5 yıl geçti: AKP kendini bitirdi! 2020-07-23 12:15:23 ANKARA - Çözüm sürecinin bitişi, savaşın başlangıcı olan 24 Temmuz’un üzerinden 5 yıl geçti. Öcalan’ın “AKP otoriterleşmek isterse kendini bitirir, faşizmi dayatırsa savaş başlar" uyarıları dinlenmedi. Öztürk Türkdoğan ve Ertuğrul Kürkçü’ye göre, çözümün yolu tecridin kaldırılmasından geçiyor.  Kökleri tarihsel olarak yıldönümü olan Lozan Antlaşması’na uzanan bir “inkar” hali ile imha ve asimilasyon politikalarının izlendiği Kürt sorunu, geçmiş dönem isyanlarıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin son 40 yılına damga vuran en yakıcı sorunu. PKK'nin tarih sahnesine çıkmasıyla yetkililerin tabiriyle "29'uncu isyan" ile devletin bu isyanı öncekiler gibi bastırmaya giriştiği 1984'ten bu yana 40 binden fazla insan hayatını kaybetti, faili meçhuller yaşandı, binlerce köy yakıldı, işkence sokaklarda kol gezdi, insanlar topraklarından sürüldü.   Bu süre zarfında sorunun barışçıl yollarla çözümüne yönelik belli dönemlerde perde arkasında kimi adımlar atılsa da, çatışma hali kendisini sürdürdü. Kamuoyu önünde resmi düzeyde masa ilk kez, 2013 yılında başlayan “çözüm süreci”nde kuruldu.   Oturulan masayı yıkmayı amaçlayan kimi olaylara rağmen ülkede iki yıl boyunca barış rüzgarlarının estiği bu süreç, 24 Temmuz 2015 tarihinde Kandil’e yönelik gerçekleştirilen hava operasyonlarıyla resmen sonlandırıldı. Yeniden silahın devreye girdiği geçen bu  5 yıl boyunca çatışmaların taşındığı kentler yerle bir oldu, hayatını kaybedenlere yenileri eklendi, binlerce insan gözaltına ve tutuklandı, işkence ve kötü muamele bilinçli bir savaş politikası olarak fütursuzca geri döndü. Karşılaşılan, tanık olunan şiddet bir ötekini unutturur ağırlıkta geldi.   Peki çözüm süreci nasıl başladı? Nelerle karşılaşıldı? Nasıl sona erdi? Sonrasında neler yaşandı?    2012 YILI: AÇLIK GREVLERİ   Kürt sorununa yönelik devlet nezdinde izlenen-izlenecek olan politikaların ilk uygulanma alanı konumunda olan İmralı Adası’ndaki PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik 27 Temmuz 2011 tarihinde başlatılan ağır tecrit ile birlikte 2012 yılı ağır bir bilançonun ortaya çıktığı çatışmalı sürece sahne olan bir yıl oldu.    Türkiye’de iki buçuk yıl sürecek çözüm sürecine geçilmesinin kapıları, cezaevlerinde PKK ve PAJK’lı binlerce tutuklunun bu yılın 12 Eylül’ünde Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması ile anadil önündeki engellerin kaldırılması için başlattıkları açlık grevi eylemiyle açıldı. 68 gün süren açlık grevi eylemleri, Öcalan’ın devreye girmesiyle sonlandırıldı. Devlet yetkilileri ile Öcalan arasında kurulan bu temas ile çözüme yönelik umutlar yeniden yeşerdi.   2013: ÇÖZÜM SÜRECİ BAŞLADI   Bu temasın ardından 3 Ocak 2013 günü Barış ve Demokrasi Partisi'nden (BDP) Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata'dan oluşan heyet, İmralı Adası’na gitti. Ancak 9 Ocak günü Paris’te 3 Kürt kadın siyasetçi Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan, sonradan arkasında MİT’in olduğu ortaya çıkan bir operasyonla katledildi.    