithal ikameci sanayiciler arasında devlet rantının yeniden paylaşılması için sert çekişme süreci, 1980-2010 süreci küresel finansal kapitalin direkt müdahalesi ile devlet rantına ortak olmasının belirginlik kazandığı süreç.” Ancak sonraki yıllarda Öcalan yaptığı değerlendirmelerde oligarşik bürokrasinin kendisini yenilediğini ve kimi lobilerin de bu süreçte etkili olduğunu belirterek, “Talat Paşa dönemlerinden Mustafa Kemal’in kuşatılıp siyaseten teslim alınmasına” işaret ediyor 21 Temmuz 2013 tarihli görüşme notlarında. Daha sonra bu rolün paralel devlet yapılanması tarafından sürdürüldüğünü ifade eden Öcalan, “Daha Mustafa Kemal Ankara’ya gelmeden kuşatılmıştır” sözleriyle AKP’yi uyarmıştı.
 
ÖCALAN’I DİNLEMEDİLER
 
Öcalan uyardı ama AKP demokratik süreçleri bir tarafa bırakarak, hemen herkes tarafından kullanılabilecek devasa bir iktidar gücü biriktirdi. Üstelik bunu 16 Nisan referandumuyla bunu “tek kişinin” denetimine verdi. Zaten sağlıklı işlemeyen TBMM başta olmak üzere kurumları yapısı bozuldu. Erdoğan’ın isminin de bir güç aracına dönüşmesi, elde ettiği güçle birlikte gelişmeye başladı.
 
MANŞETLERİN VERDİĞİ GÜÇ
 
Geçmişte “Manşetlerle çarpışarak bugünlere geldik” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri her gün en az 15-20 gazetede manşet oluyor. AKP yetkilileri, Erdoğan’a “Yeni bir devlet kuruluyor ve lideri de Erdoğan’dır” diyerek “kurucu liderlik” rolü atfetmeye başladı. Erdoğan’ın ismi sınavlarda ve sözlü mülakatlarda sözlü soru olarak gündeme getirildi ve sınavları geçmenin bir yolu da “Erdoğan’a biat etmek” olarak nitelendirildi. Bürokrasi de iktidara ve Erdoğan’a yönelik yapılan herhangi bir eleştiri, “hakaret sayılarak” tutuklanma ve KHK ile ihraç edilmenin gerekçesi yapıldı. Bütün bunlar Erdoğan ismini, “her kapıyı açan kilit, her sorunu çözen bir efsun”a dönüştürüldü. Bu süreç oluşturulurken, kimi AKP’liler de kendinden geçerek, “ilahi” yakıştırmasında bulundu. 
 
ESKİ İTTİHATÇILARIN ETKİSİ 
 
Erdoğan’ın ismi üzerinden bu kadar devasa bir güç yaratılırken, zaten varlık gerekçeleri “çıkar olan” iktidar öbekleri de bunu amaçları doğrultusunda kullanmaya başladı. Bu eşyanın tabiatı gereğidir ve ortaya çıkan kaçınılmaz bir sonuçtur. Üstelik bugün kendi ismi Erdoğan’ı kuşatan bu kesimler arasında Perinçek ekibinden olan eski ittihatçılar, kendisini devletin sahibi olarak gören milliyetçilerin olması, tarihsel bağlam açısından anlamlı bir hale geliyor. Bu güç yaratan, güçle var olan ve kendisini yaşatan Türk bürokrasisinin tarihsel alışkanlığıdır. Liderleri Mustafa Kemal’i kuşatan bir anlayışın Erdoğan’ı kuşatmaması elbette beklenemez. 
 
ERDOĞAN NİYE RAHATSIZ?
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu meseleyi gündeme getirerek eleştiri konusu yapması, gücün merkezileşmesi, halk iktidarının atanmış elitler tarafından kullanılmasına duyduğu rahatsızlıkla ilgili değil. Eğer öyle olsaydı, bölgede seçilmişleri yerlerinden ederek, atanmışları kayyum olarak belediyelere atamazdı. Erdoğan’ın rahatsızlığının altında, kendi adına inşa ettiği güce başka merkezler tarafından kendi adı kullanılarak, ortak olunmasından duyduğu rahatsızlık yaratıyor. Ancak güç, demokratik yollarla dağıtılmadıkça ve paylaşılmadıkça bu kaçınılmaz sonu doğuracak.