Gerçekleştirilen bu cinayetleri devlet içerisindeki “darbe mekaniğinin devreye girmesi” olarak yorumlayan Öcalan, müzakerelere devam edeceklerini duyurdu. Bu niyetle PKK elinde esir bulunan asker, polis ve kaymakamları 13 Mart tarihinde Türkiye’den gelen bir heyete protokol karşılığında teslim etti.   Öcalan, 2013 Newroz’unda “Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor. Biz, onlarca yılımızı bu halk için feda ettik, büyük bedeller ödedik. Bu fedakarlıkların, bu mücadelelerin hiçbiri boşa gitmedi. Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı. 'Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun' noktasına geldik” mesajı verdi.    PKK, Öcalan’ın bu çağrısına geri çekilme sürecini başlatarak destek verdi. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, geri çekilmenin 8 Mayıs’ta başlayacağını açıklaması ardından ilk grup 14 Mayıs günü Kandil’e ulaştı. Fakat hükümetin çekilmeye dair gerekli yasal adımlar atmaması üzerine 9 Eylül’de açıklama yapan KCK, geri çekilmenin durduğunu ancak ateşkes pozisyonunun korunacağını açıkladı.   2014: MÜZAKERE SÜRECİ VE ÇÖKTÜRME PLANI   2014 yılında bir taraftan çözüm süreci devam ederken, bir yandan da yerel seçimler gerçekleştirildi. Seçimlerde gerilimler yaşanırken, 2014 yılında Suriye’de çözüm sürecini etkileyecek gelişmeler ortaya çıktı.    DAİŞ’in Kobanê’ye saldırması, çözüm sürecinde tıkanıklıkların yaşanmasına neden oldu. İçeride Kürtlerle müzakere edilirken, Kuzey Suriye’de Kürtlerin statüsüz kalması ve kendi kaderini tayin hakkını engellemeye yönelik yaklaşımlar sergilendi, adımlar atıldı. Erdoğan’ın 7 Ekim 2014’te yaptığı “Kobanê düştü, düşüyor” açıklaması, yoğun tepkilere neden oldu.   Türkiye’nin dört bir yanına yayılan 6-8 Ekim Kobanê eylemleri, Öcalan’ın mesajıyla durdu.   Öcalan, 21 Ekim'de İmralı Heyeti ile aracılığıyla yaptığı açıklamalarda, 15 Ekim itibariyle "çözüm süreci"nde yeni bir aşamaya gelindiğini ve müzakere sürecine geçilmesi çalışmalarına hız verilmesi gerektiğini vurguladı. Bu amaçla 4 başlıktan oluşan bir taslak hazırladı. Taslağın hazırlanma sürecinde hükümet sözcüleri bir taraftan sürecin devam ettiği açıklamalarında bulunurken, diğer yandan sürece dair kuşkuları besleyen politikalar izlenmeye devam edildi.   Öcalan'ın çözüm çabalarına, 30 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında karar altına alınan ve içeriği sonradan deşifre olan "Çöktürme Planı" ile yanıt verildi. Bugün de hala bu plan doğrultusunda hareket edildiği ve bunun gereğinin yapıldığı birçok kesim tarafından dile getiriliyor.   2015: MUTABAKATIN REDDİ, SAVAŞIN KABULÜ   2013 yılı Newroz’unda Öcalan’ın mesajıyla başlayan sürecin geldiği en üst aşama 10 maddelik 28 Şubat 2015 tarihli Dolmabahçe Mutabakatı'ydı. Öcalan tarafından hazırlanan mutabakat, İmralı Heyeti ve devlet heyeti ile beraber Dolmabahçe Sarayı’nda açıklandı. Bu mutabakat sonrasında Öcalan’ın PKK’ye silah bırakma çağrısı yapması beklenirken, bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından Dolmabahçe Mutabakatı reddedildi. Bu durum çözüm sürecinin bitirilmek istendiğinin niyet beyanı oldu.   Erdoğan’ın o dönem sürece dair sarf ettiği kimi sözleri şöyleydi:    * 15 Mart 2015- Balıkesir'deki Ekonomi Ödülleri Töreni: "Şimdi varsa yoksa bakıyorsun Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok. Neyin eksik senin? Başbakan çıkardın mı, bakan çıkardın mı, çıkardın. TSK'de var mısın varsın. Ne istiyorsun, daha ne istiyorsun?"   * 20 Mart 2015- İzleme Heyeti ile ilgili tartışmalara ilişkin: "Ben gazetelerden okuyorum. Böyle bir şeyden doğrusu benim haberim yok. Şunu da çok açık, net söyleyeyim bu olaya da ben olumlu bakmıyorum. Bu konuda işin başından itibaren her ülkede olduğu gibi istihbarat teşkilatları bunun birinci derecede sürecin yönetenleridir.”   * 22 Mart 2015 - Ukrayna dönüşü uçakta (Dolmabahçe Mutabakatı’na dair): "Bir metin okunmadı, iki metin okundu. Onların okuduğu metin ile Yalçın (Akdoğan) Bey'in okuduğu metin birbirinden tamamen ayrı. Ben oradaki toplantıyı da doğru bulmuyorum. Başbakan Yardımcısı'yla şu an parlamento içinde olan bir grubun yan yana o resmi vermesini şahsen doğru bulmuyorum.”   ÖCALAN’IN UYARILARI    Erdoğan’ın çözüm sürecine dair bu söylemlerinin ardından İmralı’da yapılan son görüşme 5 Nisan 2015 tarihinde gerçekleşti. Sürecin geldiği aşamaya ilişkin Öcalan, HDP heyetine "Bu son gelişiniz olabilir. Bir daha buraya gelemeyebilirsiniz. Bunlar bu diyalogu yürütecek ciddiyette değiller" dedi.   Öcalan'ın çözüm süreci boyunca hükümetin çözümsüzlük politikalarına dönük ilk uyarısı bu değildi. Dolmabahçe Mutabakatı’nın deklare edilmesinin bir gün öncesinde Öcalan, "AKP otoriterleşmek isterse kendini bitirir. Anlaşma yok, çözüm yok, barış yok, faşizmi dayatırsa savaş başlar" uyarısı yapmıştı.    "Demokratikleşme gelişmezse, darbe mekaniği devreye girer" uyarısında bulunan Öcalan'ın hükümet tarafından dikkate alınmayan bu uyarıları, çözüm sürecinin sonlandırılmasıyla adım adım kendisini gösterecekti.   ERDOĞAN’IN B VE C PLANI   Çözüm sürecinden umduğu gibi bir sonuç elde edemeyeceğini gören AKP, gözünü 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerine çevirdi. Amaç 400 milletvekili çıkarıp, Erdoğan’ın istediği "Başkanlık Sistemi”ne geçmekti. Nitekim Erdoğan, 22 Mayıs 2015 tarihinde katıldığı bir programda şu açıklamalarda bulunacaktı: "İmralı tabulaştırıldığı için İmralı’dan gelebilecek mesajların dağı, siyasi hareketi etkilediği düşünülüyor. Burada biz bir hukuk devleti olduğumuz için bunları hukuk çerçevesinde yapmak durumundayız. Bu çiğnendiği zaman devlet B planını, C planını devreye koyacaktır. Devletin böyle planları mevcut. 7 Haziran bir kırılma sürecidir."    7 HAZİRAN SEÇİMLERİ    Seçim sürecinde HDP hedef tahtasına konuldu ve iktidar çatışmalı süre geçileceğine dair mesajlar vermeye başladı.   3 Haziran tarihinde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Ak Parti iktidardan giderse, 'yerine kim gelirse gelsin' diyenler ve bizimle oynayanlar; eğer Ak Parti yoksa çözüm süreci de yoktur" açıklaması yaptı.   5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır mitingine bombalı saldırı düzenlendi. Mersin ve Adana il binalarına dönük bombalı saldırılar yaşandı. HDP'ye dönük 168 saldırı gerçekleşti. Bu saldırılarda 6 kişi yaşamını yitirdi, 500'e yakın kişi de yaralandı. Yine seçim çalışması yürüten 183 HDP'li de gözaltına alındı.   7 Haziran günü sandıklar kurulduğunda 13,1 oy alan HDP, 80 milletvekili çıkardı. AKP ise tek başına hükümet kurma şansını kaybetti. Erdoğan'ın 400 milletvekili istediği seçimlerde "Başkanlık Sistemi”ne geçiş hayali ertelendi. Seçim sonuçları sadece AKP’yi iktidardan düşürmekle kalmadı, yarattığı demokratik hava ile devlet içinde de gerginliğe sebep oldu. Koalisyon hükümetiyle yola devam edilmesi beklenen seçimler ardından AKP, MHP ve Ergenekon kanadı ile güç ilişkileri kurdu.    14 Ağustos tarihinde Türkiye'nin yönetim sisteminin artık değiştiğini söyleyen Erdoğan, bunun Anayasa'da da netleşmesi gerektiğini ifade etti. Erdoğan, 24 Ağustosta seçimin yenilenmesi kararını aldı. YSK ise hemen ertesi gün seçim tarihini 1 Kasım 2015 olarak açıkladı.   ÇATIŞMA SÜRECİ BAŞLADI   7 Haziran seçimlerinde yükselen umutlar ise ilk olarak 20 Temmuz 2015 tarihinde Kobanêli çocuklara oyuncak götürmek için Urfa’nın Suruç ilçesinde bir araya gelen gençlere yönelik DAİŞ tarafından yapılan canlı bomba saldırısı,  24 Temmuz Kandil bombalaması ve 10 Ekim Ankara Gar Katliamı ile adım adım yıkıldı.    Kandil’e yönelik 24 Temmuz günü başlatılan hava operasyonları, 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polisin kuşkulu şekilde öldürülmesi olayının hemen ardından geldi. Bu kuşkuları yargı süreci boyunca da giderilemedi.   İktidarın, 30 Ekim 2014 yılında yapılan MGK toplantısında karara bağlanan “Çöktürme Planı”nı devreye soktuğunu ise kamuoyu sonradan öğrenecekti.   TÜRKDOĞAN: DEVLET MASAYA OTURMADI!    Akil İnsanlar Heyeti üyesi ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan’a göre, çözüm sürecinden yeniden çatışmalı sürece dönülmesinin 4 ana nedeni var. Türkdoğan, bunları şöyle dile getirdi: “Birincisi; İmralı Adası’nda kurulan masada diyalog sürecinden müzakere sürecine geçilmemesidir. Bir sorunu çözme iradeniz tam ise ne olursa olsun görüşme masasına oturmanız gerekir fakat Türkiye Cumhuriyeti Devleti masaya oturmayı kabul etmedi. İkincisi; Suriye’deki gelişmeler, Kürtlerin statüye kavuşma isteği ve fiili statü durumu Türk Devletini korkuttu. Üçüncü sebep, Kürtlerin kendi öz savunma talepleri kabul edilmedi. Diyalogdan ön müzakereye geçiş aşamasında öz savunma konusu kabul görmemesi ki gelişmeler bunu gösterdi. Dördüncüsü ise, AKP ve HDP’nin seçim rekabetine girmesi ve çözüm süreci gibi önemli bir dönüm noktasının önemini kavramamasıdır. Burada her iki partiyi de eleştirmek gerekiyor. O dönemde HDP’nin çözüm sürecini başarıya ulaştırmak için her türlü fedakarlığı yapması gerekirdi. HDP siyasi rekabete kendini kaptırdı. AKP de iktidarda kalmayı daha önemli gördü.”   KÜRKÇÜ: 7 HAZİRAN'DAN ÇOK KORKTULAR    Halkların Demokratik Partisi (HDP) Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ise, “Çözüm, Kuzey Kürdistan’da halkın kendi kendini yönetme hakkını elde etmesi anlamına geliyordu” diye belirtti. Çözümün yine egemenliğin paylaşılması, devletin sömürgeci ayrıcalıklarından vazgeçmesi demek olduğunu vurgulayan Kürkçü, “Egemen ulus ve egemen sınıf, Türkiye’nin sonraki 50 yılına baktığında çözümün Türklük etrafında kurulan devletçiliğin yeniden kendini üretmesinin imkansızlaştırdığını, Kürdistan piyasası üzerindeki merkezi denetimin gevşemesine yol açtığını gördü. Barıştan vazgeçmek ve savaşa yatırım yapmak egemenler için kaçınılmaz bir zorunluluk haline geldi. Çözüm ve müzakere süreci bir dönem daha sürdürülmüş olsa, 7 Haziran 2015’te düştükleri konumdan çok daha geriye gidecekleri kaygısına düştüler. Bu onları ölümden daha çok korkuttu ve 2014 sonbaharından beri hazırlaya geldikleri yeni savaş planlarını yürürlüğe koymaya karar verdiler” dedi.   Çatışmalı sürecin başlaması ardından AKP hükümeti, MHP ve Ergenekon gibi güçlerle ittifak yaparken, çözüm sürecinde yer alan Yalçın Akdoğan, Beşir Atalay, Efkan Ala gibi partili isimleri teker teker siyasetin dışına itti.   AKTOPRAK: AKP ÇÖZÜM SÜRECİNİ UNUTTURMAK İSTİYOR   Barış Bildirisi’ne imza attığı için Ankara Üniversitesi (AÜ) Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden KHK ile ihraç edilen Yrd. Doç. Elçin Aktoprak’a göre, bu isimlerin kenara itilmesinin nedeni olarak, özellikle süreçteki rolleri ve bu nedenle iç içe geçmiş bir şekilde iktidar içindeki ittifak bloklarının değişmesini gösterdi.    Aktoprak, “Sonuçta 2015'te başlayan şiddet sarmalı sırasında görevde olan Davutoğlu da artık AKP saflarında devam etmiyor. Bir önceki dönemde ‘barış’ı AKP içinden betimleyenlere bile yer bırakılmamış bir alandan bahsediyoruz. Çözüm sürecinin unutturulması AKP'nin yeni iktidar bloğunun kendi adlarına görüntüyü kurtarması için elzem. Zaten çözüm sürecinde de terk edilmemiş olan sorunu güvenlik merkezli tanımlama geleneği devam ediyor ve 90'lardan hatırlanan söylem ve yöntemlerle, hatta el arttırılarak, Kürt meselesi ele alınıyor” diye konuştu.   Bu noktada “faşizm” ile “umut” arasındaki ilişkiye dikkat çeken Ertuğrul Kürkçü, şu değerlendirmelerde bulundu: “Tayyip Erdoğan’ın faşizme evrilmesiyle birlikte AKP’de çözüm sürecinde aktif olan, çözüme entelektüel ve politik katkı sunanların saf edilmiş olduğunu biliyoruz. AKP umut ilkesini öldürürken, kendi saflarında bile adları çözüm süreciyle anılan herkesi manen ve siyaseten bertaraf etmeyi görev olarak önüne koydu. Diktatörlük koşullarında Kürt halkının özgürlük mücadelesinin inkarı ile umut aynı anda yaşayamaz. Umuda savaşı açmak gerekir. Umut özgür bir gelecek tahayyülüdür, faşizm için umut yok, kaybedilmiş geçmişe hasret, tarih öncesine dönüş özlemi vardır. Faşizmin sloganı ‘Yaşasın Ölüm’dür. Diktatörlük, kadınlar, Kürtler, gençler ve toplum için umudu yok etmek, umut ilkesinin maddileştiği çözüm sürecini unutturmak istiyor ve bunun için çalışıyor.”   ÇATIŞMA SÜRECİNDE YENİ REJİM OLUŞTURULDU   Çatışmalı sürecin başlamasının hemen ardından Kürt illerinde 2015 Ağustos ayı ile birlikte sokağa çıkma yasakları uygulanıp, kentlerde çatışmalar başladı. Bu dönemde askerlere önemli yetkiler verildi. Verilen bu yetkilerle 15 Temmuz 2016’da darbe girişimi yaşandı. Bastırılan bu darbe girişiminde 5 gün sonra 20 Temmuz’da muhalefetin “sivil darbe” dediği OHAL ilan edildi.   OHAL süreci altında 2017 Referandumu ve 24 Haziran 2018 seçimleri yapıldı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne çatışma sürecinde geçildi.   Akademisyen Aktoprak, bu sürece dair “Doğrudan şiddet ortamı, savaşlar her zaman her iktidarın elini güçlendirir, milliyetçi dilini besler. 2015'te sona eren çözüm sürecinin ardından 2016 darbe girişimi, bu arada Suruç'tan itibaren gerçekleşen saldırılar... Korku her otoriter rejimin en önemli harçlarından biridir. Bu maya çoğu zaman bizzat karılır” ifadelerini kullandı.   ‘SÖMÜRGECİLİK ÇAĞINA GERİ DÖNÜLDÜ’   Şiddet ve çatışma koşullarına dönüşü “yeniden sömürgecilik çağına geri dönmek” olarak tanımlayan Kükçü ise, bu geri dönüşün ancak savaşın Kürdistan’a yeniden ve gaddarca hakim olmak üzere başlatılarak gerçekleştirilebildiğini vurguladı.   Kürkçü, “Bu üstelik öyle bir geri dönüştü ki Cumhuriyet’in ilk 30 yıl boyunca Kürdistan’a boyun eğdirilmek için girişilmiş Dersim, Koçgiri, Ağrı benzeri katliamların Türkiye sınırları dışında Başu ve Rojava’da da gerçekleştirilmesi anlamına geliyordu. Bunun için iki şey gerekirdi. Birincisi; olağanüstü rejimdi. Nitekim Öcalan’ın gelmekte olduğu konusunda uyardığı darbe mekaniği hızlı bir şekilde çalıştırıldı ve 15 Temmuz darbe girişiminin üzerine bindirilmiş 20 Temmuz OHAL ilanı ile süreç yürütüldü. İkincisi; Afrin, Serêkaniye, Gire Sipî istilalarıyla savaş bütün Kürdistan’a yayıldı” dedi.   ‘24 TEMMUZ’UN SEÇİLMESİ SEMBOLİKTİR’   Türkdoğan, çatışmalı sürecin resmen başladığı 24 Temmuz’un Lozan Antlaşması’nın yıl dönümü olduğuna işaret ederek, sembolik anlamı üzerinde durdu. Lozan’ın Kürtlerin inkarı olduğunu söyleyen Türkdoğan “24 Temmuz 1923 Lozan ruhuna uygun bir hegemonya kuracağız demektir. 21’inci yüzyılda resmi ideolojiyi yaşatmak için anayasanızı değiştiriyorsunuz ve anayasanızı daha otoriter bir hale getiriyorsanız bunun en büyük sebebi resmi ideolojiyi yaşatmak içindir. İktidarın çatışmalar başladıktan sonra anayasayı bu hale getirmesindeki temel motivasyon Kürt sorunundaki çözümsüzlüktür. Kürtlerin yaşadığı coğrafyada hegemonya kurmaktır. Bugün iktidar çok kötü bir kopyacılık yapıyor. Şark Islahat planını kopyalayarak, başarılı olacağını düşünüyor. Bu kötü kopyacılıkla sonuç alınmaz. Bu 5 yılda çok sayıda kayıp yaşandı. Buna rağmen hala bir ısrar varsa rasyonel bir akılla yönetilmiyoruz, demektir” diye belirtti.   SAVAŞA KARŞI BARIŞ SİYASETİ   Öcalan üzerinde uygulanan tecride karşı 5 Eylül 2016 tarihinde HDP ve DBP’li 50 siyasetçinin girdiği açlık grevi eylemi sonrasında 11 Eylül 2016 tarihinde İmralı’da görüşme gerçekleştirildi.    Kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı görüşmede PKK lideri Öcalan bozulan çözüm süreci için “Eğer devlet projelere hazırsa biz 6 ayda bitirebiliriz. Çözüm sürecini biz yok etmedik. Benim yanıma gelen heyete aktardım ve onlar 15 gün sonra yine geleceğiz dediler. Kürt sorunu 40 yıllık değil 100 yıllık 200 yıllık sorundur. Eğer devlet samimi olsaydı bu sorun çözülürdü” mesajı verdi. Fakat bu çağrıya yanıt verilmek yerine Öcalan’ın üzerindeki tecrit ağırlaştırılarak 2019 yılına kadar devam etti. DTK Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan açlık grevleri sonucu Öcalan, avukatları ve ailesi ile görüştürüldü.   12 Ocak 2019’de kardeşi Mehmet Öcalan ile bir kez daha görüşen Öcalan, sonrasında 2-22 Mayıs, 12-18 Haziran ve 7 Ağustos 2019 tarihlerinde avukatlarıyla görüştürüldü.   Öcalan 7 Ağustos 2019 tarihinde yaptığı avukat görüşmesinde devlet aklına çağrı yaparak, şunları söyledi: “Kürtlere yer açmaya çalışıyorum gelin Kürt sorununu çözelim. Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır.”   2020 yılında ise İmralı Adası’nda çıkan yangın ardından Öcalan, 2 Mart tarihinde, pandemiden dolayı da 21 yıl aradan sonra ilk kez 27 Nisan’da telefon yoluyla kardeşi ile görüştü.   ‘BARIŞ EN ELZEM SİYASET’   Bugün daha da derinleşen kutuplaştırma siyasetine karşı “barış siyasetine” ihtiyaç duyulduğunu söyleyen akademisyen Aktoprak, “Sanırım barış, Türkiye'de şu an en elzem en gerekli siyaset. En baskı altında tutulanın barış olduğu düşünülürse bu hayati gereklilik açık aslında. Barış sadece Kürt meselesi bağlamında değil, artan bir şekilde özellikle son 10 senedir derinleşen tüm kutuplaşan tarafların ‘barışması’ için gerekli. Unutmaya, halının altına süpürmeye sığınmadan, adil yargıya ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir geçiş dönemi adaletiyle ancak kalıcı bir barış kültürü inşa edilebilir” dedi.   ‘TECRİDİN KALDIRILMASI ZORUNLU’   Savaşın devam ettiği yerde demokratikleşmenin mümkün olmadığı gerçekliğine dikkat çeken Öztürk Türkdoğan da demokratikleşme için önce barış ortamının sağlanmasının önemini vurguladı. Türkdoğan, bu konuda Millet İttifakı’nı ele alıp, “Şu anda Millet İttifakı’nın pasif kalmasının sebeplerinden bir tanesi de iktidarın savaşı sürdürmek için öne sürdüğü argümanlara mecburen destek vermek zorunda kalmasıdır. Millet İttifakına şunu söylemek gerekir, ‘barış sağlanmadan iktidara gelmeniz zor, sizde barışı istemeniz, savaşı durdurmanız gerekir.’ O zaman demokratik bir seçenek ortaya çıkar” dedi.   Barış siyasetinde Öcalan’ın rolünün de önemli olduğunun altını çizen Türkdoğan, “Çözüm isteniyorsa, barış isteniyorsa Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması gerekir. Bu nedenle tecrit devam ettiği sürece çatışma siyaseti devam etmektedir. Öcalan ile görüşmelerin yeniden başlatılması gerekir. Tecridin kaldırılması zorunludur” ifadelerini kullandı.   Öcalan’ın başından bu yana barış siyasetinde kurucu bir rol oynadığını kaybeden Ertuğrul Kürkçü ise, “Öcalan çözüm sürecinde adım adım yaklaşan savaşı, darbeyi haber veriyordu. Öcalan’ın çabalarının çatışmanın durması ve bir çözüm sürecinin açılması açısından ne kadar önemli olduğunu hepimiz gördük. Kürtlerin ortağı ve kurucusu olabilecekleri gelecekteki yeni bir barış süreci kaçınılmaz olarak Öcalan’ın söz almasını, politik rol oynamasını gerektirecektir. Öcalan’ın özgürlüğü ve hakları için gösterilecek çabalar aslında barış çabalarının vazgeçilmez bir parçasıdır” diye belirtti.   MA / Berivan Altan